Sigorta diğer bir ifade ile emniyet anlamına gelen bu kavram sigortacı ve sigortalı denilen iki taraf arasında kurulan bir söyleşme çeşididir. Sigortalının sigortacıya ödeyeceği prim veya herhangi bir mal karşılığında sigortacının sigortalıya, sözleşmede yazılı kaza veya hâdise vuku bulunca muayyen bir meblağı ödemesi mecbûriyetini getiren bir sözleşmeden ibarettir.
Bu sözleşme gerçek kişiler arasında olabileceği gibi tüzel kişiler, diğer bir ifade ile fertler arasında olabileceği gibi kurumlar arasında da olabilmektedir.
Sigorta ve sigortacılık müessesesi her ne kadar modern çağın bir ürünü gibi karşımıza çıkmış olsa da varlığını çok eski dönemlere kadar dayandırır. Batı dünyasında Feodalitenin yerini Merkantilizmin ve Burjuvazinin almaya başlaması ile üretilen malların deniz aşırı ülkelere satışı güvenlik ve emniyet sorununu da beraberinde getirmişti. Venedikli tüccarlar kendi aralarında yardımlaşma esasına dayalı Barselona Emirnâmesini tesis etmişlerdi. Ta ki, her fırsatta mevcut durumu istismar etmeye çalışan Yahudilerin bu yardımlaşma esasına dayalı kurumu da istismar edip kazanç vasıtası hâline getirinceye kadar devam etmiştir.
Sonrasında Sosyalizmin ve Kapitalizmin de yaygınlaşmasıyla birlikte sanayi devriminin etkisiyle işçiler için hastalık, iş kazası, sakatlık ve ihtiyarlık sigortaları kurularak “işsizlik sigortası” geliştirildi. Farklı ülkelerde farklı amaçlar açısından sigorta müesseseleri kurulmaya başlamıştır. Ülkemizde ise 1936’da sigorta mevzuatı hazırlanmış, 7 Temmuz 1945’te İşçi Sigortaları Kurumu Kanunu uygulamaya konulmuş ve 1 Mart 1965’te Sosyal Sigortalar Kanunu yürürlüğe girmiştir.
İslam iktisadı ve finansı açısından bakıldığı zaman, Peygamber Efendimiz (sav) zamanında çok yaygın bir şekilde kullanıldığı görülecektir. Hatta İslam’dan önce bile âkile adında bir sosyal güvenlik müessesesinin varlığını biliyoruz. İslam’ın gelmesi ile birlikte her güzel olan, insanlık için yararlı olan değerleri geliştirip İslamileştirdiğimiz gibi bu kavramı da İslamileştirip geliştirmişiz.
Bu âkile kurumu diyet ödemesi gereken kişinin yükünü hafifleterek mağdura yardım etmeyi, kolektif bilinç ve sorumluluk duygusunun pekiştirilmesini, fert olarak karşılayamayacağı riskleri paylaşarak sosyal yardımlaşmayı amaçlamaktaydı.
İslam’ın “İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.” Maide: 2, prensibi gereği bu kurum zamanla farklı isimler adı altında gelişerek tekâfül sigortacılığı olmuş ve en son da katılım sigortacılığı olarak günümüzde varlığını devam ettirmektedir.
İnsan en şerefli varlık, “ahsen-i takvim” olarak yaratılmıştır. İnsanın hem dünyasının mamur edilmesi, hem de sonsuzluk diyarı ahiretinin kazanılması için İslam 7 değerden müteşekkil “din, can, akıl, mal, nesil, onur ve devlet” değerlerini korumayı ve varlıklarını sürdürmeyi hedef edinmiştir. Sigortacılığı bu değerler çerçevesinde ele almak bu açıdan önem arz etmektedir.
Zaten tekâfül, “karşılıklı dayanışma” anlamına gelmektedir. Diğer geleneksel sigorta sisteminden farklı olarak üyelerin belli riskleri paylaşmak üzere kâr gayesi gütmeden karşılıklı yardımlaşmak üzere bir araya gelerek kurulan sistemi ifade etmektedir. Temel felsefesi faiz ve türevlerinden uzak durmaktır. İlk tekâfül sigortası 1979’da Sudan’da “The İslamic Insurance Co.” olarak kurulmuş, sonra Birleşik Arap Emirlikleri’nde “The Islamic Arab Insurance Co.” ve ardından başta Malezya olmak üzere birçok ülke tekâfül sigortacılığına girmiş, 1985 yılında İslam Fıkıh Akademisi’nin caiz olduğuna dair kararını açıklamasıyla birlikte oldukça yaygınlaşmıştır. İslam hukuku sözleşmeleri temelinde mudarebe (emek-sermaye ortaklığı), vekalet ve hibrit yöntemler gibi birçok model kullanılmaktadır.
Türkiye tekâfül yerine “Katılım Sigortacılığı” kavramının kullanılmasını tercih etmektedir. Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (SEDDK) hazırladığı yeni yönetmelik taslağına göre, 2017’de yayımlanan yönetmelikteki Malezya modeli yerine Türkiye modeli esas alınarak işleme tabi tutulmaktadır.
Hibe esaslı sözleşmelere ve fonların ayrımına dayanan Malezya modeli olarak bilinen tekâfül modeli operasyonel zorluk ve ilave maliyetler barındırmasından dolayı, uygulaması tutarlı, operasyonel yükü az, kolay anlaşılabilir ve anlatılabilir, kendi kendini denetleyen Türkiye modeli geliştirilmiştir.
Bu çerçevede şer‘i maksatlara ve standartlara uygun olup olmamasını denetleyecek danışma kurulunun olması, ortaya konulan ürünlerin danışma kurulunun onayından geçmesi ve meşru olmayan unsurlara geçit verilmemesine yönelik düzenlemelerin sağlanmış olması gerekmektedir.
Katılım Esasları Çerçevesinde Sigortacılık ve Bireysel Emeklilik Faaliyetlerine İlişkin Yönetmelik 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu çerçevesinde güncellemeye gidilmiş, katılım esaslarına uyumlu hale getirilmiştir. Bu uyum esasları bünyesinde insan kaynaklarının eğitimine yönelik personellerin eğitimi ve sertifikasyon çalışması da önemli bir yer almaktadır. Şirket personeli ile aracıları bu alanda yetiştirmek için eğitim-sınav-sertifikasyon mekanizması getirilmiş, tüm ilgili şirket ve kuruluş çalışanları bu eğitimi alıp sınavlardan başarılı bir şekilde geçerek sertifikalarını alma zorunluluğu vardır.
Konvensiyonel sigorta şirketlerinin katılım şartlarını yerine getirememesi durumunda katılım sigortası satamaması da önemli bir düzenleme olarak göze çarpmaktadır.
İslam’ın korumayı amaç edindiği “din, can, akıl, mal, nesil, onur ve devlet” değerlerinin katılım sigortacılığı için temel oluşturulması şer‘i maksatlar açısından hayli önemli olduğu unutulmamalıdır.
Prof. Dr. Saim KAYADİBİ
Karabük Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Finans ve Katılım Bankacılığı
* Yazarların görüşleri kendilerini bağlar.