Beytülmal (devlet hazinesi) ne anlama gelmektedir?
Kelime anlamı “mal evi” olan beytülmâl bir terim olarak devlete ait malların muhafaza edildiği fizikî mekânı ifade ettiği gibi devlete ait taşınır taşınmaz malların bütününü ve bunların idaresiyle ilgili hukukî kurumu da ifade etmektedir. Bu geniş anlamıyla beytülmâl, devlete ait her türlü mal varlığının ve gelirlerin toplandığı, harcamaların yapıldığı, haklara ve borçlara ehil bağımsız bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Beytülmâlin teşkilâtlı bir malî kurum olarak ortaya çıkışı İslâm devletinin ilk kuruluş yıllarına, Hz. Peygamber’in Medine dönemine kadar götürmek mümkündür. Gerçi Mekke döneminde de Hz. Peygamber’in kendisine getirilen bağışları ya bizzat veya diğer müslümanlar vasıtasıyla muhtaçlara dağıttığı bilinmektedir. Ne var ki bu dönemde ne bir İslâm devleti ne de bu devlete bağlı bir malî kurum vardır. Yapılan şey, müslümanlar arasındaki yardımlaşmanın Hz. Peygamber aracılığıyla belirli bir düzen içinde yürütülmesinden ibarettir. Medine döneminde ise kurulan bir İslâm devleti ve bu devlete bağlı olarak yavaş yavaş oluşan bir malî yapı söz konusudur. Bu dönemde bağışların dışında devlete ait ilk önemli gelir Bedir Savaşı’nda elde edilen ganimetlerle esirlerin serbest bırakılması karşılığında alınan fidyelerdir. Bunların tamamı devlet için bir pay ayrılmadan Bedir’e katılan gazilere dağıtılmıştır. Tercih edilen görüşe göre zekât mükellefiyeti de aynı yıl başlamış, böylece ilk defa devlet tarafından düzenli vergi bu yıl toplanmıştır. Bedir Savaşı’ndan sonra ikinci ganimet Benî Kaynukā‘dan alınmıştır. Bu ganimetin beşte biri, kısa bir süre önce nâzil olan Enfâl sûresinin 41. âyetine uygun olarak devlete ayrılmış, geri kalanı gazilere dağıtılmıştır. Daha sonra Benî Kurayza yahudilerinin ganimet alınan malları da aynı şekilde paylaşılmıştır. Müslümanların elde ettikleri ilk topraklar ise Uhud’dan altı ay sonra alınan Benî Nadîr arazisidir. Barış yoluyla alınan bu arazi Haşr sûresinin 6. âyetine göre beytülmâle intikal etmiştir. Bu dönemde henüz beytülmâl kelimesi kullanılmamakla birlikte gerek zekât gelirleri gerekse elde edilen ganimetlerle bu kurumun ilk temellerinin Hz. Peygamber tarafından atılmaya başlandığını söylemek mümkündür. Hicrî dokuzuncu yılda bu gelirlere cizye de eklenmiştir. Normal devlet gelirlerinin ihtiyacı karşılamadığı durumlarda Hz. Peygamber’in beytülmâle bağış topladığı da bilinmektedir.
Klasik kaynaklarda ele alınış ve işlenişinden anlaşıldığı kadarıyla beytülmâl İslâm hukukunda sadece devlet mallarının muhafaza edildiği bir hazine olarak değil, aynı zamanda devletin taşınır taşınmaz mal varlığının bütünü ve leh ve aleyhinde hak ve borçların sabit olduğu müstakil bir kurum olarak kabul edilmiştir. Beytülmâl adına borçlanıldığı durumlarda bu borca muhatap olan, borçlanmayı yapan kamu görevlisi değil doğrudan doğruya beytülmâldir. Aynı şekilde beytülmâl gelirlerinin mülkiyeti de doğrudan beytülmâl için sabit olmaktadır. Devlet başkanının beytülmâl üzerindeki yetkisi de bir kamu görevlisi yetkisidir; dolayısıyla harcamaları kendi isteğine bağlı olmayıp kamu yararıyla sınırlıdır.
İslâm devletinin malî yapısının temelini oluşturan beytülmâl çeşitli vergiler ve diğer gelirlerle beslenmekte ve bunlar belirli harcama kalemlerine sarfedilmektedir. Zaman içinde bu gelir ve giderlerde farklılıklar doğmuş bulunmakla birlikte yine de hiçbir dönemde değişmeyen gelir ve gider kalemleri söz konusu olmuştur.
Beytülmâlin belli başlı gelirlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Zekât. Müslüman mükelleflerden para, ticarî mal, toprak ürünleri ve hayvanlardan % 2,5 ile % 10 arasında değişen oranlarda alınan vergi.
2. Humus. Savaş yoluyla elde edilen menkul ganimetlerden beytülmâle intikal eden beşte bir oranında paylarla Hanefîler’e göre define ve madenlerden yine aynı oranda alınan hisseler.
3. Haraç. Gayri müslim toprak sahipleriyle haraç statüsüne tâbi toprakların maliki olan müslüman mükelleflerden alınan ve nisbeti değişen toprak vergisi.
4. Cizye. İslâm devleti tebaası olan gayri müslim erkeklerden alınan vergi.
5. Uşûr. İslâm devleti tebaası olan gayri müslimler (zimmî) tarafından ithal edilen ticaret mallarından % 5, yabancılar tarafından ithal edilen mallardan % 10 oranında veya mütekabiliyet esasına göre tahsil edilen vergi. Hukukçuların çoğu haraç, cizye ve uşûru fey geliri olarak tek bir kalem halinde mütalaa etmektedirler.
6. Devlet arazisinden ve emlâkinden elde edilen gelirler.
7. Mirasçı bırakmadan ölenler ve irtidad edenlerin malları ile buluntu ve sahipsiz mallar. Mirasçısı olmayan kimsenin malları Şâfiîler’e göre miras payı, Hanefîler’e göre ise sahipsiz mal olarak beytülmâle kalmaktadır. İkisi arasındaki fark vasiyetin yerine getirilmesinde ortaya çıkmaktadır. Şâfiîler’de beytülmâlden başka mirasçı olmadığı durumda da vasiyetin terekenin üçte birini aşmaması esastır; devlet de mirasçı olduğundan vasiyetin terekenin üçte birini aşan kısmı gerçekleştirilmez. Hanefîler’de ise beytülmâl mirasçılar arasında sayılmadığı için başka mirasçı yoksa vasiyetin tamamı yerine getirilir; geri kalan mal varlığı beytülmâle intikal eder. Ayrıca Şâfiî ve Mâlikî hukukçularına göre beytülmâl mirasçı olarak asabe ve ashâbü’l-ferâizden sonra üçüncü sırada yer alırken Hanefîler’e göre zevi’l-erhâm ve mevle’l-muvâlât gibi farklı yakınlar da mirasçı sınıfına girmekte, ancak bu gruplarda kimse bulunmadığı takdirde vasiyetlerden artakalan mal varlığı beytülmâle kalmaktadır.
8. İnfak gelirleri. Olağan üstü durumlarda müslümanlardan istenen bağışlardır. Hz. Peygamber özellikle savaş masraflarını karşılamak veya fakir ve düşkünlere yardım etmek için müslümanlardan infakta bulunmalarını istemiştir.
Beytülmâlin gelir kaynakları sadece bunlardan ibaret değildir. İhtiyaç halinde ve beytülmâlin boş olduğu durumlarda İslâm devleti gerek servet gerekse gelirler üzerine yeni vergiler koyabilir. Çeşitli İslâm devletlerinde tarih boyunca bu türden birçok vergi tahsil edilmiştir. Osmanlılar’daki avârız vergileri bunun örneklerinden biridir.
Kaynak: İslam Ansiklopedisi