Anasayfa Analiz Dünyada ve Türkiye’de Devlet ve Ekonomi: Dün, Bugün ve Yarın

Dünyada ve Türkiye’de Devlet ve Ekonomi: Dün, Bugün ve Yarın

by

İktisadın en temel sorularından biri devletin ekonomideki ve iktisadi gelişme sürecindeki yeriyle ilgili. İktisadi gelişme için nasıl bir devlete ihtiyaç olduğu, devletin güçlü mü yoksa zayıf mı olması gerektiği yüzyıllardır tartışılıyor. Son dönemde gelişmiş ülkelerdeki iktisadi ve siyasal sorunlar ve Covid-19 salgınıyla birlikte devletin ekonomideki yeri tekrar gündeme geldi.  

Bir görüşe göre, bir ülkenin iktisadi gelişmesi için en uygun devlet, fazla vergi toplamayan küçük ölçekli devlettir. Bu görüşü savunanlar devletin iç ve dış güvenliği sağlamak, yasaları uygulamak, mülkiyet haklarını korumakla yetinmesi gerektiğini söylüyorlar. Bu görüşe göre ancak devletin küçük kalması sayesinde piyasanın iyi işlemesi, devletin ve yöneticilerin ekonomiye zarar vermesi engellenebilecektir. 

Buna karşılık, iktisatçılar tarafından geliştirilen ve son yıllarda tekrar güç kazanan ikinci görüş, iktisadi gelişme sürecinde devletin iç ve dış güvenliği sağlamanın, hukuk devletini kurmanın ötesinde de önemli işlevleri olduğunu savunuyor. İkinci görüşü savunan iktisatçılar piyasa ekonomisinin kendi başına düzgün işleyemeyeceğini, devletin piyasanın işleyişini düzenlemek ve desteklemek, bu amaçla gerekli yasaları çıkarmak ve uygulamak ve gerekli kurumları oluşturmak gibi önemli görevleri olduğuna işaret ediyorlar. Ayrıca devletin iktisadi gelişme sürecine sağladığı desteğin içeriğinin zaman içinde değişmesi gerektiğini belirtiyorlar. Örneğin iktisadi gelişmenin ilerleyen aşamalarında devletin altyapı yatırımlarına yönelmesi, toplumun geniş kesimlerinin yetenek ve becerilerini geliştirebilmeleri için eğitimi yaygınlaştırması ve ileri teknolojilerin kullanımını özendirmesi gerekiyor. Kısacası, ikinci görüş iktisadi gelişme için iktisadi gelişmeyi destekleyen bir devletin gerektiğini söylüyor.  

Avrupa’da erken sanayileşen ülkeler

Tarihi örneklere bakıldığında, iktisadi gelişmenin devletin küçük ve güçsüz kaldığı ülkelerde değil, güçlü bir devletin iktisadi gelişmeyi desteklediği ülkelerde gerçekleştiği görülüyor. Batı Avrupa’da Sanayi Devrimi’ne giden süreçte, Hollanda ve İngiltere’de devletler, 17. yüzyıldan itibaren merkantilizm olarak adlandırılan iktisadi politikalar izleyerek iç piyasayı korudular, tüccarları, yerli gemiciliği ve ihracatı destekleyerek yerli üretimin ve istihdamın güçlenmesini, içeride üretilen katma değerin artmasını sağladılar. Parasal istikrarın sağlanması, ölçülerin standardizasyonu, ulusal ulaşım ağlarına yatırım bu erken dönemde devletlerin iktisadi gelişmeye sağladığı diğer önemli katkılar arasındaydı. 

Sanayileşmeye İngiltere’den sonra başlayan ülkelerde de devlet iktisadi gelişmeyi aktif olarak destekledi. Önce Fransa, daha sonra Almanya, İtalya, Rusya ve diğer ülkelerde devletler, İngiltere ile aralarındaki farkı kapatabilmek için pek çok yeni kurumun biçimlenmesine öncülük ettiler ve özel sektöre destek sağladılar. Son zamanlara kadar gelişen ülkelere gümrük duvarları ve korumacılıktan vazgeçmelerini tavsiye eden ABD devleti de 19. yüzyılın büyük bir bölümünde, sanayileşme sürecinde İngiltere ile arasındaki farkı kapatana kadar, korumacı politikalar izledi. 1930’lardaki dünya bunalımına tepki olarak gelişmiş ülkelerde devletin ekonomideki yeri tekrar genişlemeye başladı. İkinci Dünya Savaşından sonra gelişmiş ülkelerde refah devleti benimsenerek devletin eğitim, sosyal güvenlik ve iktisadi gelişme alanındaki rolü genişlerken, kapitalizm altın çağını yaşadı. 

Bugünün gelişen ülkeleri

Bugünün gelişen ülkelerinde ise devletin gücü ve ekonomideki yeri 20. yüzyıla kadar sınırlı kaldı. Bunun da etkisiyle iktisadi gelişme sürecinde 20. yüzyıla kadar fazla başarılı olamadılar. Ama 1930’lu yıllarda Dünya Bunalımı’nın derinleşmesiyle birlikte, tarımda uzmanlaşmaya dayalı modelin tıkandığını gören kimi gelişen ülke devletleri, gümrük duvarlarını yükselterek, devlet işletmeleri kurarak ve çeşitli teşvik uygulamalarıyla sanayileşmeye destek oldular. İkinci Dünya Savaşından sonra gelişen ülkelerin büyük çoğunluğunun benimsediği ve daha sonra ithal ikamesi yoluyla sanayileşme olarak adlandırılacak bu strateji devletin ekonomideki yerini öne çıkardı. Yine İkinci Dünya Savaşından sonra Doğu Asya’da Japonya, Tayvan, Güney Kore gibi ülkelerde yaşanan hızlı sanayileşme sürecinde, ileri teknolojilerin benimsenmesinde, devletin müdahaleci konumu, sektör seçerek, hatta kimi durumlarda firma seçerek oynadığı önemli roller biliniyor. 

Ancak bu örneklerin varlığı, devlet müdahaleciliğinin her zaman iktisadi gelişme ve sanayileşme doğrultusunda olumlu sonuç vereceği anlamına gelmiyor. Devlet müdahaleciliğinin olumlu sonuçlar verebilmesi için, devlet politikalarının şu veya bu kesimin veya kişilerin çıkarlarını değil uzun vadeli iktisadi gelişmeyi hedeflemesi ve devletin uygulamalarının toplum tarafından denetlenmesi gerekiyor. Bu süreçte devletin karar alma mekanizmalarında hangi kesimlerin etkin olduğu ve devlet-toplum ilişkilerinin sağlıklı biçimde yürümesi büyük önem taşıyor. 

Basit bir gösterge

Son yıllarda iktisatçılar ve iktisat tarihçileri tarihi süreç içinde devletlerin artan gücünü ya da kapasitesini ölçebilmek için basit bir kaç göstergeye odaklandılar. Bunlar içinde öne çıkanlardan bir tanesi devletin vergi geliri. Devletin iç ve dış güvenlikten altyapıya, teknoloji ve eğitime kadar çeşitli konularda etkin olabilmesi, yargıyı sağlıklı biçimde çalıştırabilmesi ve iktisadi gelişme sürecine katkı yapabilmesi için vergi toplaması gerekiyor. Devletin vergi gelirlerinin ekonominin toplam büyüklüğüne oranı (yüzde olarak Vergi Gelirleri / Yurt İçi Hasıla oranı) son çalışmalarda devletin gücünü ya da kapasitesini yansıtan en önemli gösterge olarak öne çıkıyor. Bu oranı mükemmel bir gösterge olarak değil de devletin gücünü yaklaşık olarak yansıtabilen basit bir ölçü olarak düşünmek daha doğru olur.    

Devletlerin, daha doğrusu merkezi devletlerin güçlenmesi, yüzyıllar süren uzun, karmaşık ve dünya ölçeğinde eşitsiz olarak ilerleyen bir süreç. Şekil 1’de görüldüğü gibi, VG / YİH oranının son 500 yıllık eğilimleri, devletlerin güçlenme ve iktisadi gelişmeyi yönlendirme sürecinde Batı Avrupa ülkeleriyle bugünün gelişen ülkeleri arasındaki farkları açıkça ortaya koyuyor. 

Şekiller 1 ve 2 de Batı Avrupa’da merkezi devletlerin 17. yüzyıldan itibaren vergi gelirlerini artırmaya başladıkları görülüyor. VG / YİH oranı dünyada ilk kez Hollanda ve İngiltere’de, daha sonra da diğer Batı ve Orta Avrupa ülkelerinde yüzde 10’un üzerine çıktı. 20. yüzyılın ikinci yarısında refah devleti modelinin benimsenmesinden sonra aynı oran Batı ve Orta Avrupa ülkelerinde yüzde 30’un da üzerine yükseldi. 

Buna karşılık, Şekiller 1 ve 3’de görüldüğü gibi, bugünün gelişen ülkelerinde VG / YIH oranı 18. yüzyılın sonlarına kadar yüzde 5’in altında kaldı. 19. yüzyılda ve Birinci Dünya Savaşına kadar ise yüzde 10’un altında seyrettikten sonra ancak 20. yüzyılda yüzde 10’un üzerine çıkabildi. Gelişen ülkelerin ortalama VG / YİH oranı 20. yüzyılın ikinci yarısında yüzde 20 ye doğru yükseldi. 

Merkezi devletlerin yapısı ve gücü açısından Batı Avrupa ülkeleri ile bugünün gelişen ülkeleri arasındaki yüzyıllar öncesine giden farklar, Batı Avrupa ülkelerinin 19. yüzyıldan hatta daha öncesinden itibaren dünyanın diğer bölgelerindeki daha zayıf devletleri askeri ve iktisadi alanda yenerek sömürge imparatorlukları kurabilmelerini de daha iyi anlamamızı sağlıyor.  

Asya, Güney Amerika ve Afrika’daki gelişen ülkelerde toplumsal ve devlet yapılarındaki farklılıkların yanı sıra bu ülkelerin 19. yüzyıldan itibaren tarımsal üretimde daha fazla uzmanlaşmaya başlamaları ve sanayileşmenin zayıf kalması da merkezi devletin gücünü olumsuz etkiledi. Bugünün gelişen ülkeleri arasında 19. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkelerinin sömürgesi olanlardaki VG / YİH oranları bağımsızlıklarını koruyabilen ülkelere göre çok farklı bir çizgi izlemedi. 

Osmanlı-Türkiye

Osmanlı – Türkiye tarihçiliğinde merkezi devlet geleneğinin bizde hep güçlü olduğu, merkezi devletin gücünün diğer toplumsal kesimlere göre yüksek olduğu hep yazılmıştır. Ancak Şekil 4’de görüldüğü gibi, merkezi devletin vergi gelirleri ya da VG / YİH oranı açısından bakıldığında, Osmanlı devletinin pek de güçlü olmadığı ve iktisadi gelişmeye katkısının sınırlı kaldığı anlaşılıyor. 

17. ve 18. yüzyıllarda üreticiden toplanan vergi gelirlerinin büyük bir bölümü taşradaki ve merkezdeki güçlü kişiler ve aileler arasında paylaşılıyordu. İstanbul’a merkezi devlete ulaşabilen vergi gelirlerinin büyük çoğunluğu ise askeri harcamalara gidiyordu. Devletin gücü, bırakınız iktisadi gelişmeye, dış ve iç güvenliği sağlamaya bile yetmiyordu. Son yıllarda yapılan araştırmalar aynı dönemde Osmanlı devletinin yanısıra Çin devletinin ve Hindistan’daki Türk-Moğol-Hint devletinin VG / VİH oranlarının da yüzde 5’in altında kaldığını gösteriyor. 

Şekiller 1 ve 4’e bakarak 16. yüzyılda Avrupa’da merkezi devletlerin henüz güçlenmemiş olduğu dönemde, Osmanlıların savaşlarda Avrupa devletlerini daha kolay yenebilirken, 18. yüzyıldan itibaren Avusturya ve Rusya’da merkezi devletlerin güçlenmesiyle birlikte dengelerin değişmesi, Osmanlıların savaşlarda yenilmeye, toprak kaybetmeye başlamaları daha iyi anlaşılıyor.

Yine Şekil 4’e bakarak Osmanlı Devletinde 19. yüzyılda başlayan reform sürecini de daha iyi anlayabilmek mümkün. Askeri yenilgilerden sonra, merkezi devleti güçlendirmek yaşamsal bir sorun haline geldi. Reform hamlesiyle birlikte, merkezi devletin vergi gelirlerinin artırılması, VG / YİH oranının yüzde 10’un üzerine çıkarılabilmesi sayesinde, geniş bir coğrafyaya yayılan imparatorluğu Birinci Dünya Savaşına kadar birarada tutmak mümkün olabildi. Şekil 4’de VG / YİH oranının Türkiye’de 20. yüzyıl boyunca yükselmeye devam ederek son onyıllarda yüzde 20’nin üzerine çıktığı görülüyor.

Bugün ve yarın

Son dönemde bir yandan küçük devleti savunan neoliberal yaklaşımın öte yandan da Covid-19 salgınının ortaya çıkardığı sorunlar, devletin önemini tekrar gündeme getirdi. Salgının iktisadi etkilerine karşı gelişmiş ülkelerde büyük destek paketleri devreye girerken, gelişen ülkelerdeki önlemlerin cılız kalması, devlet kapasitesinin önemini hatırlattı. Çin’deki devlet müdahaleciliğinin başarıları da kapitalist ülkelerde devlet müdahaleciliğine dönüş eğilimini destekliyor. Uzun süre serbest ticareti destekleyen ABD, son yıllarda korumacılığa dönüş sinyalleri veriyor. Önümüzdeki dönemde gelişen ülkelerin ve Türkiye’nin de bu yeni eğilimden etkilenmelerini bekleyebiliriz. Kısacası, dünyanın pek çok bölgesinde 1970’lerde ve 1980’lerde başlayan piyasa yanlısı eğilimlerin önümüzdeki dönemde tersine dönmesi gündemde. 

1930’lu yıllardan itibaren Türkiye’de devlet müdahaleciliği sanayileşmeyi ve iktisadi gelişmeyi destekledi ama devlet müdahaleciliğinin sonuçları her zaman güçlü olmadı. Son yıllarda görüldüğü gibi, devlet müdahaleciliğinin daha ileri teknolojilerin geliştirilmesi yönünde, en verimli sektör ve firmaları desteklemek için değil de iktidara yakın kişi ve firmalar yaratmak için kullanıldığı dönemlerde, devlet müdahaleciliği olumsuz sonuçlar verdi. Devlet müdahaleciliğinin daha etkili olabilmesi için toplumun daha iyi örgütlenmesine ve devletin uygulamalarını daha iyi denetlemesine de ihtiyaç var. 

Devlet müdahaleciliğinin başarısının koşullara bağlı olduğunu hatırlayalım. Bugünkü siyasi koşullar değişmeden, devlet müdahaleciliğini yandaş yaratmak için değil sanayileşme ve ileri teknoloji için kullanan bir yaklaşım benimsenmeden, devlet müdahaleciliği için gerekli kurumsal yapılar ve kadrolar yeniden kurulmadan, devlet müdahaleciliğinin etkili olması, son yıllarda iyice tökezleyen sanayileşmenin ve iktisadi gelişmenin daha olumlu bir çizgiye oturması zor gözüküyor.

Şevket Pamuk, Bilim Akademisi üyesi, Boğaziçi Üniversitesi

Kaynak: SARKAÇ

Kaynakça

Kıvanç Karaman ve Şevket Pamuk, “Osmanlı bütçeleri ve mali yapının evrimi, Avrupa devletleriyle bir karşılaştırma”, Toplumsal Tarih, No. 191, Kasım 2010, s. 26-33.

Kıvanç Karaman and Şevket Pamuk, “Different Paths to the Modern State in Europe: The Interaction between Warfare, Economic Structure and Political Regime”, American Political Science Review, Vol. 107, No.3, 2013, pp. 603-26.  

Şevket Pamuk, Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, Büyüme, Kurumlar ve Bölüşüm, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 380 s., 2014.

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun