Anasayfa Temel Kavramlar Müsadere Nedir?

Müsadere Nedir?

by

Sözlükte “ısrarla istemek” anlamındaki sudûr kökünden türeyen ve “çekip almak” mânasına gelen müsâdere, devlet tarafından hazineye irat kaydetmek veya bir süre koruma altına almak üzere ceza veya tedbir olarak bir mala el konulması tasarrufudur. Özellikle kamu görevlilerinin haksız yollarla elde ettikleri gelir veya emlâkin tamamına ya da bir kısmına devletin el koymasını ifade eder. Uygulamada, hazine açıklarını kapatmak amacıyla kamu görevlilerinin veya sivil kişilerin mallarına el konulması da bu şekilde adlandırılmıştır. Mütâlebe, münâzara, mürâfaa ve mukāseme kelimeleri de müsâdere ile eş anlamda kullanılmıştır.

İslâm’dan önce de değişik uygulamalarına rastlanan ve daha çok malî bir ceza niteliği taşıyan müsâderenin meşruiyeti fakihler tarafından tartışılmış ve bazı şart ve kurallara bağlanmıştır. Kamu yararı gerekçesiyle özel mülk altındaki malın bedeli ödenerek kamu malı hâline getirilmesi ise (istimlâk) müsâdereden farklıdır. Bazı durumlarda el koymanın ceza, tedbir veya bedel sayılma niteliği kesinlik taşımadığı gibi bu nitelikleri birlikte içermesi de söz konusu olabilir. Devletin, memurların yetkilerini kötüye kullanarak kazandıkları mal varlığına, kamu açıklarını kapatma amacıyla veya belirli bir meşruiyet temeli bulunmasa da tebaanın mallarına bütünüyle veya kısmen el koymasının İslâm tarihindeki uygulamaları ve bunların siyaset ve kamu maliyesiyle ilişkisi değişik görünümler arzetmektedir.

Resûl-i Ekrem, “Kendisine görev verdiğimiz bir kimsenin vergi olarak aldığı küçük bir iğneyi dahi bizden gizlemesi hıyanet ve hırsızlıktır” sözüyle (Ebû Dâvûd, “Ḫarâc”, 9) tayin ettiği memurları devlet malına hassasiyet göstermeleri konusunda uyarmış, ayrıca onları denetlemiştir. Onun bir valiye hediye gönderildiğini haber aldığında ya bu hediyeyi iade ettirdiği ya da cihadda kullanılmak üzere beytülmâle koydurduğu (Müslim, “İmâre”, 26-30), İbnü’l-Utbiyye adlı bir vergi memurunun halkın kendisine verdiği bazı şeyleri hediye gibi değerlendirip yanında tutmasına çok kızdığı (Buhârî, “Aḥkâm”, 24, 41, “Zekât”, 68) bilinmektedir. Hz. Ömer dönemi müsâdere açısından özel bir öneme sahiptir ve onun zamanında bu uygulamanın beytülmâlin kaynaklarından sayıldığı anlaşılmaktadır. Valilerin haraç gelirinden bir kısmını kendilerine ayırmaları, ticaretle uğraşarak aslî görevlerini ihmal etmeleri ya da hediye almaları durumunda mallarının yarısı müsadere edilmekteydi. Hz. Ömer vali tayin edeceği kişiden sahip olduğu malların bir listesini ister ve daha sonra malında kaynağını açıklayamadığı bir artış görürse bu kısmı müsadere ettirirdi (İbn Abdülhakem, s. 146-149; Kalkaşendî, VI, 373).

Emevîler döneminde müsâdere uygulamaları bir tehdit ve intikam aracı hâline dönüşmüş, bu arada bazı kişilerin mirası da müsadere edilmiştir. Nitekim Halife Muâviye, Irak Valisi Ziyâd b. Ebîh’in, Haccâc b. Yûsuf da Abdullah b. Zübeyr’in terekesine el koymuştur. Müsâdere Hişâm b. Abdülmelik zamanında daha kurumsal bir hâl almıştır. Valilerin ve malî birimlerin başında bulunanların hazineyi zayıflatmak pahasına kendilerini zenginleştirmeye çalıştığını gören halife bu memurların derhal tutuklanması, zimmetlerine geçirdikleri paranın tesbiti ve uygun bir cezaya çarptırılmaları için bir uygulama başlatmıştır. Ömer b. Abdülazîz ise haksız servet kazananları cezalandırmayı doğru bulmamış ve bunların hesaplarını Allah’a havale etmiştir (Aykaç, s. 68). Öte yandan kaynaklarda, Emevîler zamanında topladıkları vergide yolsuzluk yapan memurların veya devlete karşı ayaklananların mallarına el koymakla görevli Dârü’l-istihrâc adlı bir kurumun bulunduğu belirtilmektedir (a.g.e., s. 67).

Abbâsî yönetiminin ilk yıllarında özellikle Emevî ailesi mensupları öldürülerek mallarına el konulmuştur (İbnü’t-Tıktakā, s. 152). Abbâsîler’de devlet malını gasbedenler Dîvân-ı Mezâlim’de yargılanır ve suçları sabit olursa servetleri ellerinden alınırdı. Başlangıçta müsadere edilen mallar doğrudan beytülmâle konulurken bunların idaresi için önce Halife Ebû Ca‘fer el-Mansûr devrinde Beytü mâli’l-mezâlim, daha sonra Dîvânü’l-müsâdere adı verilen bir birim oluşturulmuştur. Rivayete göre Mansûr, ömrünün son günlerinde oğlu Mehdî-Billâh’tan bu malları sahiplerine geri vermesini istemiştir. Zamanla Abbâsîler’in müsâdere uygulamasında köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Bu dönemde de büyük oranda baskı, tehdit ve intikam aracı olarak bilhassa rakiplerin tasfiyesi amacıyla uygulanan müsâdere, cezalandırılan şahısların ve yakınlarının tarlalarını ve evlerini kapsayacak kadar genişletilmiş, hazineye girmesi gereken mallar hâlifenin yakınlarına aktarılmıştır. Özellikle IV. (X.) yüzyılda her vezirin bir bahaneyle selefinin mallarına el koyması âdet hâline gelmiştir. Önceki vezirlerin yardımcı ve kâtiplerinin, vali ve kadıların, hatta ölmüş olan idarecilerin malları da buna dahildi. Kaynaklarda 296-334 (908-946) yılları arasında otuz, 334-381 (946-991) yılları arasında on müsâdere kaydına rastlanmaktadır. 315 (927) yılı olaylarını anlatan İbn Miskeveyh’in, başında vezirin bulunduğu bir dîvânü’l-müsâderînden bahsetmesi (Tecâribü’l-ümem, I, 154) bu dönemde müsâdere uygulamalarının ne kadar sık yapıldığının delilidir. Abbâsîler’de müsâderenin cezalandırma yanında bütçe açıklarının kapatılması yönünde de kullanılması bu uygulamaya, Mu‘tasım-Billâh devrinden itibaren büyük oranda yabancı askere dayanan ordunun artan harcamalarını karşılayabilmek amacıyla haklı haksız daha sık başvurulmasına yol açmış, bu durum ekonomiyi olumsuz yönde etkilemiştir. Abbâsîler döneminde müsâderenin vezir, vali ve kâtipler yanında sivil halktan ticaretle meşgul olanlara ve zengin kimselere de uygulanması özel mülkiyete indirilmiş ağır bir darbe olarak değerlendirildiği gibi servetin sadece bazı şahısların elinde toplanmasını önlemesi sebebiyle ekonomik açıdan olumlu sonuçlar doğurduğu da ileri sürülmektedir.

Müsâdere, Abbâsîler’in zayıflamasının ardından çeşitli eyaletlerde kurulan devletlerde de uygulanmıştır. Mısır’da Ahmed b. Tolun, Patrik Michael’i büyük miktarda bir parayı ödemekle mükellef tutmuş, kilise bunun altından kalkabilmek için arazilerinin bir kısmını yahudilere satmak zorunda kalmıştı (, II, 152-153). Tolunoğulları’nın yıkılmasından sonra bölgeye gönderilen Vali Muhammed b. Süleyman el-Vâsikī de Tolunoğlu ailesine ait bütün mallara el koymuştur. İhşîdîler döneminde cezalandırma, yolsuzluk, devlet işlerinin tekel altına alınması ve insanların kısa zamanda zenginleşmesi gibi sebeplerle müsâdere işlemleri sürdürülmüştür. Daha çok Muhammed b. Tuğç devrinde ordunun ihtiyaçlarının karşılanması ve rüşvetçilerin cezalandırılması için özellikle Mâzerâî vezir ailesine yönelik çeşitli müsâdereler yapılmış, ancak daha sonra el konulan malların büyük bir kısmı sahiplerine geri verilmiştir (a.g.e., II, 156). Fâtımîler döneminde devlet adamlarının yanı sıra reâyâ da müsâdereye mâruz kalmıştır. Halife Muiz-Lidînillâh, veziri İbn Killîs’ten çıkacağı bir sefer için müsâdere yapmasını istemiş, o da Fustat ve Tinnîs halkından 390.000 dinar toplamıştır. Azîz-Billâh, 373 (984) yılında İbn Killîs’i vezirlikten azledip 500.000 dinarını müsadere ettirmişse de daha sonra görevine dönmesine izin vermiştir.

Büveyhîler’de de hazinenin başlıca gelir kaynaklarından biri müsâdere idi ve bu uygulama zamanla çok yaygın bir hâl almıştı. 350’de (961) Muizzüddevle hazinedar, sâhibdîvân, sâhibdîvânü’n-nafaka, sâhibdîvânü’l-ceyşi ve diğer bazı memurları tutuklatıp yaptıracağı binalar için zorla para almış, hazinedar hapishanede hayatını kaybetmiştir (İbn Miskeveyh, II, 185-186). Görevine son verilen vezir, vali ve diğer memurların mallarının müsâderesi rakiplerine havale edilerek kendilerinden para alınması bu dönemde de yaygındı. Halife Mutî‘-Lillâh da böyle bir muameleye mâruz kalmış ve Büveyhî Hükümdarı Bahtiyar, Bizanslılar’a karşı kullanılmak üzere onun 400.000 dirhemini müsadere etmişti (a.g.e., II, 308). Gazneli vezirlerinin pek çoğu azledilerek öldürülmüş ve mallarına el konulmuştur. Sultan Mahmud’un veziri Meymendî’nin yanı sıra Ebü’l-Abbas Fazl b. Ahmed el-İsferâyînî ve Ebû Ali Hasan da (Hasanek) müsâdereye mâruz kalan vezirlerdendi. Sultan Mesud, Dandanakan’da mağlûp olduktan sonra ihmali görülen sipehsâlâr Ali Dâye, Subaşı ve Hâcib Begtoğdu’yu tutuklatıp mallarını müsadere ettirmiştir. Büyük Selçuklular’da Abbâsîler’de olduğu gibi bir Dîvân-ı Müsâdere’nin bulunması müsâderenin yaygınlıkla uygulandığının bir göstergesidir. Vezir Kemâlülmülk es-Sümeyremî daha sonra bu divanın adını Müfredat Divanı’na çevirmiştir (Bündârî, s. 126). Anadolu Selçukluları’nda müsâdere genellikle diğer cezalara ek olarak uygulanmıştır. Kaynaklarda verilen örnekler daha ziyade, cezalandırılan kimsenin menkul ve gayri menkul mallarının tamamına sultanın emriyle el konulması şeklindedir. Müsâdere uygulanırken suçlunun malları merkezlerde emîr-i dâdlar, taşrada nâibler tarafından tesbit edilir ve el konulan mallar defterlere geçirilerek başşehre gönderilirdi. Bu dönemde müsâdere çoğunlukla devlet görevlilerine uygulanmış, halktan kimseler için ancak isyan, ihanet ve yağma gibi ağır suçlar sebebiyle konu olmuştur.

Eyyûbîler, öncelikle halefleri Fâtımîler’in saraylarını ve onlardan kalan her şeyi müsadere edip kendi adamlarına dağıtmışlardır. El koydukları saray kütüphanesindeki 125.000 cilt kitabın satışı yıllarca sürmüştür. Bu dönemde Fâtımîler zamanında zimmîlere verilen topraklara, bölgede kıtlık çekilirken Franklar’a tahıl gönderen bedevî Arap kabilelerinin bütün mülklerine, bazı zengin tüccarların, içlerinde eski vezirlerden Es‘ad b. Memmâtî’nin de bulunduğu divanlarda görev yapan Kıptîler’in ve İskenderiye’de sayıları çok artan Avrupalı tüccarların mallarına el konulmuştur. Bu devirde gerçekleştirilen müsâderelerin en dikkat çekici olanı el-Melikü’s-Sâlih Eyyûb’un, babası el-Melikü’l-Kâmil’in eşlerinin mücevherleriyle mallarını müsadere ettirmesidir (Hassanein Rabie, s. 124). Ancak müsâdere en çok Memlükler döneminde uygulanmıştır. Memlük emîrlerinden büyük kısmının hayatlarında en az bir defa azledildiği ve mallarına el konulduğu görülmektedir. Bazan küçük bir dedikodu veya iftira emîrlerin mallarına el konulmasıyla sonuçlanabiliyor, bazan da bozulan devlet ekonomisini düzeltmek maksadıyla bu tür yollara başvuruluyordu. Kutuz, Aynicâlût Savaşı’ndan önce bu yola gitmiş, I. Baybars, el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun, Berkuk ve Kansu Gavri de sıkıntılı dönemlerde reâyânın mallarına el koydurmuştur. Memlük Devleti bir hânedana dayanmadığından ve potansiyel olarak bütün güçlü emîrler tahta geçebileceğinden Memlük sultanları, kendilerine rakip gördükleri emîrlerin mallarını müsadere ettirerek onların güçlerini azaltma yoluna gitmişlerdir.

Kaynak: İslam Ansiklopedisi

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun