Anasayfa Temel Kavramlar Stagflasyon Nedir?

Stagflasyon Nedir?

by

Stagflasyon üretim kapasitelerinin, işsizliğin ve yetersiz bir iktisadî büyüme ile yüksek bir fiyat artışının birlikte göründüğü iktisadî durumları ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Yüksek enflasyona rağmen durgunluğun da mevcut olması, stagflasyonun odak noktasını oluşturmaktadır. Stagflasyonun bu özelliği enflasyon ve işsizlik oranları karşılaştırılınca, en belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu göstergeler, iktisadî istikrar politikasının temel amaçları olan “fiyat istikrarı” ve “tam istihdam” gerçekleşmekten ne kadar uzak olduklarını yansıtmaktadır. Stagflasyonist aşamalarda her iki amaç büyük ölçüde yara aldığı için, siyasi karar birimlerinin bu gibi olumsuz gelişmeler ile sürekli mücadele etmeleri kaçınılmaz olmaktadır.

Stagflasyonun Açıklanmasına İlişkin Çeşitli Yaklaşımlar

Stagflasyon, oldukça yeni bir geçmişi olan bir iktisadi olaydır. Bu sebeple, stagflasyonu etkileyen faktörlerin tam ve doğru bir analizini yapmak son derece güçtür. Enflasyon teorisinde olduğu gibi, stagflasyonu açıklamağa çalışan çeşitli yaklaşımlar vardır. Her bir yaklaşım, belirli bir faktörü odak noktası yapmaktadır. Hiç kuşkusuz, uzunca süre devam eden stagflasyon ancak pek çok faktörün birlikte etkilemesi olayı ile açıklanabilir.

1. Yapısal işsizlik ve Enflasyon :

İşsizlik, çoğu kez yapısal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Yapısal işsizlik ve bir enflasyon süreci bir arada olunca, stagflasyon belirtileri gözlenebilir. Örneğin, gerçek sebeplerin iyi tahmin edilememesi sonucunda yapısal işsizlik ile mücadelede toplam talebi genişletici önlemlere ağırlık verilirse, böyle bir durum ortaya çıkabilir .

Her şeyden önce, yerel ve meslekî hareketsizliğin yapısal işsizliğin açıklanmasında önemli bir faktör olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. İşçiler, kendi yerleşim bölgelerine karşı özel bir sempati duyuyorlarsa, işsizlik halinde bile bir diğer bölgeye seve seve taşınma eğilimi içinde olmazlar. İkâmetgâh değiştirmenin getireceği yükün yanı sıra çeşitli kişisel nedenler (örneğin, çocukların okulu, eşin meslekî faaliyeti, yeni yerleşim bölgesinin cazip olmaması vs. böyle bir davranışı gerektirebilir. Ücret strüktürünün oldukça katı ve sosyal güvenliğin yeterli olduğu durumlardaki yeri değişimi için son derece düşük düzeyde teşvikler sağlanırsa, bu tür faktörler özellikle ağırlık kazanır.

Meslekî kaliteye yöneltilen taleplerde meydana gelen bir değişme de işsizliğin artmasına yol açabilir. Yeni tekniklerin uygulanması, o zamana kadar yüksek vasıflı olarak nitelendirilen işgücünün istihdam edilmemesi sonucunu doğurabilir. Bu nedenle, işçilerin mesleki mobilitesini arttırmak gayesiyle, devletçe yeni mesleklerin edinilmesini kolaylaştırıcı önlemler alınır.

Yapısal işsizlik ile enflasyonun bir arada görünmesi olayım açıklamak için ileri sürülen bir diğer yaklaşım, sadece A.B.D.’deki spesifik duruma uygun olan “Real Crowding Out” hipotezi ile ilgilidir. B. Kitching (1971 ve 1972) tarafından geliştirilen bu yaklaşıma göre, altmışlı yılların sonunda ve yetmişli yılların başındaki işsizlik ve enflasyon, büyük ölçüde Amerikan maliye politikasının yapısal etkisinden kaynaklanmaktadır. Devletçe izlenen genişletici gider politikası, son derece ihtisaslaşmış işgücüne ve özel sermaye teçhizatına sahip yüksek teknolojiye dayalı sanayi kollarım (uzay araştırmaları, bilgisayar sanayii) tek-yönlü teşvik etmiştir. Böyle bir kamu harcamaları politikası, işgücünü tüketim malları üretiminden çekmiş ve orada talep fazlasına yol açmıştır; çünkü, yükselen gelir düzeyi dolayısıyla göç eden işçilerin tüketim taleplerini arttırmalarına karşılık üretim faktörü transferi dolayısıyla mal arzında artı sağlanamamıştır. Bunun doğal sonucu, tüketim malları açısından enflâsyonist eğilimlerin ortaya çıkması olmuştur. Diğer yandan, yüksek teknik isteyen ürünlere olan devlet talebinin sonradan kısıtlanması, stagflasyona yol açmıştır. Bu alandaki eksik kapasite kullanımı, aşırı ihtisaslaşma nedeniyle tüketim malları üretimi alanında kullanılamayan bir kısım işgücünün serbest kalması sonucunu doğurmuştur. Devlet, bu işsizlere transfer harcamaları ile yardım ettiği için, tüketim malları piyasasındaki talep tazyiki azalmamı ve enflasyonu beslemeğe devam etmiştir. Böylece, yüksek tekniğe dayanan belirli sanayi dallarını daha önce özellikle teşvik etmiş bir maliye politikası uygulamasının sonucu, işsizlik ile birlikte tüketim alanındaki talep enflasyonunun devam etmesi olmuştur.

2. Emek Piyasası ve Stagflasyon:

Stagflasyon olayının açıklanmasına ilişkin bir diğer yaklaşnn, ücretlerin aşağıya doğru fleksibil olmaması ile ilgilidir. Rekabet esasına dayalı emek piyasalarında ücretler, aşağıya ve yukarıya doğru fleksibildir. Oysa, daha çok iki taraflı tekel halinin mevcut olduğu Batılı sanayileşmiş ülkelerdeki emek piyasalarında böyle bir olanaktan söz etmek mümkün değildir. Bu tür emek piyasalarında nominal ücretler piyasa mekanizması tarafından belirlenmemekte, aksine işçi ve işveren sendikaları arasında pazarlık konusu olmaktadır. Bu mekanizma, fiili ücretlerin toplu sözleşme ile belirlenen ücretlerin altına düşmesini önlemektedir. Ayrıca, toplu sözleşmeye dayanan ücretler, çoğu kez bir yıl için belirlenmektedir, Bu nedenle, değişen iktisadi duruma uyum ancak toplu sözleşmenin bitiminden sonra sağlanabilir.

Emek piyasasının yapısal özelliğinden kaynaklanan ücretlerin aşağıya doğru fleksibil olmaması olayı ile stagflasyon süresi arasındaki ilişki nasıl açıklanabilir? Bu sorunun cevaplandırılması için ekonominin boom aşamasında bulunduğu varsayımından hareket edelim. Firmaların kâr ve ciro durumlarının iyi olduğu böyle bir konjonktürel aşamada, işçi sendikaları yüksek ücret talebinde bulunurlar.

Firmaların bir yandan artan maliyetleri fiyat mekanizması yardımıyla tüketicilere yansıtabileceklerini düşünmeleri, diğer yandan kendileri için avantajlı böyle bir konjonktürel aşamada grevden korkmaları, sendikaların isteklerine geni Ölçüde uyan toplu sözleşme anlaşmalarının yapılmasını kolaylaştırır. Eğer konjonktürel genişleme zayıflar, hatta bir durgunluğa dönüşürse, toplu sözleşme ile belirlenen ücretlerin ödenmesine yine de devam edilmesi gerekir. Böylece, rekabet esasının geçerli olduğu piyasalarda bile, üretim ve istihdamdaki gerilemeğe rağmen fiyatlarda artışa yol açan bir ücret maliyeti tazyiki oluşur. Bu durumda, stagflasyonist fenomen, normal bir piyasa reaksiyonunu yansıtır. Maliyetler, talepdeki düşmeğe kıyasla daha kuvvetli büyüdüğü için, fiyatlar artar . Düşük kapasite kullanımı dolayısıyla parça başı maliyetlerde ayrıca bir artış olur ve bu masraf unsurları fiyatlara dahil edilirse, fiyat artışı daha da hızlanır. Üretim kapasiteleri kullanılmadıkları için, fiyat artışının yanısıra işsizlik artar. Durgunluk, işsizlik ve kamu oyunun baskısı ile zayıflayan sendikalar, daha düşük ücrete razı oluncaya kadar, stagflasyon süreci devam eder. Maliyetlerdeki olumlu gelişme nedeniyle firmaların kâr beklentileri ve dolayısiyle yatırım eğilimleri artarsa, ekonomide yeni bir canlanma devreye girer.

Meseleye bu açıdan bakıldığı takdirde, stagflasyon kısa süreli konjonktürel bir olay olarak görünür. Ne var ki sendikaların gücü, ekonominin içinde bulunduğu durum ile orantılı olmayan çok yüksek ücret artışlarının gerçekleşmesini sağlarsa, kısa süreli olarak nitelendirilen stagflasyon eğilimleri uzun süre devam edebilir .

Bu olguyu, Özellikle A.B.D.’de gözlemek mümkündür. Gerçekten, Amerikan işçi sendikalarının işsizlik karşısında aldıkları tavır farklıdır, sendikalar, istihdam üzerindeki negatif etkilerini hesaba katmadan ücretleri maksimize etme gayreti içinde olmaktadırlar. Bu şekilde ortaya çıkan işsizlikten birinci planda organize olmamı işçiler etkilenmektedir , çünkü, sendikalar makro ekonomik düzeyde sorumluluk almamakta ve sadece üyeleri için mücadele vermektedir . Böylece, bir bakıma ücret ve kâr gelirleri arasındaki mücadele stagflasyonun kaynağı olmaktadır.

3. Eksik Rekabet ve Stagflasyon :

Yüksek dozda temerküzün meydana geldiği branşlar, konjonktürün daralma aşamalarında fiyatları arttırmaktadır. Örneğin, 1974 petrol krizi sırasında otomobil sanayiinde cirodaki beşte bir azalmaya karşın, fiyatlar iki kez % 10 oranında arttırılmıştır. Hiç kuşkusuz, bu tür anti-konjonktürel davranışın çeşitli nedenleri vardır; fakat, bunlardan biri, bu branşta faaliyet gösteren firmaların piyasada önemli bir güce sahip olmaları olayıdır. Buna göre, stagflasyon, eksik rekabet ile açıklanabilen bir fenomen olarak kabul edilebilir .

Eksik rekabet ile stagflasyon arasındaki ilişkiyi daha iyi anlayabilmek için bu tür piyasalarda işletmelerin fiyatlarını belirlerken kısa süreli kâr maksimizasyonundan değil, uzun sürede gerçekleştirilmesi mümkün toplam kârdan hareket ettiklerini göz önünde bulundurmak gerekir. Gerçekten, ekonomi konjonktürel bir daralma aşamasına girince, sürümde meydana gelen azalma kâr oranında ve dolayısıyla fiyatlarda bir artışa yol açar eksik üretim kapasitesi ve artan fiyatlar dolayısıyla azalan talep, doğal olarak istihdamı olumsuz yönde etkiler. Ücretlerin de aşağıya doğru fleksibil olmadığı hatırlanırsa, bu süreç içinde maliyetleri hafifletici ve böylece istikrar sağlayıcı bir faktörün olmadığı görülür.

Temerküzleşmenin giderek yaygınlaşması, mal piyasasında satıcıların gücünün daha da büyümesine yol açar. Böylece, firmaların fiyatlar konusundaki anti-konjonktürel davranışı, tüm ekonomide giderek artan ölçüde kendini kabul ettirir ve uzun dönemde stagflasyon eğiliminin kuvvetlenmesi yönünde etki yapar.

Toplam talebi azaltmak yolu ile enflasyon ile mücadele edilirse, stagflasyonu körükleyen ilâve unsurlar devreye girmiş olur . Para ve maliye politikası alanına giren daraltıcı nitelikteki önlemler, normal olarak yatırım mallarına olan talebin azalmasına yol açarlar. Fakat, piyasa gücü büyük olan firmalar, genellikle arzulanan şekilde tepkide bulunmazlar . Bu tip şekilde firmalar, artan finansman maliyetlerine rağmen yatırım yapmağa devam ederler ve maliyet artışlarını fiyat artışları ile dengeleyebilirler. Şu halde, işletmeler açısından orta ya da uzun vadede planlanmış belirli bir yatırım hacmini gerçekleştirme amacına bağlı kalındığı takdirde, daraltıcı para ve maliye politikası, piyasa gücü büyük olan işletmeler sektöründe arzulanan davranış değişikliklerine değil, aksine sadece fiyat artışlarına yol açar.

Buna karşılık, kuvvetli bir rekabet ile yüz yüze gelen işletmelerde daraltıcı yöndeki önlemlerin etkisi tamdır; çünkü, büyük işletmelerin aksine bu tür işletmelerin bu gibi önlemlerin etkilerinden kaçınma olanakları son derece sınırlıdır. Artan vergi ve faiz yükünün yansıtılamaması sonucunda kârların azalması, küçük ve orta büyüklükteki işletmelerde likidite kaybına, hatta bazı durumlarda iflaslara yol açar. Bu sürecin doğal sonucu, tüm ekonomide rekabete açık sektörlerin ağırlığının giderek azalması ve stagflasyonist gelişme eğilimlerinin artmasıdır.

4. Gelir Bölüşümü Mücadelesi ve Stagflasyon :

Bu yaklaşım, gelir dağılımına ilişkin mücadeleyi stagflasyonun nedeni olarak işlemeğe çalışmaktadır. Mal ve faktör piyasalarında rekabet koşullarının mevcut olmadığı varsayımı altında işçiler ve firmalar arasında milli gelirden daha fazla pay alma konusunda oluşan mücadele, süreklilik arz eden stagflasyonist eğilimlerin ortaya çıkmasına yol açar. Örneğin, artan işsizlik toplu sözleşmeler ile belirlenen ücretler üzerinde yumuşatıcı yönde etki yapmazsa, durgunluk döneminde bile maliyet artışlarından kaynaklanan tazyik devam eder; bu ise, yeni işgücünün istihdam edilmesini engellediği gibi, firmaların fiyatları arttırmaları yönünde tepkide bulunmalarına yol açar.

5. Monetarist Yaklaşım ve Stagflasyon:

Keynesyen sistemin temelini, piyasa sisteminin yapısında mevcut olan istikrarsızlıklar nedeniyle kapitalist özel ekonominin konjonktürel krizler ile yüzyüze gelme eğilimi içinde olduğu ve bu tür krizlerin sadece para ve maliye politikasına ilişkin önlemler vasıtasıyle devletin ekonomiye müdahale etmesi yolu ile önlenebileceği düşüncesi oluşturmaktadır.

Monetaristler ise, piyasa sisteminin prensip itibariyle istikrarlı olduğu esasından hareket etmektedirler. Tam istihdam ve fiyat istikrarı, gerçekleştirilmesi daima mümkün olan hedeflerdir .

Bu yaklaşıma göre, piyasa mekanizmasında gözlenen istikrarsızlığın asıl nedeni, yanlı iktisat politikasıdır. Bu nedenle, ihtiyari maliye ve para politikaları reddedilmekte ve para arzının milli gelir kadar arttırılması önerilmektedir.

Şekil 3’te işsizlik ve enflasyon oranları arasındaki değişim ilişkisi görülmektedir. Keynes’yen yaklaşıma göre, yüksek bir enflasyon oranını kullanmak kaydıyla, maliye politikası yardımı ile işsizliği sürekli olarak azaltmak mümkündür. Monetaristler bunun tanı tersi bir görüşü savunmaktadırlar. Onlara göre, enflasyon ile işsizlik arasında uzun dönemde bir trade-off ilişkisi mevcut değildir. İşsizlik oranının azaltılması, enflasyon oranının arttırılması pahasına sadece kısa dönem için gerçekleştirilebilir. İstihdam açısından elde edilen bu olumlu etki, uzun dönemde kaybolur; “doğal işsizlik oranı” bu kez daha yüksek enflasyon oranında tekrar ortaya çıkar.

Bu düşünce sistemini Şekil 3 yardımıyla daha somut hale getirmeğe çalışalım. Konunun daha kolay anlaşılmasını sağlamak amacı ile (Un) noktası ile gösterilen işsizlik oranının (naturel rate of unemploynıent) konjonktürel nedenlerden değil, arızî (daha iyi biri aramak vs.) ve yapısal (belirli ekonomi dallarında teknik ve iktisadî anlamda meydana gelen köklü değişiklikler vs.) nedenlerden kaynaklandığı görüşünden hareket edelim. Şekil’de çıkış noktası olarak işsizlik oranının % 3, enflasyon oranının % 1 olduğu kabul edilmektedir. Maliye Politikasının amacı, toplam talebi genişletmek ve böylece

(1) İşletmeleri ve (2), işçileri özendirmek suretiyle, % l’lik işsizlik oranına ulaşmaktır.

(1) Toplam talep üzerinden işletmeleri özendirmek suretiyle yapısal işsizliğin kısa süre için önlenmesine ilişkin süreci üç aşamalı olarak incelemek mümkündür.

Kaynak: Dergi Park

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun