Anasayfa Makale İslam Dininde Uygulanan Mali Kefaretler ve Sosyo-Ekonomik Yönleri

İslam Dininde Uygulanan Mali Kefaretler ve Sosyo-Ekonomik Yönleri

by

İslam dini insanın hata yapma özelliğini asla göz ardı etmez. İslam’a göre insan hata yapmaya, günah işlemeye elverişli olarak yaratılmıştır. İnsanı isyan özelliği bulunmayacak şekilde yaratılan meleklerden ve herhangi bir sorumluluk ve mükellefiyet taşımayan hayvanlardan ayıran en temel özelliği hata işleyebilmesi ve bu hatasından yine kendi iradesiyle dönebilmesidir.

İslam, işlediği hata ve günahından dönme iradesini gösteren insan için işlediği bu suçun manevî ve ahirete yönelik cezasından kurtulabilmesi için tövbe ve bağışlanma kapısını açık tutmuştur. İşlenen günahların manevi cezasından kurtulabilme adına, yine kişinin dünyevî özellik ve imkânlarına göre bir takım maddî ve mali telâfi imkânları sunmuştur. Bunları “mali kefaretler” başlığı altında değerlendirmemiz mümkündür.

Her ne kadar kefaret konusu, dinî bir kuralın çiğnenmesinin Hukûkullah’a (Allah’a ait haklara) ilişkin ahrete yönelik neticelerini telâfi etmeye, işlenen günahın affedilmesini Allah’tan istemeye yönelik bir imkân ve mükellefiyet olduğu, bu yüzden özellikleri cihetiyle dinin ibadetler kısmına giren ve teabbüdî (kulluğa yönelik) vasıf taşıyan hükümleri arasında yer aldığı (Yaran, 2002: 180) genel kabul gören bir yaklaşım olsa da, belirlenen kefaretlerin ağırlıklı olarak mali özellik taşıması, toplum ve kul hakkına ilişkin neticelerini kaçınılmaz bir şekilde ön plana çıkarmaktadır. Özellikle “mali kefaretler” olarak nitelediğimiz bu kefaret uygulamalarının fakir, muhtaç, hatta hürriyetinden mahrum insanlara yönelik olması, bu olgunun sosyal ve ekonomik sonuçlarının olduğunu açıkça göstermektedir.

İslam Hukuku kaynaklarında kefaretler genellikle ilgili oldukları ibadet (Oruç ve Hac gibi), fiil (yemin ve katl gibi) ve durumla (kadınlara özel haller gibi) ilgili bahislerde yer verilmiştir. Konuyla ilgili kitap, makale, yüksek lisans tezi ve doktora tezi şeklinde gerçekleştirilen çalışmalarda ise kefaretlerin ya ceza yönü, ya ibadet yönü, ya da kulun ahiret sorumluluğundan kurtulma yönü ağırlıklı olarak işlenmiştir. Yaptığımız literatür taraması neticesinde konunun sosyo-ekonomik yönü ve yansımalarına dair doğrudan bir çalışma yapılmadığını, kefaretlerin sosyal barış, birlik ve bütünlüğünü sağlama ve pekiştirme yönüyle birlikte, toplumdaki ekonomik canlanmaya, üst gelir grubundan alt gelir grubuna gelir transferinin sağlanmasına, toplumsal gelir dağılımındaki adaletin sağlanmasına yaptığı katkıya dair herhangi bir çalışmanın yapılmadığını tespit ettik. Buradan hareketle bu alana bir ışık tutma, bu konu çerçevesinde yeni ve daha kapsamlı çalışmalara kapı aralama düşüncesiyle böyle bir makale çalışmasını gerçekleştirme ihtiyacı duyduk.

Bu makalede öncelikle kefaretlerle ilgili kavramsal bir değerlendirme yapılmış, ardından kefaretlerin gerekçesi olan fiil, hata ve suçlar üzerinde durulmuştur. Bu bölümde kefarete konu olan ibadet veya fiillerle ilgili bilgi verilmiş, kefaretlerin uygulama şartları üzerinde İslam hukukçularının görüş ve yorumlarına yer verilmiştir. En son olarak da kefaretlerin sosyo-ekonomik açıdan yansımaları ve neticeleri üzerinde durulmuş, geçmişten günümüze yaşanan hadiseler ışığında değerlendirmeler yapılmıştır.

İslam Hukukunda Mali Kefaretler

Kefaret olarak belirlenen uygulamaların hem ibadet hem ukubat (ceza) yönü vardır. Aslında ukubat yönü de bir nevi ibadetin tamamlayıcı yönünü teşkil eder. Zira teabbüdî (kulluk ve ibadetle ilgili) olan bir amelin hataen yerine getirmemesi veya bozulmasının uhrevî neticeleri olacaktır ve kefaretler bu neticelerin telâfisine yönelik, işlenen günahın Allah tarafından affedilmesine vesile olma özelliğini taşır. Teabbüdî olmasının en önemli yönü bahse konu olan kefaretlerin yine Şâri’ tarafından belirlenmesidir. Bu yüzden fıkıh literatüründe tafsilatlı olarak ele alınan kefaret konusunun ana kaynakları, İslam dininin de iki temel kaynağı olan Kitap (Kur’an-ı Kerîm) ve Sünnet (Hadis-i Şerif)’tir. İslam âlimleri bu iki temel kaynağı esas alarak, geçen zamanla ortaya çıkan yeni gelişmeler ve durumları yorumlamışlar ve içtihatta bulunmuşlardır (Yaran, 2002: XXV/180).

Kitap ve Sünnette belirtilen veya sadece Resulullah’ın (a.s.m.) söz ve uygulamalarıyla sabit olan kefaretler şu şekilde sıralanabilir.

Kefaretlerin Sosyo-Ekonomik Yönleri

İslam dininin emrettiği ibadetlerin sadece kişinin ahiretine yönelik bir özelliği yoktur. Elbette bir Müslüman Allah’ın emrettiği her bir davranışı bir ibadet ve kulluk bilinciyle yerine getirir ve İslam’a göre ibadetlerin asıl karşılığı kula ahirette verilecektir. Bununla birlikte neredeyse ibadetlerin tamamı (haram ve yasaklardan kaçınmak da ibadet grubuna dâhildir) kulun dünya hayatıyla ilgili neticeler doğurur. Bunlardan bir kısmı ferdin bizzat maddî varlığıyla ilgili ve bağlantılı olduğu gibi, zekât, kurban, sadaka gibi sosyal, toplumsal ve hatta ekonomik boyutlara sahiptir. Mesela zekât verme mükellefiyetinde olan bir Müslüman bu ibadetini yerine getirdiğinde çok önemli bir kulluk vazifesini yerine getirmekle birlikte, sosyal yardımlaşma, dayanışma, barış ve kardeşliğe çok önemli bir katkı sağlamış olur. Bunun da ötesinde zekât ibadetini yerine getirmenin yaygınlaştığı bir toplumda üst gelir grubundan alt gelir grubuna, zenginden fakire bir gelir transferi gerçekleşmiş olacaktır. Bunun sonucunda toplumda zengin ile fakir arasında bir gelir uçurumunun oluşmasının önüne geçilirken, fakir ve muhtaç durumda olan insanlar ihtiyaçlarını karşılama adına önemli bir kaynak ve imkân elde edeceklerdir. Böylece piyasada mal ve hizmet mübadelesi canlanacak, üretim ve istihdam artacak, neticede o toplum ve ülkenin millî hasılasının artmasına önemli bir katkı sağlanmış olacaktır.

Bilindiği gibi tüketim harcamalarını belirlemeyen en önemli unsurlardan birisi gelir düzeyidir. Yüksek gelir grubunda bulunan bir tüketicinin marjinal tüketim eğilimi düşük olmakta ve tüketim bileşimi zorunlu tüketim mallarından lüks tüketim mallarına doğru kaymaktadır. Fakir ve düşük gelir grubu içinde yer alan bir tüketicinin marjinal tüketim eğilimi ise yüksek olmakta ve tüketim bileşimlerini zorunlu ihtiyaçları oluşturmaktadır (Eke, 1980: 107). Dolayısıyla İslam’ın emrettiği ve öngördüğü mali ibadetlerin yerine getirildiği bir toplumda gerçekleşen gelir transferiyle zenginden, yani üst gelir düzeyindeki kişilerden, alt gelir düzeyindeki fakirlere aktarılan yardımlar, marjinal tüketim eğilimi çok yüksek olan bu kesimde tüketim harcamalarının artmasına sebep olacaktır. Böylece servet ve zenginliğin belli ellerde toplanması halinde düşen ortalama tüketim eğilimi, bu kesimdeki talebin ve tüketim harcamalarının artmasıyla yükselecek, hal ve hizmetlere olan talep artacak, sonuçta toplumda ekonomik canlanma meydana gelecektir.

İslam dininin emrettiği zekât ve kurban uygulaması ile tavsiye ettiği sadaka çeşitleriyle günümüz dünyasında sosyal adaletin sağlanmasında devletin uhdesine aldığı sosyal güvenlik sisteminin bir ibadet ve manevi sorumluluk çerçevesinde hayata geçirildiğini söyleyebiliriz. Hatta bu örneklerde olduğu gibi mecburi sosyal güvenlik müesseseleri ve uygulamalarının yanı sıra, tamamen kişilerin istek ve iradelerine bırakılmış (sadaka gibi) mecburî olmayan sosyal güvenlik müesseseleri bulunmaktadır (Armağan, 2009: 18).

Diğer yandan İslam dini sermaye birikiminin esası olan servetin sürekli olarak harcama (infak) ve yatırım (ticaret) sürecinde tutulmasını ister. Bu birikim batılı anlamda bir sermaye birikimi değil, toplumun geneline yayılmış bir sermaye birikimidir. Başta zekât, sadaka ve benzeri transferlerle sosyal adaletin sağlanması ve refahın tüm toplum katmanlarına yayılması olgusunun yanı sıra, bu uygulamalar üretim ve yatırımlar için bir tür finansman kaynağı olarak kabul edilmiştir (Tabakoğlu, 2005:154).

Diğer yandan İslam, servetin belirli ellerde toplanmasını arzulanan bir durum olarak görmemiş, bu durum zekât, kurban, sadaka gibi düzenlemelerle büyük ölçüde engellenmiştir (Ayengin, 2003: 658).

Bir İslam toplumunda ekonomik hareketliliği olumlu yönde etkileyen ibadetler zekât, kurban ve sadakadan ibaret değildir. Bir takım ibadetlerin hataen ve elde olmayan sebeplerle yerine getirilemediği, bozulduğu veya işlenmemesi gereken bazı hat ve kusurların işlendiğinde, bu olumsuz davranışların manevi sorumluluğundan ve ahiret mesuliyetinden kurtulabilme adına bir çözüm ve kurtuluş yolu olarak sunulan kefaretlerin büyük kısmı mali özelliğe sahiptir. Bu yönüyle fıkıh kaynaklarında kefaret-i fıtr/savm (oruç kefareti), kefaret-i zıhar (zıhar kefareti), kefaret-i yemin (yemini bozma kefareti), kefaret-i cinayeti’l-hacc (haccın kurallarını ihlal etme kefareti), kefaret-i katl (hataen bir kimseyi öldürme kefareti) ve kefaret-i cimâ’ fi’lhayz (hayız döneminde cinsel münasebette bulunma kefareti) (Yazır, 1997: III/224-225) imkân sahibi Müslümanların işledikleri günah ve hataların manevi telafisine yönelik maddi nitelikte ve infak özelliğini taşıyan uygulamalardır.

Yukarıda belli başlıklar altında detaylı olarak verildiği gibi kefaretler genelde köle azat etmek, fakiri doyurmak veya giydirmek, fakire tasaddukta bulunmak ve oruç tutmak şekillerinde belli ibadetlerden meydana gelir ve bunlardan birinin icrasıyla ifâ edilmiş olur (Yaran, 2002: 182). Öyle ki, başta Şâfiîler, Hanbelîler, Malikîler olmak üzere İslam Hukukçularının çoğunluğu kefaret borcunu ödemeden ölen bir kişinin varislerince bu borcun yerine getirilmesi gerektiğine dair görüş ortaya koymuşlardır (İbn Hazm, 1984: IV/420; Serahsî, 1331: VIII/153)

İslam’ın insan hak ve hürriyetlerine verdiği önem ve önceliğin, kölelerin hürriyetlerine kavuşması için çeşitli ortam ve vesileler geliştirdiğinin açık göstergelerinden birisi köle azadını büyük sevaplar arasında sayması ve kefaretlerin ifâsında köle azadını genellikle ilk sıraya koyması dikkat çekicidir.

Diğer yandan ayetlerde ve hadis-i şeriflerde imkânlar doğrultusunda kefaret olarak köle azat edilmesinin zikredilmesini bir başka açıdan da değerlendirmek mümkündür. Her ne kadar günümüzde kölelik müessesesi ortadan kalkmış olsa da, kölelik, İslam’ın doğuşundan yakın bir zamana kadar bu bir vakıa olarak uygulanmakta ve kabul edilmekteydi. Köleliğin uygulandığı, normal görüldüğü bir zeminde kölenin, özellikle de Müslüman bir kölenin azat edilmesinin dinî, sosyal ve ekonomik sonuçları olacaktır. Hürriyetine kavuşan bir köle nasıl dinî vecibelerine rahatlıkla yerine getirebilecekse, tüm hür insanlar gibi mülk edinebilecek, iş kurabilecek, yatırım yapabilecek, bir ücret karşılığı çalışabilecek veya çalıştırabilecek bir duruma gelecektir. Bu açıdan baktığımızda İslam Hukukuna göre insanlar için aslolan özelliğin hürriyet, köleliğin ise arızî olduğunu, her fırsatta tüm fertleri hür olan bir toplumun inşasının hedeflendiğini, köleliği bedava bir üretim faktörü olarak görmediğini söyleyebiliriz.

Fakirlik, her toplum için söz konusu olduğu gibi İslam toplumu için de en önemli ve mutlaka çözülmesi gereken problemlerden birisidir. Bu öncelikli problemin çözümünde yine ibadet şuuruyla yerine getirilen, karşılığı ahirete yönelik olan farz ve vacip emirlerde olduğu gibi, kefaret gibi ahiret sorumluluğundan kurtulma vesilesi olarak gösterilen uygulamalar çok önemli rol üstlenmektedir.

Örneğin yemini bozma kefaretine dair tercihlerin sıralandığı Maide Suresi 89. ayette yeminini yerine getirmeyen mükellefin muhatap olduğu ilk emrin 10 fakiri doyurmak, ikinci şıkkın da 10 fakiri giydirmek oluşu dikkat çekicidir. Her ne kadar ayetin nazil olduğu dönemin şartları dikkate alındığında, ilk emrin fakirleri doyurmak olmasının önemi açık olsa da, fakirlik gerçeğinin günümüze kadar hemen her dönemin ve çağın en temel problemlerinden birisi olduğu gayet açıktır. Doğrudan yemin gibi şahsî bir sorumluluğu yerine getirmemenin manevi telafisi olarak imkân çerçevesinde “10 fakir” gibi miktarı azımsanmayacak muhtaç ferdin beslenme ve giyinme gibi en acil ve temel ihtiyaçlarının karşılanması şartının öne sürülmesi, İslam’ın sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya verdiği önem ve önceliği göstermektedir.

Kefaretlerin bir başka yönü, tıpkı diğer emir ve yasaklarda olduğu gibi ferdin kendi iradesiyle yerine getirilmesidir. Kefareti ifâ eden bir kişi, işlediği suçun cezasını harici baskı ve zorlama olmaksızın gönüllü olarak yerine getirmekle sadece günah yükünden ve karşılığı olan uhrevi cezadan kurtulma adına bir adım atmış olmamakta; aynı zamanda kendini gönüllü bir eğitime tabi tutmaktadır. Üstelik bunu maddî imkânları çerçevesinde bizzat çalışarak biriktirdiği servet ve zenginliğinden fedakârlıkta bulunarak yapmaktadır. Bu öyle bir eğitim sürecidir ki, bir yandan bireyin hata ve günahlara karşı duyarlılığı artmakta, bir yandan fakr-u zarûret içinde olan, hatta geçmişte olduğu gibi hürriyetinden mahrum kalan kişilere yardım eli uzatmakta, diğer yandan benzer hassasiyete sahip olan bireylerin meydana getirdiği bir toplum içinde sosyo-ekonomik yardımlaşma ve dayanışma had safhaya ulaşmaktadır. Ferdî otokontrol sistemi içtimaî ve sosyal otokontrol sistemiyle adeta bütünleşmektedir.

Sonuç

Bu makalede yer verdiğimiz kefaretler ekseriyet itibariyle, Kitap ve Sünnet ile sabittir. Ancak oruç bozma ve cinsel yasakları ihlâl etme kefaretine dair Kur’an-ı Kerîm’de herhangi bir hükme rastlanılmamaktadır. Bu kefaretlerin dayandığı temel kaynak ise Sünnettir.

Orucu bozma ve Hac kurallarını ihlâl etme kefareti ibadetlerle, cinsel yasakları ihlâl etme ve zıhar kefareti aile hayatı, yeminden dönme ve bir kişiyi öldürme kefareti ise muamelat (beşerî ilişkiler) ile bağlantılıdır.

Köle azat etme, fakirlerin yiyecek ve giyecek ihtiyacını karşılama gibi üçüncü şahısların yararına sosyal yönlü ibadetlerin ferdî hata ve günahlara kefaret sayılması aynı zamanda İslam’ın hayata bakış açısını da yansıtmaktadır. Müslümanlar bir yandan işledikleri günahları affettirme çabasıyla manevî açıdan temizlenme ve uhrevî cezadan kurtulma hedefine yönelik hareket ederken, diğer yandan kefaretleri yerine getirmek suretiyle toplumsal bir faydaya aracılık etmektedir. Bu açıdan hedeflenen ve yüzyıllar boyunca gerçekleştirilen en büyük başarı ise hürriyetten mahrum olan “kölelik” ile malî imkânlardan mahrumiyet olan “fakirlik” olgusunu ortadan kaldırmaya yönelik kullandığı argümanlardan birisi de kefaretler olmuştur. Hataen de olsa yapılan bir takım kusur ve suçlara karşı bireyleri ve toplumun genelini daha dikkatli davranma, daha titiz karar verme alışkanlığını ve hassasiyetini kazandırmanın yanı sıra, uygulamada toplumda kaçınılmaz olarak ortaya çıkan zengin-fakir farklılaşmasında fakirler lehine malî kaynak oluşturma yoluna gidilmiştir.

İslâm dinine göre toplumda refahın artması ve gelir dağılımında adaletin sağlanması önem taşımaktadır. Sosyal adalet ve adaletli gelir dağılımı üzerine yapılan sürekli vurgu, bu iki olgunun İslâm’ın temel hedefleri arasında olduğunun açık göstergesidir. Bunun da uygulamasını başta farz olan zekâ ibadeti olmak üzere kefaret uygulamasına kadar açıkça görmekteyiz. Özellikle kefaretleri bir kulluk bilinci ve zorunlu vazifeyi yerine getirme bilinciyle hareket eden Müslüman bireylerin bulunduğu bir toplumda, gelir dağılımındaki adâlet kendiliğinden ve iradî olarak gerçekleşecektir. Özellikle kefaret sorumluluğunun yaygın olarak fakirleri doyurma ve giydirme yoluyla ifâ edilmesi halinde dar gelirlilerin harcama gücü artacak, piyasada mal ve hizmetlere olan talep canlanacak, bu da yeni yatırımlar için bir itici güç olacaktır. Sonuçta yukarıdan aşağıya tüm gelir grupları için harcanabilir gelir artacağı için, yapılan harcamalarla artan üretim toplam geliri artıracak, toplumun zenginlik ve refah düzeyi de artacaktır. Elbette bu süreç sadece kefaretlerin etkisiyle değil, en başta temerküzü (servetin belli ellerde birikmesini) reddeden İslâm dininin gelir dağılımındaki adaletsizlik ve eşitsizliğin temelinde bulunan bu problemi çözmeye yönelik hayata geçirdiği infak prensibinin farklı uygulama araçlarıyla gerçekleşecektir. Makale içinde zikrettiğimiz gibi, bu araçların başında yer alan zekât, kurban, fıtır sadakası ve sadaka-i cariye uygulamalarının yanı sıra kefaretler de infak temelli bir toplumsal ve ekonomik yapının ortaya çıkmasında çok önemli bir rol üstlenecektir.

(Bu metin makaleden alıntıdır. Makalenin tamamını okumak için kaynaktaki bağlantıyı tıklayınız.)

Kaynak: Dergi Park

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun