Anasayfa Araştırma İbni Haldun’un İslam Ekonomisi ile İlgili Görüşleri

İbni Haldun’un İslam Ekonomisi ile İlgili Görüşleri

by

Giriş

İbni Haldun (v. 808/1406), direkt iktisat ya da ekonomi terimlerini bugünkü kullanılan terim manasıyla kullanmamıştır. Mukaddime’de iktisat terimini Kur’an-ı Kerim’de kullanılan “ölçülü olmak” anlamındaki terimle aynı manada kullanmıştır. Ancak İbni Haldun, Avrupalı araştırmacılardan dört asır evvel ekonomik olaylarla alakalı konuları ele almış ve onları sistematize ederek kurallaştırmıştır. Oysa Avrupa’da 17. asrın ikinci yarısına kadar ekonomik konularla alâkalı araştırmalar, bilimsel bir çalışma olarak yapılmamıştır. Ekonomik durumların çoğunun, değişmeyen kanunlara tabi olduğunu kabullenmek bunları ispatlayıp sistemleştirerek ilke haline getirmek 17. asrın ikinci yarısından itibaren yapılabilmiştir. İbni Haldun yaşamın sürdürülebilmesi için insanların bir arada yaşamalarının zorunlu olduğunu, sıradan, olağan ve primitif düzeyde dahi gereksinimlerini yalnız başına gideremeyeceklerini söyler. Cemiyetlerin, varlığını devam ettirebilmesi için ise iktisadi faaliyetlerde bulunmak zorunda olduğunu ifade eder. Zira mal ve hizmetlerin üretilmesi, üretilen bu malların da ihtiyacı olanlar tarafından satın alınması yaşamın devamlılığı için zorunludur. İbni Haldun’a göre ekonomik faaliyet; insanı, hayvanlardan farklılaştıran bir etkinliktir. İbni Haldun; sosyal farklılıkların, kişilerin ve toplumların sürdürdüğü iktisadî faaliyetlerden kaynaklandığını söyler. Ona göre; bundan dolayı insanlar söz konusu faaliyetleri yapabilmek ve devam ettirebilmek için, teşrik-i mesai halinde olmak zorundadırlar. Ekonomistler iktisadi olayları, herhangi bir etkene maruz kalmaksızın kendi kendine olabilen bağımsız olaylar olarak değerlendirmişlerdir. İbni Haldun ise Mukaddime’de ekonomik ve sosyal olayları birbirinden bağımsız bir şekilde ele almaz. Aksine onları birbirleri ile karşılaştırarak inceler. İktisadi konuları ve olayları sistematik hale getirmesi nedeniyle İbni Haldun, İktisat sosyolojisinin de kurucusu olarak kabul edilmelidir. Zira İbni Haldun kendisi dışında ekonominin sosyal olaylar üzerinde önemli derecede etkili olduğunu onun kadar açık şekilde inceleyen ve ortaya koyan bir ilim adamı olmadığını söyler. Ona göre bu hususla alakalı olarak kendisinden evvel yazılanlar amacına varamamıştır. Ayrıca onların olaylar hakkındaki tahlilleri de anlaşılır değildir. İktisat sosyolojisinin ise batıda ancak 19. asrın ikinci yarısında sistematik bir hale getirilebilmesi bu büyük düşünürü haklı çıkarmaktadır.

Bu çalışmada İbni Haldun’un İslam Ülkelerinde bir zamanlar yaşadığı tecrübelerinden yola çıkarak iktisadın nasıl işlediği hususu ve İslam Ekonomisi ile ilgili önerdiği düşünceleri ele alınacaktır. Bu bağlamda İbni Haldun’un İslam Ekonomisine dair düşünceleri ve tespitleri ele alınmaya çalışılacaktır. Buradan hareketle, İbni Haldûn’a göre servetin kaynakları, iktisat-devlet ilişkisi, iktisatnüfus ilişkisi iktisadî kalkınma, İbni Haldun’un piyasa ile ilgili görüşleri arz, talep ve fiyatların oluşumu ile ilgili fikirleri ele alınmaya çalışılacaktır. Bunun yanında bu çalışmada günümüz devletlerine özelde de İslam ülkelerine, İbni Haldun’un İslam ekonomisi ile ilgili tespit ve öngörülerinin ışık tutması amaçlanmaktadır.

