Günümüz temsili demokrasilerinde yapılan seçimlerin ekonomiye getirdiği yükü incelediğimiz bu çalışmamızda üzerinde durmadan geçemeyeceğimiz bir diğer husus da iktidar partilerinin özellikle seçim dönemlerinde iktisat politikaları yolu ile ekonomik değişkenler üzerinde manipülatif hamleler yaparak yeniden seçilmeyi amaçlamalarıdır.
Đktisat literatüründe “Politik Konjonktür Hareketleri” olarak tanımlanan bu durumun incelenmesi başlı başına başka bir tezin konusu olacak kadar derindir. Bizim çalışmamızda politik konjonktür hareketlerine yer vermemizin esas amacı Türkiye için incelediğimiz 2002 ve 2007 seçimlerinde teorik olarak bir konjonktür hareketinin asıl konumuz olan seçim harcamalarının ekonomiye etkisi içerisinde bir maliyet unsuru olarak yer alıp alamayacağıdır. Ayrıca teorik olarak öngörülenlerin siyasi yozlaşmaya ve siyasi yozlaşmanın da ekonomik yozlaşmaya neden olup olmayacağı üzerine bir ön bilgi vermesi de önemlidir.
Teorik Arka Plan
Ekonomi ve politika ilişkisi iktisat literatüründe uzun yıllar tartışılmıştır. Genel olarak iktisat literatüründe ekonomi ve politika ilişkisi devletin ekonomiye müdahale etmemesini savunanlar (Klasik Đktisat) ve mutlak müdahaleyi savunan (Keynesyen Đktisat) olarak iki gruba ayrılabilir. Bu görüşlerin kronolojik sınıflandırılması ise 1960 öncesi ve sonrası olarak iki gruba ayrılmaktadır. 1960’lı yılların öncesinde savunulan görüşler piyasa ve devletin başarısı üzerinden tanımlanırken 1960 sonrasında bu başarı yerini hükümet ve piyasa başarısızlığına bırakmıştır (ONUR, 2004:13).
Politikacıların yetki alanlarındaki bir dizi enstrümanı kullanarak yeniden seçilme şanslarını arttırma çabası içerisinde olmaları ilk olarak “Kalecki” tarafından gündeme getirilmiştir. Ancak daha sonra “Nordhauss” tarafından yapılan çalışma ile popüler hal almıştır (BAŞARAN ve DURSUN, 2006:193)
Politik Konjonktür hareketlerinin literatürdeki yeri Klasik İktisada, Klasik İktisadın 1960’lı yıllardaki türevi Neo – Klasik İktisada, Neo – Klasik İktisadın 1970’li yıllardaki kolu Anayasal İktisada ve Anayasal İktisadın 1980’li yıllardaki kolu Kamu Tercihi Teorisi’ne dayanmaktadır (ONUR, 2004:14).
Genel olarak “politika bilimine yönelik olarak ekonomi biliminin uygulanması” veya “piyasa dışı karar almanın ekonomik analizi” olarak tarif edilen Kamu Tercihi Teorisi politikacıların ekonomi sınırlarını ihlal ederek kendi çıkarları doğrultusunda ekonomide olumsuz değişimlere neden olması olarak tanımlana “Hükümet Başarısızlığı” fikrine dayanmaktadır.
Kronolojik olarak 1940 ve 1980’li yıllar olarak ikiye ayrılan kamu tercihi teorisinin bu iki döneminde varsayım, yöntem ve görüş açısından farklılık olmamasına rağmen 1940’lı yıllardaki kamu tercihi teorisinin başlı başına bir kategori olarak sunulması; bunun yanında 1980’lerde ise teorinin anayasal iktisadın bir alt kolu olarak açıklanması en önemli farktır. Bir diğer fark ise İngilizce literatürden Türkçe literatüre yapılan çeviri sırasında oluşmuştur (AKTAN, 1999:135).
1940 döneminde kamu tercihi teorisinin başlangıç noktası toplumsal refah fonksiyonudur. Bireysel tercihlerin sayılabilir ve toplanarak toplumsal tercihlerin hesaplanabilir olduğunu savunan toplumsal refah fonksiyonu 1980’lerdeki kamu tercihi teorisinde yerini seçim, piyasa ekonomisi ve kamu ekonomisi kavramlarına bırakmıştır. Bu dönüşüm 1980 kamu tercihi teorisini iki gruba ayırmıştır. İlki pozitif kamu tercihi teorisi olup gerçek hayattaki politik kurumların yapısı, aktörlerin davranışları ve motivasyonlarını analiz ederken ikincisi normatif kamu tercihi teorisi olup var olan yerine olması gereken ekonomi – politika bileşimini incelemektedir (AKTAN, 1999:136).
1980’li yıllardaki kamu tercihi teorisi; değerlendiren, seçen ve ona göre hareket eden “Metodolojik Bireyi”, kıt kaynaklar arasından faydasını maksimize eden “Bireysel Rasyonaliteyi” ve politik alanda bireylerin kamusal mal ve hizmetler için mübadelesini ifade eden “Politik Mübadeleyi” temel varsayımları olarak kabul etmektedir.
Politik konjonktür hareketleri teorisine altyapı teşkil eden bir diğer ekol ise Keynesyen Teori’dir. 1929 krizinin ardından keynesyen teorinin literatüre yaptığı katkılar başta minimal devlet düşüncesine karşı ortaya koyduğu müdahaleci devlet varsayımıdır. Keynes’in devletin ekonomi içerisindeki rolü ve fonksiyonunun arttırılmasını öngören bu varsayımı sonraları Buchanan tarafından “leviatan” devlet tanımı ile aşırı ve tehlikeli genişlemiş devlet yorumu olarak eleştirilmiştir. Bunun yanı sıra denk bütçe yerine telafi edici bütçeyi savunması; bunun bir sonucu olarak emisyon ve borçlanma yolu ile gerçekleştirilen açık finansman kavramları da teorik gelişimde etkili olmuştur.
Teorinin gelişiminde bir diğer önemli ekol olan “Anayasal İktisat” ise politik davranışları sınırlayan anayasal hükümlerin nasıl olması gerektiği konusunda yoğunlaşmaktadır. Bu bakımdan hükümetlerin gelir ve giderlerinin anayasal ilkelerle sınırlandırılmasını hedefleyen ve büyüyen devletin emisyon, vergiler, bütçe gibi enstrümanlarında hareket alanını net çizgilerle belirleyen ve sınırlandıran varsayımları ile vatandaşların ekonomik haklarını gözetmeyi hedeflemektedir.
Teorinin Öngörüleri
En genel manada politikacıları yeniden seçilebilmek için ekonomik değişkenler üzerinde manipülasyon yapmasını ifade eden politik konjonktür hareketleri teorisi kısa dönemde ( seçim öncesi – seçim yılı arasında ve / veya seçim yılı – seçim sonrası olarak) bir yıllık süreyi; uzun dönemde ise bir seçim yılından diğerine kadar olan süreyi etki süresi olarak kabul eder (ALESĐNA, 1999:1 – 3).
Teori gelişimi sürecinde varsayımlarını adaptif beklentilerin kabul gördüğü dönemde öne sürmekle beraber rasyonel beklentilerin popüler olmasından sonra da ortaya koymuştur (S.ERDOĞAN, 2004:48). Bu anlamda geleneksel ve modern yaklaşım olarak ikiye ayrılan teori modellerini fırsatçı ve partizan ayrımı ile ortaya koymaktadır. Fırsatçı ve partizan olarak iki modelin ortaya çıkışında Nordhauss ve Hibbs tarafından yapılan iki tanımlama etkili olmuştur. Nordhauss tek endişesi yeniden seçilebilmek olan “fırsatçı” politikacıların yol açtığı konjonktür ile ilgilenirken Hibbs ise göreve geldiklerinde sistematik olarak seçmen tabanlarına yönelik politika uygulayan “partizan” partilerin belirlediği konjonktürü tanımlamaya çalışmıştır.
Geleneksel Yaklaşım
Geleneksel yaklaşım içerisinde fırsatçı modeller hükümetlerin seçim dönemlerinde yürü – dur – yürü kısırdöngüsüne yol açacak politikaları tercih edeceğini savunur. Bu anlamda seçimlerden bir ya da iki yıl önce genişletici eğilimlerin sonucu olarak büyüme oranının normal düzeyin üzerinde; işsizlik oranının ise normalin altında seyredeceğini savunur. Bir başka deyişle hükümetler yeniden seçilebilmek için kısa dönem phillips eğrisini esas alarak yüksek enflasyon maliyetine katlanıp genişletici istihdam politikası uygularlar. Seçim sonrasında enflasyon oranında gerileme olmaksızın işsizlik oranı doğal düzeyine doğru seyreder. Bu durumun aslında hükümetlerin popülaritesini azaltıcı olarak sonuçlanması gerekirken seçmenler tarafından gözlemlenemez ve cezalandırılamaz (S.ERDOĞAN, 2004:55 – 59). Yine aynı biçimde para ve maliye politikaları da seçim öncesi genişletici, seçim sonrası ise daraltıcı biçimde uygulanır. Geleneksel partizan modeller ise sol partilerin sürekli olarak düşük işsizlik üzerinde etkili olacak politikaları tercih edeceğini, sağ partilerin ise düşük enflasyon üzerinde uzmanlaşacağını savunur.
Modern Yaklaşım
Mevcut modellerin rasyonel beklentiler hipotezi çerçevesinde düzenlenmesi ile oluşturulan modern yaklaşımda fırsatçı modeller politika enstrümanlarındaki manipülasyonların rasyonel bireylerce gözlemleneceğini ve seçmenin uzun dönemde ekonomik değişkenler yolu ile aldatılamayacağını savunur. Ancak burada politikacı ile seçmen arasındaki ”asimetrik enformasyon”, “rasyonel ihmalkarlık” ve “zamanlar arası kutuplaşma” uzun dönemde de manipülasyonu mümkün kılar.
Modern partizan teori ise partilerin tabanlarına ilişkin iyileştirme yapabilmesinin sistematik olamayacağını, ancak kısa dönemli olarak uygulanabileceğini savunur.
Kaynak: acikerisim.sakarya.edu.tr