Narh, “fiyat takdir edilmesi ve sınırlandırılması anlamında fıkıh terimi”
Kelimenin aslı Farsça nirh (kıymet, fiyat) olup halk ağzında nark şeklinde de kullanılır. Arapça’da piyasa râyicine si‘r, bunun takdiri ve tahdidine tes‘îr denir. Açık kamu yararı gereği, temel ihtiyaçları karşılayan mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarına -onları oluşturan etkenlere dokunulmadan- doğrudan müdahale edilerek belirli sınırları aşmasının önlenmesi maksadıyla resmî tavan fiyat belirlenmesine dar anlamda narh denir. Klasik fıkıh literatüründe devletin fiyatlara müdahalesi çerçevesinde çoğunlukla narhın bu türü incelenmektedir. Geniş anlamda narh asgari ve sabit fiyat tesbitlerini de içerir.
Hz. Peygamber, 8. yılın (629) başlarında Medine’de yaşanan gıda maddeleri sıkıntısı sebebiyle aşırı artan fiyatları sınırlaması yönündeki talebi satıcılara haksızlık olacağı gerekçesiyle geri çevirmiştir. Resûl-i Ekrem, arzın talebi karşılamadığı o özel ortamda serbest rekabet sonucu teşekkül eden fiyatlara müdahaleyi isabetli bir iktisat politikası olarak görmemiştir; dolayısıyla narhtan kaçınmış, fakat bütünüyle yasaklamamıştır. Halife Ömer de yüksek fiyattan (bazı rivayetlerin zâhirinden düşük fiyat anlaşılıyorsa da tarihî veriler ışığında bu yorum yanlış görünmektedir; haberin tenkidi için bk. a.g.e., s. 165-170) kuru üzüm satan Hâtıb b. Ebû Beltea’yı kamu yararını gözeterek pazardan ihraç etmiş, daha sonra kararından dönerek dilediği gibi işlem yapmasına izin vermiş, Hz. Ali de kendisine yöneltilen narh talebini geri çevirmiştir.
Narhın hükmü hususunda fıkıh âlimleri farklı görüşler ileri sürmüştür. Normal işleyen piyasa şartlarında narh koymayı Hanefîler tahrîmen mekruh, diğerleri haram olarak niteler. Temel gerekçe alışverişlerde karşılıklı rıza esasını getiren âyetle (en-Nisâ 4/29) bu meâldeki hadislerdir; zira satıcı ve alıcının serbest iradesine ters düşen narh tarafların rızasını zedeleyebilir. Ayrıca İslâm hukuku özel mülkiyeti, dolayısıyla satıcının kendi malı üzerindeki tasarruf hürriyetini tanır; halbuki narh şahsî mülkte kısıtlama özelliği taşır. İslâm hukuku kâr oranlarını sınırlandırmamış, genelde serbest rekabet esasları içinde oluşan piyasa fiyatlarını âdil saymıştır. Tabii fiyat artışlarında uygulanacak narh üretici veya satıcıların zarar yahut iflâs etmesine, gizli karaborsacılığa yönelmesine ya da piyasadan çekilmesine yol açıp zamları tetikleyebilir, ekonominin dengesini bozabilir.
Zâhirîler’e, mütekaddimîn Hanbelî ulemâsının görüşüne, İmam Mâlik’ten yapılan bir rivayete ve bazı Şâfiîler’e göre narh bolluk veya pahalılık ayırımı yapılmaksızın mutlak şekilde haramdır; spekülatif oyunlarla fiyatların arttırılmaya çalışılması durumunda ise görüş ayrılığına düşülmüştür. Narh aleyhtarları ile taraftarları arasındaki ihtilâfın esasını, maslahat çatışmasının alıcı ve satıcıların ferdî çıkarları arasında mı yoksa kamu ile birey arasında mı olduğu hususundaki yaklaşımları belirlemektedir. Saîd b. Müseyyeb, Rebîa b. Ebû Abdurrahman, Yahyâ b. Saîd el-Kattân devletin zorunlu gördüğünde kamu yararı gerekçesiyle narh koyabileceğini düşünmektedir. Çünkü Mecelle’ye de yansıdığı gibi, “Raiyye üzerine tasarruf maslahata menûttur” (md. 58). Hanefîler’e göre gıda maddeleri fiyatlarının sunî şekilde fâhiş ölçülerde arttırıldığı ve kamu zararını önlemenin başka yolunun kalmadığı durumlarda narh uygulanması câizdir. Takıyyüddin İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye gibi Hanbelîler ve bazı müteahhirîn Şâfiîler, halkın mala ihtiyacının pahalılıktan dolayı zarar görecek boyutlarda olması, meselâ karaborsacılık yapılması, belli metâın sadece imtiyazlı bir gruba devredilmesi ve onlar tarafından yüksek bedellerden satılması, örgütlü oluşumların (güncel tabirleriyle oligopol, kartel veya tröst) fiyatları aşırı arttırması, aracı teşekküllerinin (modern ifadesiyle oligopson veya alıcı kartelleri) alış fiyatlarını çok düşürmesi, çiftçilik, fırıncılık, inşaatçılık, dokumacılık gibi kamunun ihtiyaç duyduğu alanlarda çalışan zanaatkârların/işçilerin örgütlenerek ücretlerini anormal düzeylere çıkarması halinde emsal değer üzerinden narhı vâcip görmektedir. Zira bu uygulamalar âyetle yasaklanan günah ve düşmanlıkta iş birliği (el-Mâide 5/2) çerçevesine girmektedir. Fiyatları adaletsizce sınırlayarak tüccara haksızlık yapmak haram kılındığına göre piyasanın yapay biçimde tırmandırılmasıyla kamuya haksızlık öncelikle haram olmalıdır. Zâhirîler de alıcıların tekelleşme eğilimlerine karşı fiyat tahdidini onaylamaktadır. İşçi ücretlerine narh konulabileceğine dair görüş, Ebû Hanîfe’nin kassâmların teşkilâtlanarak piyasalarını yükseltmeleri halinde buna engel olunması gerektiği yönündeki ictihadına dayandırılmıştır. Kimi Şâfiîler ve İmam Mâlik’ten nakledilen bir ictihada uyan bazı Mâlikîler de satıcıların halkın zarar göreceği boyutlarda haksızlığa sapmaları halinde piyasa fiyatlarına endeksli narhın câiz olabileceği kanaatindedir. Belli şartların varlığına bağlanan bu cevaz hükmü, zaruretlerin memnu olan şeyleri mubah kılacağı, kamu zararının önlenmesi için özel zarara katlanılacağı (Mecelle, md. 26; ayrıca krş. md. 27-30), hiçbir müşterinin gabn-i fâhişe gerçek rızasının bulunmayacağı, hacrin çeşitli durumlar için muhtelif sebeplerle meşrû görüldüğü gibi gerekçelere bağlanmıştır.
Zorunlu narh için ileri sürülen şartlar şöylece özetlenebilir:
1. Mal veya hizmetlerin kamuya zarar verecek kadar (Hanefîler’e göre gabn-i fâhiş boyutlarında) pahalandırılması.
2. Söz konusu mal veya hizmetlere umumi ihtiyaç duyulması.
3. Devletin kamu maslahatını cebrî narhtan başka bir yöntemle gerçekleştirememesi.
4. Pahalılığın üretici veya satıcıların spekülasyonundan kaynaklanması.
5. Narh uygulamasının arzın kısılmasıyla sonuçlanmayacak olması.
6. Hakkaniyet icabı gerek esnaf ve tüccar gerekse uzmanlar arasından seçilecek adalet ve emanet sahibi bilirkişilerle istişare edilmesi.
7. Üründe kalite, hizmette uzmanlık farklarının dikkate alınması.
8. “Zarar ve zararla mukabele yoktur” ilkesi gereği hem satıcıların hem alıcıların yararının gözetilmesi, mâkul bir kâr payı bırakılarak tarafların rızalarının sağlanması.
9. Yetkililerin adalet sıfatı taşıması. Bunlara narh kurallarının kanunla düzenlenmesi, gerek kıymet takdiri gerekse işlem hakkında yargı yolunun açık tutulması gibi bazı kayıtlar da eklenebilir.
Tâbiîn âlimi Rebîa b. Ebû Abdurrahman ile bazı Hanefîler sadece buğday ve arpanın fiyatının sınırlandırılmasına cevaz verir. Şâfiîler’e ve bazı Hanefîler ile Mâlikîler’den İbn Arafe’ye göre narhın uygulanacağı mallar insan ve hayvan yiyecekleridir. Mâlikîler mislî olması, yani emsal fiyat uygulanabilmesi sebebiyle ancak tartılabilir (veznî) ve hacim ölçü birimleriyle ölçülebilir (keylî) malların fiyatlarının tahdit edilebileceği kanaatindedir. Bazı Hanefî ve Hanbelî âlimleri, narhın aşırı pahalanmadan dolayı kamunun zarar göreceği diğer tüketim mallarına da uygulanabileceğini belirtirler.
Hanefî, Hanbelî ve çoğu Mâlikîler ile Şâfiîler’in bir ictihadına göre halkın helâkinden korkulmadığı müddetçe üretici veya tedarikçiye (câlib) narh konmamalıdır. Ancak Mâlikîler’den İbn Habîb es-Sülemî, onların buğday ve arpa dışındaki mallarının fiyatlarının piyasa râyiciyle tahdidine cevaz vermiştir; çünkü Hz. Peygamber devrinde bu ikisini Medine’ye getirip satan kimseye narh konulamayacağı hadisle sabittir. Bununla birlikte ulemânın büyük bir kısmına göre tedarikçilerin çoğunluğunun hilâfına yüksek fiyattan satışta ısrar eden azınlıktan piyasaya uymaları, aksi takdirde pazarı terketmeleri istenir. Bazı Mâlikîler’e göre şehir dışından zeytinyağı, tereyağı, et, bakliyat, meyve vb. malları getirenler için de fiyat tahdidi olmaz; ancak istikrar kazanmış râyiçlerden satış yapmayarak piyasa dengeleriyle oynayanların çoğunluğa uymaları veya pazardan çıkmaları istenir. Abdullah b. Ömer, Kāsım b. Muhammed, Sâlim b. Abdullah ve İmam Mâlik’ten rivayet edildiği kadarıyla bu ürünleri toptan alarak râyiçten pahalı satan perakendeciler için de aynı hüküm geçerlidir. Bazılarına göre sadece pazarcı ve dükkân sahibi gibi esnafa gıda maddelerinin tamamında fiyat tahdidi getirilebilir. Ahmed b. Saîd el-Müceylidî işportacılara, seyyar satıcılara, manav, kasap ve zanaatkârlara, hamal, tellâl ve simsarlara narh konulamayacağını belirtmekte, ancak bu mesleklerin erbabı arasından birer temsilci seçilerek standartları ve fiyatları denetlemelerinin sağlanmasını önermektedir. Fakihlerin çoğunluğuna göre narha aykırı satış yapanın akdi sahihtir. Ancak Ebüssuûd Efendi bunun geçerliliğini hâkimin onaylaması şartına bağlamıştır. Özellikle tavan fiyatların altındaki bedellerden yapılan satışlarda zorlama bulunmayacağından akid sahih olur.
Şartları oluştuğunda narhı câiz görenler belirlenen fiyatın ihlâlini haram saymamaktadır. Halbuki onu vâcip telakki edenlere göre bu Allah haklarını ihlâl kapsamına gireceğinden haramdır. Hanbelîler tahditli fiyatlardan satışı mekruh saymaktadır. Hanbelî mezhebindeki sahih görüş, narh uygulamasına uymayanların tehdit edilmesi halinde ikrah sebebiyle akdin bâtıl olacağı yönündedir; ancak korkutmanın ikrah sayılmayacağını düşünenler de vardır. Hanefî ve Mâlikîler’e göre satıcı narha uymadığında ta‘zîr cezasına çarptırılmaktan korkup belirlenmiş fiyattan işlem yaparsa mükreh sayılacağından akdin sıhhati butlânla zedelenir. Ancak İbn Âbidîn, narh konulması esasen mal sahibinin satışa zorlanması anlamına gelmediği için ortada akdi zedeleyici bir ikrahın bulunmadığı kanaatindedir.
Narha uymayanlara uygulanacak ceza naslarda yer almamıştır. Leys b. Sa‘d ile Hanefî ve Şâfiîler konulması câiz görülen narhın ısrarlı ihlâlinde cinsini, şekil ve miktarını yetkililerin belirleyeceği fizikî (celde) veya malî ceza (garâmet), müsâdere, hapis, piyasadan ihraç gibi bir ta‘zîrin uygulanacağı kanaatindedir; çünkü burada resmî kararın çiğnenmesi söz konusudur. Satıcıların narhlı fiyatlardan satışa zorlanamayacağını düşünen Mâlikîler ihlâl durumunda piyasadan ihraç edilmelerine cevaz vermiştir. Satıcılar hakkaniyete uygun narha uymaya icbar edilebilirler; zira borçlular zimmet ve nafaka borçlarının tasfiyesi için mallarını satmaya zorlanabilmektedirler. Haklı bir sebebe dayanmayan narhın çiğnenmesi durumunda ise cezaî yaptırım genelde câiz görülmemiştir (karaborsacılık durumunda narhın hükmü konusunda ayrıca bk. İHTİKÂR).
İslâm tarihinde Emevîler’den itibaren narh uygulamasına başvurulduğu ve fiyatların denetiminden hisbe teşkilâtının sorumlu tutulduğu görülmektedir. Çünkü insan hak ve özgürlüklerinden ve dinî hükümlerin gözettiği beş temel esastan biri özel mülkiyet hakkı ve malın korunması ise de bir diğeri canın muhafazasıdır. Hayat hakkı gereği temel tüketim maddelerinin şehirlere asgari geçim düzeyine sahip vatandaşların alım gücü sınırları içinde ve düzenli biçimde sağlanması devletin temel görevleri arasında görülmüştür. Bu mantıktan hareketle bilhassa Osmanlı devrinde narh uygulaması kurumlaşmıştır (aş.bk.). Narh çetelelerinin birer nüshasının merkezde saraya, çevrede mülkî âmirliklere iletildiği, devletin mal veya hizmet alımlarını bu tarifeler üzerinden yaptığı düşünülürse fıkıh kitaplarında fiyat tahdidinin hükmü hususundaki tartışmanın satır aralarında, söz konusu yetkinin amme maslahatı adı altında bürokrasi lehine kötüye kullanılmasının ve sonunda kamu düzeninin bozulmasının önlenmesi arzusunun da yattığı söylenebilir.
Modern dönemde âzami fiyat düzenlemeleri, çoğunlukla spekülatif girişimlerin önlenmesi ve alım gücü sınırlı tüketicilerin korunması maksadıyla temel tüketim mallarının fiyatlarını sınırlamaya yöneliktir. Sabit fiyat uygulaması ise esasen üretimi kamu kurum veya kuruluşları tarafından yapılan ya da düzenlenen (meselâ elektrik, doğal gaz, su, haberleşme vb. birim ücretleri, toplu/ticarî taşımacılık ücretleri) yahut süreli/süresiz özelleştirilen belirli mal ve hizmetler için standart tarifelerin takdiri suretiyle gerek keyfîliğin gerekse spekülasyonların önlenmesini hedeflemektedir. Taban fiyat uygulamaları, temelde devletçe üreticiyi ve iş gücünü korumak amacıyla belirli mallar için destekleme alım fiyatlarının ve işçiler için asgari ücretlerin açıklanması şeklinde yapılmaktadır. Destekleme alımları millî toplumsal politikalar gereği gelişmiş ekonomilerde dahi varlığını sürdürmektedir. Tavanın aşağıya, tabanın yukarıya doğru aşılması en azından nazariyede mümkün ve hatta amaçları düşünüldüğünde genelde makbuldür. Narh takdiri, çoğunlukla temel tüketim malları arzının talebi karşılamadığı veya karaborsacılığın söz konusu olduğu dönemlerde piyasa râyicinin dar gelirlilerin alım gücünü aşmasını önlemek için yapıldığından en azından bu süreç zarfında tavan fiyatla sabit fiyat özdeşleşmektedir. Günümüzde devletler fiyatlara doğrudan müdahale yerine yerli üreticileri korumak ve haksız rekabeti engellemek amacıyla piyasa dengelerini bozucu işlemleri önleyici tedbirler almakta, meselâ antitröst, antikartel ve antidamping yasaları ve anlaşmaları yapmaktadır.
Kaynak: İslam Ansiklopedisi