Dünyadaki bütün iktisadî sistemleri tesiri altına alan 2008 global krizinden sonra hemen hemen bütün ülkelerde ekonomik sistemler açısından birbirinden farklı seçenekler aranmaya başlanmıştır. Bu bağlamda İslam Ekonomisi sistemi, ekonomik buhrandan kurtulma yollarından biri olarak görülmüş, değerlendirilmek üzere masaya yatırılmıştır. Bunun neticesinde İslam dünyasında bu sahayla alakalı çalışmalar artmıştır. Bu vetirede Türkiye’de de bu konuyla kısmi olarak ilgili ilmi çalışmalar yapılmıştır. Bu ilmi çalışmalar içerisinde İbni Haldun’la ilgili kitap, tez ve makaleler de bulunmaktadır. Bu alanda yazılanlardan bir kısmı şunlardır: Ali Gökhan Gölçek ile Mustafa Alpin Gülşen’in Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi’nde yayınlanan “İbn Haldun ve Serbest Piyasa Fikri: İbn Teymiyye ve Gazali’den Kanıtlar”; İbrahim Özkılıç’ın Akademik Bakış Dergisi’nde yayınlanan “İbn Haldun’da İktisadî Kalkınmanın Dinamikleri ve Girişimcilik” adlı makaleler ve Mohammad Haj Hamidow’un Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimle Enstitüsü’nde kabul edilen “İbn-i Haldun ve Adam Smith’in İktisadi Yaklaşımlarının Karşılaştırılması” adlı Yüksek Lisans tezi ile İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü’nde kabul edilen Şeyma Gülas’ın “Vergi ve Yatırım Açısından İbn Haldun, Adam Smith Ve Arthur Laffer Karşılaştırması” adlı Yüksek Lisans tezleri bunlar arasındadır. Ülkemizde akademik alanda bunlara benzer pek çok değerli çalışma yapılmış ancak her birisi spesifik olarak kalmıştır. Konunun biraz daha bütüncül ele alınması gerektiğine inandığımız ve daha muhtasar olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğümüz için ayrıca can alıcı noktalara işaret ederek ekonomik bir reçete önerisi şeklinde bu çalışılmanın yapılmasına karar verdik.

1. İbni Haldun’a göre Servetin Kaynakları

İbni Haldun’a göre tüm servetlerin sebebi, membaı üretim ve emek olmak üzere iki tanedir. O emeğin yanında edilgen bir unsur olduğunu kabul ettiği tabiatı da aslî unsur olarak sayar. İnsanların gereksinimlerine cevap verebilmek doğal kaynaklardan faydalanabilmek için emek gereklidir. Doğada henüz işlenmemiş maddelerin işlenip ihtiyaçlara cevap verecek duruma getiren faktör emektir. Dolayısıyla emeksiz kazanç mümkün değildir. Herhangi bir ülkedeki servetler üreticilerin emekleri, harcanan beden gücü ve sarf edilen zihinsel çabaların neticesidir. Ancak kişisel servetler harcanan emekle mütenasip olmayabilir. Allah dilediğine sınırsız-karşılıksız rızık verir. İbni Haldun; kazancı, emeğin kıymeti şeklinde kabul edip, emek sarf edilmeyen bütün kazançların İslam İktisat sistemine aykırılık teşkil edeceğini söyler. O bu durumu: “Hâlihazırda tabiatta mevcut olan lütuf ve ihsanlara sahip olabilmek ancak emekle mümkündür. Emek verildikten sonra elde edilen anapara/anamalın kazandıracağı servet de emek dolayısıyla elde edilebilir. Elde edilen bütün kıymetler, emek ile tabiatın bir araya gelmesinin sonucudur.” demek suretiyle temellendirir. İbni Haldun kazanç sağlama merhalesinde en mühim etkenin iş bölümü olduğunu belirtir. Ona göre insanlar iş bölümü yapmaksızın zaruri gereksinimlerini dahi karşılayamazlar. Hangi düzeyde iş bölümü geçekleştirilirse, o düzeyde üretim ve dolayısıyla gereksinimleri karşılama oranı da artar.

İbni Haldun, şahsi düzlemde rızık ile kazanç arasında da ayrım yapmaktadır. Üreticinin artı-ürününü üretmeden bir şekilde elde eden kişilerin gelirlerini de değerlendirmektedir. İbni Haldun, kişinin emek sarf ederek kazandığı getiriden zaruri gereksinimlerini giderdiği miktarı “rızık” olarak adlandırmakta, bu kısımdan arta kalan ve re’sül-mal olarak biriktirilene de “kazanç” demektedir. O, kişinin emeksiz rızka sahip olmasının mümkün olmadığını söylemektedir. Ekonomik çabaya bu denli ehemmiyet atfetmesinin temel nedeninin “Rızkınızı arayınız” ayeti olduğunu vurgulamaktadır. Rızık aşaması sadece insanların zaruri gereksinimlerini karşılayacak miktarda üretim yaptığı, iş bölümü ve üretim vasıtalarının artı üretimi gerçekleştiremeyeceği dönemlerdir. Ne zaman üretim, artı vermeye başlarsa kazanç aşamasına geçilmiş olur. Bu tür geçiş de terakkiye, gelişmeye ve medeniyetin oluşumuna sebep olur. Bu tüketim fazlası ürün terakkinin de sermaye biriktirmenin de kaynağını meydana getirir. Ona göre servetin, meydana gelebilmesi için devlet mekanizmalarının tam anlamıyla işlemesi gerekir. Bu sayede reayanın refahı artar. Ona göre altın veya gümüşün mevcudiyeti servetin büyüklüğüne tesir etmez. Servet, ekonomik olaylarla, mevcut piyasaların genişliğiyle, devletlerin verdiği teşviklerle veya kredilerle büyür. Bu durum da yatırımın ve üretimin artmasını sağlar. Bir ekonomik sistemde yatırım ne kadar çok olursa üretim de o kadar çok olur, üretim ne kadar çok olursa kazanç da o kadar çok olur. Daha çok kazancın elde edilmesi, daha fazla yatırımın yapılması anlamını taşır. Bu sayede birbirini sürekli etkileyen bir döngüden bahsetmek mümkündür. Bu döngü servetin kaynağını oluşturur.

İbni Haldun’a göre emek karşılığında elde edilen gelir ve getiri arttıkça, emek arzı da artar. Bu sayede konforu arttırıcı istihlak, elde edilen gelirle orantılı olacak şekilde artar. Zanaat erbabının elleriyle üretimi, lüks mallar ortaya koymak içindir. Bu mallardan dolayı tahakkuk eden artı değer nedeniyle şehirde kârlar da artar. Kârlar artınca üretim daha fazla gerçekleşir. Bu sayede artışlar ikinci ve üçüncü kez tahakkuk eder. İşte bu fazla emek, hayatın zorunlu ihtiyaçlarının giderilmesini sağlayan emeğe hizmet etmek yerine, servetin artışını ve lüks malların üretiminin gerçekleşmesini sağlar. Ona göre, emek katma değerin kaynağıdır. Kâr ise, emekten sağlanan kıymettir. Çalışmak; iktisadi cihetten hayatın sürekliliği için ehemmiyeti ve mecburiyeti ile emek vermenin, kendi işini kendisinin yapmasının ahlaki tarafını da ortaya koymaktadır. İbni Haldun’a göre; maddi olarak rahat bir yaşamı hayat tarzı olarak benimseyenlerin çoğunluğu, kendilerine has olan işlemleri dahi yapmayıp başkalarına yaptırırlar. Ona göre bu durum tabii olmayıp, söz konusu hizmetlerin yürütülmesinde çalışan şahıslar için fazladan para harcanmasına ve daha az üretken olunmasına neden olduğu gibi bu işleri yaptıran kişileri de atalete sürükler. Bundan dolayı toplumların iktisadi buhrana maruz kaldığını savunur.

İbni Haldun büyük miktarda servete malik olmanın ve varlığa kavuşmanın, yollarından biri olarak ekonomik ve politik gelişmeleri göz önünde bulundurarak bunu avantaj haline getirmek suretiyle mümkün olacağını söyler. Servetin birtakım şahıslarda ve ailelerde çok miktarda toplanmasının sebebini şöyle açıklar: Bir şahsın yahut bir ailenin, çok büyük zenginliği bir kuşakta elde etmesi tabii şartlar altında imkân dâhilinde değildir. Bu durum ona göre ekstern olup fırsatların değerlendirilmesi ile ancak mümkün hale gelmektedir. “Devletler de insanlar gibi doğar, büyür ve ölür” diyen İbni Haldun, devletlerin dağılma dönemlerinde ekonomik yaşamın da sıkıntılı bir hal aldığını ve gayrimenkullerin değerinden daha aşağı fiyatlarla satılmaya başladığını söyler. Bu karışık zamanlarda bu işi fırsata dönüştüren şahıslar ucuz fiyatlarla satılan bu taşınmazlardan çok fazla satın alırlar. Şayet bu taşınmazları koruyabilirlerse zenginliklerine zenginlik katmış olurlar. İbni Haldun, büyük risk içeren girişimleri ve yatırımları yapmak işini büyük servetler elde etme yollarından biri olarak addetmektedir. Buna örnek olarak yaşadığı dönemde, çöller üzerinden büyük riskleri göze alarak Sudan’a meta götüren ve oradan meta getiren tacirlerin az zamanda büyük servetler elde ettiğini söyler. Ona göre rizikolu olan İslam’ın helal gördüğü riske katlanmadan haksız kazanç ve sebepsiz zenginleşmeye yol açan karaborsa gibi olumsuz gayri meşru risklere başvurmadan, doğal ekonomik girişimlerle büyük miktarlarda astronomik zengin olunmaz. Bunun dışında ona göre savaşta elde edilen mallar ve tereke yoluyla da zengin olunabilmekte, büyük servetler elde edilmektedir.

2. İbni Haldun’a Göre İktisat-Devlet İlişkisi

İbni Haldun’a göre devlet ekonomide son kararı veren rolü üstlenmemelidir. Zira müellif, devletin doğrudan ekonomik hayata müdahalesine olumlu bakmamaktadır. Ancak ona göre devlet dolaylı olarak fonksiyonel bir şekilde ekonomik hayatta yer almalıdır. Devlet bazı tedbirleri almak suretiyle ekonomiyi yönlendirir, onu canlı hale getirir. Bunlardan biri güvenlik, diğeri kişilerin sahip olduğu hakları kullandırmak olup bu suretle ekonomik faaliyetler gerçekleştirilir.

İslam hukuk düşüncesinin en temel ilkelerinden birisi olan adalet İbni Haldun’da da asli bir değer olarak kabul görür. Kapitalist ekonomide özgürlük prensibi, sosyalist ekonomide eşitlik prensibi asli unsur iken İslam ekonomi modelinde adalet prensibi temel ilkedir. Devlet hazinesinin gelir kalemleri ahalinin emek harcayıp, çabalaması ve üretmek arzusuyla doğrudan bağlantılıdır. Bu da ancak adalet prensibinin hâkim kılınmasıyla sağlanır. Adalet ise egemen güç olan devletin, vatandaşlarının haklarını koruduğu ve bireysel özgürlüklerini de sağladığı ölçüde gerçekleşir. Halkına adalet dağıtan devlette ekonomik refah, bu özgürlükler ve haklar sayesinde artar. Devletin ekonomik refahı sağladığı ve geliştirdiği zaman diliminde rahatlık meydana geldiği için idareciler, çok dikkatli davranmalı ve süreci çok iyi bir şekilde yönetmelidir. Özellikle kaynakların kullanımı hususunda çok dikkatli davranılmalı kaynakların hunharca ve düzensiz bir şekilde kullanımı anlamına gelen israftan kaçınılmalıdır. Biriktirilen servet yerli yerinde ekonomiye kazandırılmayıp tekrar yatırıma ve üretime dönüştürülmezse belirli bir zaman sonra kaynaklar biter. Çünkü serveti meydana getiren çarkın başında yatırım ve üretim gelmektedir. Bu da eldeki kazançla sağlanır. Eldeki birikim yerli yerinde yatırıma dönüştürülmez ise üretim gerçekleşmez. Üretim gerçekleşmezse kazanç elde edilemez. Bu israf, askeri güce de akseder bu da devletin zayıflamasına neden olur. Zayıflayan devlet çöker ve yıkılır. Devlet görevlerini tam anlamıyla yerine getirirse adalet ve gelişme olur. Adalet gelişme olursa güven ortamı oluşur. Oluşan güven ortamı dolayısıyla insanlar daha çok yatırım yapar daha fazla yatırım, beraberinde daha fazla üretimi getirir. Daha fazla üretim de daha fazla kazancı ve refahı ortaya çıkarır. Bunun için devlet, tebaasının refahını yükseltmeli ve güven ortamı oluşturarak bütün görevlerini tam anlamıyla yapmalıdır.

İbni Haldun devletin vergi almak, üretim yapmak vb. yollarla elde ettiği paranın kasasında toplanıp âtıl hâlde kalmasının doğru olmayacağını savunur. Zira o, böyle bir durumda ekonomik faaliyetlerin daralacağı, üretimin azalacağı dolayısıyla ahalinin ve devletin iktisadî olarak zayıf duruma düşeceği kanaatini taşır. Devletin kasasında bulunan paranın vatandaşların hayatını ekonomik açıdan daha iyi hale getirecek sosyal projelerde kullanılması suretiyle üretimin canlandırılması ve ülkenin daha çok gelişmesinin önünün açılmasının sağlanacağını dile getirir. İbni Haldun, ekonomik tesirleri ve İslam’ın temel prensipleri gereğince devlet yöneticilerinin cimri davranma hususunda dikkatli olmalarını ve devletin kasasında çok fazla para bulundurmamalarını, para biriktirme hırslarına yenilmemelerini tavsiye eder. Ayrıca harcamalarda bulunurken biraz önce zikredilenin tam tersi olan sınırsız ve hesapsız harcama yapmak suretiyle israfa yol açacak davranışlardan sakınmalarını ancak halklarının müreffeh ve rahat yaşayabilmesi için cömertçe harcama yapmaları gerektiğini söyler. Ona göre devletin vatandaşına cimri davranıp cömertçe harcamalarda bulunmaması da yanlış bir politikadır. O, halkın ekonomik durumunu en fazla bozacak politikanın da bu olduğunu savunur. Devlet israfa yol açmadan ne kadar çok harcamada bulunursa ekonomi o kadar canlı hale gelir. Bu sayede vatandaşın elde ettiği servet daimî hale gelir. Güdülen bu siyaset neticesinde devlet vergi gelirlerini artırır. Buradan hareketle İbni Haldun’un devlete sosyal ve ekonomik büyük sorumluluk ve vazifeler yüklediği anlaşılmaktadır. Fakat buna rağmen devletin doğrudan ekonomik girişimlerde yer alarak tüccar vasfına bürünmesini ve tarımsal üretim yapmasını onaylamamaktadır. Buna gerekçe olarak şunları dile getirmektedir: Devletin askeri ve ekonomik gücünü özel sektör olarak da tanımladığımız ticaret ve ziraat erbabına karşı kullanması durumunda bunların devletle rekabet edecek güce sahip olmadığından devlet haksız rekabet yapmış olur. Bu rekabetle baş edemeyerek dayanamayan ticaret ve ziraat erbabı ekonomik faaliyet yapmaktan imtina etmek mecburiyetinde kalabilir. Bu rekabet beraberinde devletin tekelleşmesine neden olup malların fiyatının artmasına sebebiyet verir. Bu da devleti zarara sokar. Zira ahalinin ticari yaşamdan geri çekilmesi nedeniyle verginin azalmasıyla gelir kaybı oluşacaktır. Bu oluşan zarar da devletin ekonomik faaliyet gösterdiğinde kazanacağı gelirlerden daha büyük miktarda olacaktır.

İbni Haldun’a göre güçlü devletleri yıkan diğer bir etken zulümdür. Büyük yerleşim yerlerinde ve devletlerde zulüm ve haksızlıklar olunca bu yerleşim yerleri ve devletler yıkılır. Ona göre yok olmaya sebep olacak felaket, yapılan zulmün ahalinin durumuna tesir ettiği nispette olur. Zira haksızlıklar ve zulümler, ahalinin gelirinin azalmasına neden olur. Neticede bu durum devletin zararına olur. Ona göre zulüm yalnızca, ahalinin sahip olduğu varlıkları nedensiz bir şekilde veya karşılığı olmaksızın ellerinden almak değildir. O, zulmün çok daha umumi bir durum olduğunu dile getirir. Mesela, kişilerin mallarının rızaları olmaksızın çalıştırılmasını ve onların şâriʻin talep etmediği bir yükümlülüğün altına sokulmasını zulüm olarak niteler. Halkın sahip olduğu malvarlıklarından hakkı olmaksızın olarak vergi almayı ahalinin mallarını sebepsiz yere alıkoymayı; kişilere ait olan hakkı vermemeyi zulüm olarak görür. Bunun neticesinde “umran” yok olur bu da devletin yıkımına yol açar.

3. İbni Haldun’a Göre İktisat-Nüfus İlişkisi

İbni Haldun nüfusun azlığının iktisada olumlu tesirinin olmayacağı kanaatini taşır. Ona göre nüfusun çok fazla olduğu yerlerde piyasa büyür ve genişler, bu büyüme beraberinde iş bölümünün artmasını da sağlar. Az nüfusa sahip, toplumsal üretim düzeninin içerisindeki farklı hizmet ve görevlerin, toplum üyeleri arasında yeterli derecede ilerlemediği toplumlarda, küçük yaşam alanlarında ahalinin mal ya da hizmet oluşturma faaliyeti düşüktür. Bundan dolayı bu tür yerlerde çoğu insan fakirlik, darlık ve zorluk içinde yaşamını sürdürür. Varlıklı ve yoksul devletler karşılaştırıldığında ahalinin yaşam düzeyi ölçülerinde oluşan farklılık, mevzubahis cemiyetlerde ürün meydana getirme miktarlarındaki fazlalık ya da azlık ahalinin üretkenliğiyle yakından alakalıdır. Nitekim her bölge halkının harcamaları ürettikleri ile orantılıdır. Tamamen üretime dayalı ekonomik eylemlerde kâr sağlamayı amaçlayan, bunun için emek sarf eden bir toplum olmalıdır. Popülasyonun azalması sonucunda ahali içerisinde üreten kişiler daha az duruma gelecek bu da emeği olumsuz etkileyecektir. Bundan dolayı da kar azalacaktır. Tersi durumda ise nüfus dolayısıyla emeğin ve üretimin fazla olduğu cemiyetlerde kârın fazla olmasından dolayı müreffeh oldukları müşahede edilmektedir. İbni Haldun nüfus ve üretimi iki iktisadi etken olarak kabul eder. O üretimin nüfustan etkilendiğini dile getirir. Çünkü ona göre nüfus ne kadar çok olursa üretim de o oranda artacaktır. Nitekim bireylerin yaptıkları iş bölümü sonucunda gerçekleştirdikleri üretim, harcadıkları emekten fazla oluyorsa, nüfus arttıkça buna paralel olarak iş bölümü ve üretim de artacaktır. Nüfusun artma sebeplerini ise göç veya tabii yollarla insan neslinin çoğalması şeklinde olduğunu söyler. O, bir yerleşim yerindeki insan sayısının artmasının aynı zamanda talebin artmasına buna bağlı olarak da üretimin artacağını söyler. Daha sonra artan üretim beraberinde işgücüne olan talebi arttıracaktır. İşgücüne olan talep nüfusa da etki edecek böylelikle döngü nüfusun da artışına sebep olacaktır. Buradan hareketle o, şu kanıya varmaktadır: Nüfus ve üretim bu döngü içerisinde birbirini destekleyecektir. Öyle ki o nüfusun ekonomiye çok büyük etkileri olduğunu kabul eder, büyük nüfusa sahip büyük bir ülkede, ahalinin geliri çok iyi ise haksızlık ve zulüm halinde dahi karşı karşıya kalınacak eksilmenin çok az düzeyde olacağını söyler. Ona göre bu eksilme şehrin büyüklüğünden ve işlerin fazla olmasından dolayı hemen hissedilmez zamanla bu eksilmenin etkileri belirgin hale gelebilir.

İbni Haldun’a göre iktisadi açıdan toplumları farklı kılan bir başka etken ise yaşadıkları yerleşim alanlarıdır. Şehirde hayatlarını devam ettirenler ile kırsal alanda hayatlarını sürdüren toplumların iktisadi davranışlarının birbirinden farklı olduğunu söylemiştir. O, yaşam yerlerinin kendine mahsus ihtiyaçlar meydana getirdiğini ve bu ihtiyaca göre tüketime yönelim olduğunu söyler. Ona göre bir yerinin iktisadi hayatı geliştikçe şehir yaşamının da gelirleri fazlalaşacak ve tüketim alışkanlığı bu duruma göre şekillenecektir. Yani şehirlerde aradan zaman geçtikçe gereksinim olan şeylerin tüketilmesinden daha gereksinim dışı, daha şatafatlı tüketime doğru evirilecektir. Bu da ürün çeşitliliğini arttırdığı ve üretim sahalarını geliştirdiği ve üretimi fazlalaştırdığı için işgücü talebini de yükseltecektir. Beraberinde işgücü karşılığında ödenen para artacak insanlar da bunu görünce oraya doğru harekete geçecektir. İbni Haldun’a göre şehirlerdeki popülasyonun yüksek olması, işgücünün fazlalaşması ve iş bölümü ve uzmanlaşmanın meydana gelmesi servetin birikmesi ve zenginleşmek anlamına gelmektedir. Bununla birlikte o, üretimin ve işgücü ihtiyacının fazla olduğu şehre göç neticesinde; zengin şehrin daha çok zenginleşeceğini yeteri kadar zenginleşemeyen, istenen özellikte ve nitelikte olmayan, yetersiz şehrin de daha çok fakirleşeceğini söylemektedir. Bunun sonucunda zenginleşemeyen şehirdeki üretimle uğraşan kesimin üretim yapma güveni de kırılacaktır. Dolayısıyla buradaki üreticilerin daha kolay üretim yapacakları yere doğru yönelimi olacaktır. İbni Haldun’a göre, nüfus yoğunluğu çok fazla hale gelen şehirdeki su kaynakları kullanışsız ve kişilerin yaşayacağı ev vb. yerler de yetersiz duruma gelir. Yoğunlaşma şehirde yaşandığı için zirai ürünlere olan talep artar, tarımsal üretimde oransal olarak düşüş yaşanmaya başlar. Zirai üretim oranında meydana gelen azalma nedeniyle şehirde biriken nüfusa yetecek derecede ürün olmadığından gıda açısından sıkıntı ile karşı karşıya kalınacaktır. Öbür taraftan daha zengin olan kent ahalisinin konfora olan rağbeti bu malların fiyatlarının yükselmesine neden olacaktır.

İbni Haldun gelirlerin ve kârın hepsi ya da oransal olarak çoğunluğu, emeğin kıymeti olduğunu söyler. Ona göre harcanan emeğin değeri, sahip olunan gelire eşittir. Umran’ı sağlayan temel etkenin nitelikli emek olduğunu söyler. Her ne kadar o üretim, gelirin artışı ve iktisadî büyümeyi, nüfusun kentlerde yoğunlaşmasına bağlasa da ona göre mevzubahis olan kalitesiz emek değildir.

Tam tersine o nitelikli işgücünden bahseder. Zira bu nüfus, üretimi, iş bölümünü fazlalaştıran, gelişme ve refahı beraberinde getiren nüfustur.

4. İbni Haldun’a Göre İktisadî Kalkınma

Ekonomik açıdan kalkınma vetiresi sosyo-ekonomik ve kültürel bütün vakıaları birleştirerek müreffeh bir toplumu meydana getirir. Bir ülkenin iktisaden kalkınması için ülke içinde yaşayan insanların kendini güven içinde hissetmesi, kendine itimadının artması ve gelecekle ilgili planlar yapabilmesi gerekir. Bunun realize edilmesi ise kişilerin devamlı artan gelirlerinin olması, darlığın ortadan kaldırılması, bağımsızlık ve bütün kısıtlılıkların kaldırılması ve iktisadi açıdan bağımsızlığa sahip olmasıyla gerçekleşir. İktisadi kalkınma bir süreç olup bunun etkin olarak tahakkuk etmesini temin eden öğeler mevcuttur. Bu öğelerden en mühimi, toplumsal değerlerdir. Zira iktisadi kalkınma, toplumu teşkil eden diğer unsurların tesir alanı içindedir. İbni Haldun’un iktisadi unsurlarla beraber kurumsal unsurlara dayanan kalkınma telakkisi, devimsel ve interdisipliner bir özellik arz etmektedir. İbni Haldun’a göre iktisadî terakki ve refah; girişimciliğin serbest bırakılması, kamu mülkiyetinden özel mülkiyete geçişin sağlanması ve bu hakların devlet tarafından korunması, herkese uygun düşeni, hakkı olanı vermek suretiyle adaletin tesis edilmesi, kanun ve kuralların herkese aynı ölçüde uygulanması, kamu hizmetlerinin karşılanması amacıyla toplanan vergilerin adaletli olması, devletin özel sektörün yapacağı işlere girmemesi özel sektörle rekabete girişmemesi, ticaret yapmaması üretime ve fiyatlara müdahil olmaması, ticaretin tehlikesiz risksiz yapılabilmesi için ulaşım emniyetinin sağlanması, işlemlerin hızlı yürütülmesi için bürokrasinin azaltılması, tekelleşmenin olmaması yönünde tedbirler alınması, stabil, bağımsız bir para politikası izlenmesi, nüfusun (popülasyonun) büyük olması, yaratıcı ve özgür bir eğitim sisteminin uygulanması ve asabiyet yoluyla sağlanır. Kalkınma ise emek (nitelikli üretken nüfus), uzmanlaşma, iş bölümü, vergiler, kamu harcamaları gibi ekonomik faktörler ile sağlanır.

İbni Haldun için iktisadî kalkınma teriminin altında; siyasal stabilizasyon, emniyetli bir vasat, iş bölümü sonucu geliştirilecek uzmanlaşma, emeğe dayalı iktisadî üretim ve ahlaki normlara bağlı bir nizam vardır. İbni Haldun’un etiğe verdiği ehemmiyet, ekonomik kalkınma fikrinin asli unsurlarından olup kalkınma ile alakalı fikirleri de ahlaka dayanır. Bu bölümde İbni Haldun’a göre (yukarıda saydığımız) iktisadi kalkınmaya tesir eden unsurlar incelenecektir.

5. İbni Haldun’un Piyasa ile İlgili Görüşleri

Bazı araştırmacılar İbni Haldun’un ekonomide liberalizmi tarihte ilk kez dile getiren mütefekkir olduğunu söylemişlerdir. Klasik Ekonomi literatürünün önemli düşünürlerinin hipotezlerine bakıldığında, İbni Haldun’un asırlar önce bu isimlerin incelemiş olduğu bu varsayımları dile getirdiği müşahede edilir, demişlerdir. Mesela, Petty devletin yalnız, adaleti sağlamada, ziraat ve nakliye vd. ulaşımla alakalı işlemlerin yapılabilmesi için tedbir alınmasına, milli ve milletlerarası emniyetin temin edilmesine, işsizliğin ortadan kaldırılması için gereken adımları atma hususuna ve insan popülasyonuyla alakalı meselelere müdahale edebilmesi gerektiğini söyler. Yine Klasik İktisadın babası olarak kabul edilen A. Smith de devletin adalet, diplomasi ve emniyet haricinde bir işleve sahip olmaması gerektiğini ileri sürmektedir. İbni Haldun, devletin iktisada doğrudan el atmasının uygun olmadığını kabul eder. Ancak ona göre devlet dolaylı olarak fonksiyonel bir şekilde ekonomik hayatta yer alabilir. Devlet bazı tedbirleri almak suretiyle ekonomiyi yönlendirir, onu canlı hale getirir. Bunlardan biri güvenlik, diğeri kişilerin sahip olduğu hakları kullandırmak olup bu suretle ekonomik faaliyetler gerçekleştirilir. Devletin doğrudan ekonomiye müdahale etmesi ona göre halkı zor durumda bırakabilir. Zira ticaret yapan kişiler kendi aralarında birbirleriyle rekabet etme gücünü haizdirler. Fakat bütün gücü elinde tutan devletle rekabet etmek mümkün değildir. Devletle rekabet edecek güce sahip tüccar olmadığından serbest rekabet ortamı da kalmaz. Ticaret ve ziraatla uğraşan kimselerin sahip olduğu mallar ne kadar çok olursa olsun devletin elinde her zaman bunlardan çok daha fazla mal vardır. Şayet devlet isterse malları üreticiden doğrudan ve çok daha ucuza alabilir ve bu malları ucuz yolla elinden çıkarabilir. Söz konusu malları çok daha pahalıya alan tüccar bu malı devletle rekabet edecek gücü haiz olmadığından elinden çıkaramaz. Bundan dolayı normal şartlarda arz-talep dengesi meydana gelmediği için, fiyatlar serbestçe oluşmayacak ve iktisadi faaliyetler durağanlaşacaktır. İbni Haldun’un bu düşüncelerine bakıldığında hem kendi asrında yaşayan hem kendinden önceki asırlarda yaşayan İslam düşünürleriyle aynı doğrultuda görüş beyan ettiği görünmektedir. Bunun da temelinde İbni Haldun’da olduğu gibi bu düşünürlerin de ekonomiyle ilgili düşüncelerinin temelinin Kur’an ve sünnete dayanması yatmaktadır.

6. İbni Haldun’a göre Arz, Talep ve Fiyatların Oluşumu

İbni Haldun’a göre, piyasada fiyatlar “arz ve talep kanunu” bağlamında oluşur. İbni Haldun, yalnızca talebin azalıp, artmasına göre fiyatlarda ortaya çıkan farklı durumları ekonomik çerçevede ele almamış, yarattığı sosyal sonuçları da göz önünde bulundurmuştur. İbni Haldun, Müslümanların Endülüs’te, dağlarla kaplı ve verimi olmayan arazilere Hristiyanlar tarafından tıkıldıklarını, bundan dolayı verimsiz toprakların olumsuz koşullarını ortadan kaldırabilmek amacıyla çok sayıda zirai ilaç ve toprağı verimli hale getirecek birbirinden farklı ürün kullandıklarını, dolayısıyla maliyetin, üretimi yapılan tarımsal ürünlere yansıtıldığını söyleyerek, malların üretimi esnasında başat faktör emek ile diğer üretim maliyetlerine tesir eden etkenlerin de, fiyatları tayin eden faktörler şeklinde değerlendirmiştir. Ona göre besin üretimindeki fiyat artışının asıl sebebinin, üretim girdilerindeki fazlalık olduğu kanaatini dile getirmiştir. O, arz ve talep faktörlerinin karşılıklı biçimde etkileşimi neticesinde fiyatların piyasada belirlendiğinin altını çizer. O, her talebin kendi arzını oluşturduğunu söyler. Görüldüğü gibi J. B. Say’in “Mahreçler Kanunu” olarak bilinen teorisini İbni Haldun 4 asır önce dile getirmiştir.

İbni Haldun fiyatların oluşumunda etkili olan bir başka faktörün nüfus olduğunu söyler. Ona göre kentlerde nüfus ne kadar çok yoğun ise şehirdeki üretim bu duruma göre şekillenecektir. Nüfusun yoğun olduğu kentlerde, arz edilen işgücünün de fazla olacağını, zorunlu ihtiyaç maddelerinin fiyatının uygun olacağını, yoğunluğun az olduğu kentlerde ise işgücü arzının az olması nedeniyle fiyatların pahalı olacağını savunur. Kentlerde yalnız asli ihtiyaç maddelerine değil, konfor sunan ve gösterişli mallara rağbet söz konusudur. Halkın gereksinim hissettikleri zorunlu ve gereksinim dışı olup beraberinde konfor getiren bütün mallar, pazarda vardır. Herhangi bir kentte nüfusun  yoğun olmasıyla beraber lüks ve asli ihtiyacalar dışındaki mal ve hizmetlere olan gereksinim fazlalaşacaktır. Kentlerde zorunlu ihtiyaç malları nüfusun az olduğu diğer yerlere nispeten daha ucuz olur. Zira şehirde yaşayan kesimin büyük bir kısmı zaruri maddelerin üretilmesi hususunda yeterlidir çünkü nitelikli bir emek gerektirmez. Kentteki büyük çoğunluğun üretimde pay sahibi olmasından dolayı arz talepten daha büyük oranda gerçekleşecektir. Bu oluşan arz fazlalığı ürün, nüfusun geri kalanının da ihtiyacının giderilmesine katkı sağlayacaktır. Bu tür durumlar piyasada fiyatları belirlemektedir. Bundan dolayı zorunlu gereksinim maddelerinin fiyatları düşecektir.

Tahıl maddesi haricinde diğer meyve, gıda ve bunun benzeri olan tekmili olarak nitelediği tamamlayıcı mal ve hizmetlerin fiyatları bu mallara olan talebin zorunlu ihtiyaç maddelerine olan talepten az olması nedeniyle üretimi de onlar kadar olmadığından arz talepten daha az olarak gerçekleşecektir. Kentlerdeki işgücü de bu mal ve hizmetlerin üretimine hasredilmez. Ancak ne zaman kent ilerlemeye, inkişaf etmeye, tekâmüle doğru yönelir de nüfusu artarsa, konfora talep olur ve gönenç bulursa, mevzubahis mal ve hizmetlerin üretimi hususunda talep çoğalır. Konforlu ve lüks bir hayat sürenler bu mal ve hizmetleri daha fazla tüketme yoluna gittiği için olan talepte bir artış gerçekleşir bunun neticesinde talep arzdan daha fazla olduğu için bu malların fiyatları da yükselişe geçer.

İbni Haldun, kentlerde, uzmanlık ve yetenek isteyen, insanın üretmek için harekete geçirmeye mecbur olduğu fiziki ve düşünsel melekelerinin hepsi ile üretimi yapabilen zorunlu ihtiyaç dâhilinde olmayan tüketim maddelerinin, talebinin arzından fazla olduğunu, bundan dolayı bu tür lüks malların fiyatının yüksek olduğunu söylemektedir. Ona göre özellikli emek istemeyen besin maddelerinin üretimi hususunda ise arzın, talebin üzerinde bir fazlalığı oluştuğundan bu maddelerin fiyatları olabildiğince düşük olur. Popülasyonu düşük olan kent veya sosyal ve iktisadi nitelikleri ya da nüfusunun yoğunluğunun az olması cihetiyle büyük kentlerden farklı olan yerlerde ise bu durumun tam aksi bir hal görülür. Zira nüfusun yoğun olmadığı bu tür yerleşim yerlerinde, emek arzının da az olması hasebiyle, besin maddeleri üreten kesim, asli besin maddelerinin arzının az olduğunu düşündüklerinde bu maddelerin kendilerine yetmeyeceğine inanırlar bunun için bu maddeleri piyasaya sürmeyip stoklarlar. Bunun için bu tür yerleşim yerlerinde besin maddelerinin fiyatları da yüksek olur. Ancak lüks ve konfor için üretilen mallar köy, kasaba ve belde gibi yerleşkelerde ekonomik vaziyet ve popülasyonun düşük seyirde oluşundan dolayı, nitelikli emek ve uzmanlık bu tür mallara rağbet de düşük olduğundan arz talebin üzerinde oluşacağından dolayı bu tür malların buralarda fiyatı düşük olacaktır.

Mal ve hizmetlerin fiyatının oluşumuna tesir eden bir başka unsur ise devletin aldığı vergilerdir. Bundan dolayı malların fiyatına zamlar yapılır, kentlerde ve halka doğrudan satış yapılan yerlerde ek bir vergi daha alınacağından, fiyatlar tekrar artar. Yiyecek fiyatlarına, kent girişlerinde ve pazarlarda devletin belirlediği gümrük-harç ve resimler de eklenir. Bu nedenle kentlerde fiyatlar, kırsal alandaki yerleşim bölgelerinden daha yüksek olur. Fiyatları belirleyen başka bir unsur da üretimi yapılan malın, üretildiği andan pazar tezgahına geldiği ana kadar karşılaştığı maliyetlerdir.

Mehmet ONUR

(Bu metin makaleden alıntıdır. Makalenin tamamını okumak için kaynakta yer alan bağlantıya tıklayınız.)

Kaynak: Dergi Park

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun