Mal Kazanma, Servet Hırsı ve Harcama Üzerine
İbn Miskeveyh’e göre, insanlar tarafından mal, mülk, para, değerli eşya, ev, at gibi seyahat veya taşıma aracı, giysi ya da ziynet eşyası gibi yaşamı kolaylaştıran ve daha iyi hale getiren servet araçları elde edilebilir. Ancak o, bunları elde etmedeki amacın beden sağlığını korumak, onu rahatlatmak, dengeli yaşamak, hastalıklardan korunmak ya da yetersizlik ve zor şartlardan dolayı ölmemek için ve hepsinden önemlisi öteki dünyadaki ebedî hayata hazırlık yapabilmek için olması gerektiğini savunur (İbn Miskeveyh, 2017: 84). Çünkü o mal edinmeyi hem bir ihtiyaç ve yaşamak için zorunluluk hem de hikmet ve faziletleri ortaya koyabilme yolunda yararlı bir araç olarak görür (İbn Miskeveyh, 2017:134). Ona göre, insan bu dünyada bulunduğu sürece maddi refaha muhtaç olacaktır ve aşırıya gitmeden mal elde etmesi refahını sağlaması için gereklidir (Miskeveyh, 2017:200).
Malların nasıl kazanılacağı konusunda, kişilerin sadece meşru olan yollarla ve dürüst biçimde mal kazanmaları gerektiğini söyleyen İbn Miskeveyh, uygun yollardan mal edinme yollarının az sayıda olup ancak meşru olmayan şekillerde mal elde etmenin yollarının çok çeşitli olabileceğini iddia eder. Ona göre, âdil olan kimseler, uygunsuz yollardan mal kazanmaya çalışmayacakları için, yaşamlarında pek az mala sahip olabileceklerdir. Adalet faziletine sahip olmayan kimseler ise, uygun olmayan yollarla mal edinmekten kaçınmayacaklarından dolayı çok fazla mala sahip olup servet yığabileceklerdir (Miskeveyh, 2017: 46, 134).
Bununla birlikte İbn Miskeveyh mala, mülke, servet eşyalarına düşkünlüğü de iyi görmez. Mal düşkünü olan kimselerin hayırlı insan olma mertebesine erişemeyeceklerini söyler. Mal biriktirme hırsı, kişiyi başkalarına merhamet etmekten, hak olanı gözetmekten, doğru ve yerinde harcama yapmaktan alıkoyar. Dolayısıyla kendisine yaptığı harcamalarda israfa, çevresine ve iyilikte bulunması gerekenlere karşı ise cimriliğe yönelebilir. Servet edinme hırsı kişileri hainliğe, yalan söylemeye, suçsuz kimselere iftira atmaya, yalancı şahitliğe, görev ve sorumluluklarını yerine getirmemeye, cimriliğe, mal uğrunda küçük hesaplar yapmaya ve bu gibi kötülükler sebebiyle din ve insanlıktan uzaklaşmaya sürükler (Miskeveyh, 2017: 41).
Cömertlikte bulunmak için malların harcanmasını iyi ve övgüye değer bulan İbn Miskeveyh, cömert olmayan kişilerin mallarını çokça harcamalarının, onların oburluklarından, gösteriş düşkünlüklerinden, daha çok servet sağlayabilmek için harcama ihtiyaçlarından ya da sahip oldukları malların değerini bilmemelerinden kaynaklandığını savunur. Dolayısıyla yorulmadan servet edinenler ya da kendisine büyük miraslar kalmış olan kimseler mal kazanmanın güçlüklerini bilmezler. Fakat mal güçlükle, sıkıntılarla kazanılan ve kolayca harcanıp giden bir kazanımdır (Miskeveyh, 2017: 134). Diğer yandan, İbn Miskeveyh’e göre zorluklarla kazanılan şeylerin sevgisi daha çok olur ve daha çok ihtimam gösterilir; israf edilmez ya da cimrilik yapılmaz (Miskeveyh, 2017:182).
İbn Miskeveyh’e göre insanlar çokça mal biriktirmeye değil, elde edilmiş olan malların iyi şekilde harcanmasına yönelik övgüde bulunur ve sevgi duyarlar. İyilik yapan kimse malı üstün görmez, onu mal olduğu için biriktirmez, aksine onu sevgi ve övgüler sağlayan yollarda harcamak üzere biriktirir (İbn Miskeveyh, 2017:151). Bununla birlikte İbn Miskeveyh, insanların yararı için harcamalar yapmanın aslında malları eksilteceğini ve zaman içinde tüketeceğini fakat tam mutluluğa erişmiş kişilerin ise mallarının harcamakla azalmayacağını aksine daha da artacağını ileri sürer (Miskeveyh, 2017: 124). Aslında günümüzde, infak anlayışı ile müslümanlar arasında oluşturulmak istenen bilinç tam da böylesi bir anlayıştır. İhtiyacı olana vermenin, paylaşmanın, hizmet için harcamalar yapmanın insanları ve bütün olarak toplumu yücelteceğinin idrakine varılmalıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de zekât ve sadakaların malları eksiltmeyip artıracağını ifade etmek için kelime kökü olarak “artırmak” anlamına gelen “riba” fiili kullanılırken, bugün “faiz”e karşılık olarak “maldaki artış” anlamında kullanılan “riba”nın ise malları artırmak yerine bilakis tüketeceği ironik ve çarpıcı bir biçimde ifade edilmektedir (Kur’an’ı Kerim/2: 276).
Cömert olmak ve iyilik yapmak için kişilerin çok mala sahip olmasının gerekmediğini söyleyen İbn Miskeveyh, meşru yollardan mal kazandığından dolayı az malı olan âdil kişinin de fakir olarak nitelendirilemeyeceğini ifade eder. Çünkü kişi mal ile iyilik yapma faziletine ulaşır ve israf yapmadığı gibi cimrilik de etmez (Miskeveyh, 2017: 151). Buradan hareketle kişilerin zenginliğinin malları nisbetinde değil sahip oldukları faziletleri ve yaptıkları iyilikleri nisbetinde olduğu söylenebilir.
Ev Yönetimi, Şehir Yönetimi ve Hükümdarın Sorumlulukları Üzerine
İbn Miskeveyh, mutluluğun gerçekleşmesi için gerekli olan güçlerden kimisine önem verip kimisine önem vermeyen veya bazen önem vermeyip bazen düzeltmeye çalışan kimselerin mutluluğu elde edemeyeceğini açıklarken ev yönetimini ve ardından şehir yönetimini de buna benzetir. Ev ya da şehir yönetimi işlerinin bazısına önem verip bazısını görmezden gelen veya söz konusu işleri keyfine göre zaman zaman yapıp zaman zaman yapmayan kimselerin bir ev yöneticisi ya da şehir yöneticisi olamayacağını söyler (Miskeveyh, 2017: 114). İbn Miskeveyh’e göre hükümdar (şehrin yöneticisi), dini gelenekleri ve hukukun bütün emirlerini korumakla görevli olan kimse, yani imamdır (halife) ve onun sanatı da hükümdarlıktır (Miskeveyh, 2017:169).
Hükümdarda bulunması gereken özelliklere gelince, İbn Miskeveyh’e göre hükümdar makamında uyanık olmalı, görevini en güzel şekilde yapmalı, sorumluluklarında tembellik ya da yavaşlık göstermemeli, özel zevkleriyle ve meşguliyetleriyle vakit geçirmemeli, şeref ve üstünlüğü yalnızca meşrû yollarla elde etmeye çalışmalıdır. Aksi takdirde, eğer gayrı meşrû yollara bir kere başvurur ya da kanun koyucunun sınırlarından birini ihmal ederse, gevşeklik ve zayıflığın arkası kesilmeyen bir şekilde sürüp gideceğini ifade eder (Miskeveyh, 2017:170).
İbn Miskeveyh hükümdarın halkına karşı durumunu babaların evlatlarına karşı durumuna, halkın hükümdara karşı durumunu evlatların babalarına karşı durumlarına ve tebaanın birbirine karşı durumunu da kardeşlik durumuna benzetir. Baba evlatlarına karşı en başından itibaren her zaman sevgi duyar, onlara daima müşfik davranır, ihtiyaçlarını karşılar ve aralarındaki düzeni korurken, evlatlar babalarını onunla bir süre vakit geçirip, onu tanıdıkça severler ve ona itaat ederler. Kardeşler ise aynı anne-babanın evlatları oldukları ve bir arada yaşadıkları için birbirlerini severler. İbn Miskeveyh bu örneğinden yola çıkarak tıpkı birbirini seven bir ailede olduğu gibi şehrin yönetiminde de karşılıklı sevgi, saygı ve anlayış ile yönetim işlerinin düzgün ve şartlarına uygun olarak devam edeceğini dile getirir (Miskeveyh, 2017:174).
İbn Miskeveyh’e göre hükümdarda bulunması gereken diğer bir özellik, emr-i bi’l maruf (iyiliği emretmek) ve nehy-i ani’l münker (kötülükten uzaklaştırmak) sorumluluğudur. Merhamet etme, onların yararlarına olan güzel işler yapma, onlardan kötülükleri uzaklaştırma, bir toplumdaki insanların aralarındaki düzeni koruma gibi iyiliği sağlama ve kötülüğü önleme bakımından hükümdar, Hz. Peygamber ve hatta Yüce Allah’ın halifesi olarak görülmektedir (Miskeveyh, 2017:175). İbn Miskeveyh’e göre idarecilere ait olan bu görev, günümüzde bireysel olarak kişilere ya da sivil toplum kuruluşlarına kalmış gibi görünmektedir. Ancak tahmin edilebileceği gibi, devlet eliyle olmadığından, bu sorumluluğun tam olarak yerine getirilmesinde yetersiz kalınmaktadır. İyiliği emretme kötülükten uzaklaştırma görevinin yeniden şehirlerin yöneticileri tarafından ikamesini sağlamak gerekli olacaktır.
Hükümdarın görevleri konusunda ise İbn Miskeveyh, şehrin yöneticisinin vatandaşlar arasında sevgiyi yerleştirmek, kendisi ve şehrinde oturan kimseler için bütün iyiliklerin gerçekleşmesini sağlamak, düşmana karşı savunma ve galip gelmek, yurdunu imar etmek, kendisi de dahil olmak üzere tüm vatandaşların mutlu yaşamalarını sağlamak gibi hususları sıralamaktadır. Böyle bir sevgi, birlik, beraberlik bilincinin gerçekleşmesi için ise, kişilerin aklıselim sahibi olmalarını, doğru düşüncelerle katkılarda bulunmalarını ve Allah’ın rızasını amaçlayarak güçlü bir inanca sahip olmalarını zorunlu görmektedir (Miskeveyh, 2017:159).
Açık ve gizli olmak üzere iki tür haksızlık çeşidi bulunduğunu ifade eden İbn Miskeveyh, alım, satım, kefalet, borç ve ödünç gibi ticari işlemleri açık haksızlar olarak açıklar ve bu tür haksızlıkların irâdî bir şekilde yapıldığını ifade eder. Hırsızlık, zina, köleleri aldatma, yalancı şahitlik gibi haksızlıkları ise gizli olan haksızlıklara örnek verir. İbn Miskeveyh’e göre âdil olan ve eşitlikten ayrılmayan hükümdarın görevi bütün bu haksızlık çeşitlerini ortadan kaldırarak eşitliği korumada Allah’ın halifesi olarak hareket etmektir. Tüm bunlar hükümdarın kendisi için de geçerlidir ve görevlerini yerine getirirken başkalarına vermiş olduğu iyiliklerden çoğunu kendine ayırarak hakkı olmayan şeyleri elde edemez (Miskeveyh, 2017:141).
İbn Miskeveyh, hükümdarın insanlar arasındaki adaleti sağlayamamasının insanlar arasındaki muhabbette bozukluklar çıkmasına ve yönetimin değişmesine yol açacağına ve bu sebeple de hükümdarın yönetiminin zorbalığa dönüşmesi, ardından da halkın sevgi yerine kin beslemeye başlaması şeklinde sonuçlanacağını ileri sürer (Miskeveyh, 2017:175). Günümüzdeki işsizlik, enflasyon, alım gücünün düşmesi, gelir adaletsizlikleri, yoksulluk ve yoksunluk sınırlarının çok düşük seviyelerde olması ve zenginler ile fakirler arasındaki gelir uçurumları gibi adalet ile ilgili sorunlar göz önüne alındığında İbn Miseveyh’in söz konusu iddiası daha da anlam bulmaktadır. Bu olumsuzluklar, insanlar arasındaki muhabbetin zarar görmesinden de öte insanların birbirlerinin kazançlarına, mallarına göz koymalarına, hırsızlıklara, kirli rekabet oyunlarına ve daha birçok toplumsal bozukluğa yol açabilmektedir. Tüm bunların önlenmesi, ekonomik istikrarın daha iyi hale getirilebilmesi ve nizam üzere bir iktisadi sisteme olanak sağlanabilmesi için en temelde koşulsuz ve eksiksiz bir biçimde adaletin sağlanması bir zorunluluktur.
Ortaklıklar, Alışveriş, Ücret ve Para Üzerine
İbn Miskeveyh’e göre insanların iyi bir hayat sürmeleri ve “üstün mutluluğa” erişebilmeleri için birbirlerinden alışverişte bulunmak suretiyle yardımlaşmaları gerekmektedir. Yaptıkları alışverişlerde insanlar birbirlerinden uygun olan karşılığı beklerler (Miskeveyh, 2017:139). Mesela alışverişte söz konusu olan iki iş birbirlerine eşit olduğu takdirde bu işlem bir değiş-tokuştur. Eğer söz konusu işlerden biri diğerinden daha değerli ise dengeyi sağlamak için para kullanılır. İbn Miskeveyh, parayı alıcı ve satıcı olan taraflar arasındaki ölçüyü sağlayarak eşitliği koruyan ve adaleti gerçekleştiren sessiz bir araç olarak tanımlar. Buna göre para, alışverişlerin ya da ticâri ilişkilerin doğru, düzenli, âdil ve bozulmaz bir ölçü içinde sürdürülmesi işlevini görür. Bir çiftçi ile marangoz arasındaki alışverişin para sayesinde adaletli olması örneğini vererek bunun medenî adalet olduğunu söyler. İbn Miskeveyh’e göre alışveriş ya da ticâri işlemlerde, iki taraf arasındaki parayla çözülemeyen bir eşitsizliğin olması durumunda adaletli bir hâkime başvurarak yardım alınır (Miskeveyh, 2017: 139-140).
İbn Miskeveyh’e göre özel örfî adaletin zemini olarak malların ve şereflerin taksiminde ve ticârî işlemlerde adaletin sağlanması gerektiğine daha önce yer verilmişti. İşte bu çeşit adaleti sağlamada doğru orantı ve nispetlere göre hareket edilmesi gerekmektedir (Karagözoğlu, 2009:104). Böylece söz konusu işlemlerde küçük ya da az değerli bir işin büyük veya daha değerli bir işe eşit olmasında bir sakınca yoktur. Buna bir mühendisin yaptığı işin, onun emrindeki işçilerin yaptığı işe eşit değilmiş gibi görünse de aslında denk olmasını örnek gösterir (Miskeveyh, 2017:140).
İbn Miskeveyh dost edinmeye ve dostlarda bulunması gereken hasletlere dair dikkate alınması gereken bazı hususlardan bahseder. İbn Miskeveyh’in bu konudaki görüşleri, belki, ortaklıklar konusunda göz önüne alınarak bazı ilkelerin çıkarılması mümkün olabilir. Ona göre kişilerin bir dost edineceği zaman, o kimsenin çocukluğunda ana-babası, kardeşleri veya yakınlarına karşı davranışlarının nasıl olduğunu araştırmak gereklidir. Kişi söz konusu ilişkilerinde iyi ise ondan dostluk beklenebilir fakat eğer değilse o kimseden uzaklaşmak ve sakınmak gerekir. Kişinin şükür içinde olan bir olup olmadığı, yakınlarına ve teşekkür etmesi gereken kişilere teşekkür edip etmediğini araştırmak da minnet, vefa ve iyiliğe karşılık vermedeki tutumlarını görmek açısından önemli görülür. Diğer önemli bir nokta, o kimselerin altın ve gümüşü sevip sevmediğine ve bunlara karşı hırslı olup olmadığını araştırmak olarak ifade edilmiştir. Zira İbn Miskeveyh bu iki metal mübadele aracıyla ilgili anlaşmazlıklarda çeşitli düşmanlıkların ve yıkımların olacağını savunur. Son olarak dost edinilecek kimselerin başkanlık veya liderlik müptelası biri olup olmadığının araştırılması gerektiği dile getirilir. Çünkü üstünlüğü ve başkanlığı aşırı derece sevmenin, kişilerin kibirlenerek dostlarını küçümsemeye ve kendilerini onlardan üstün görmeye sevk edeceği dolayısıyla samimi bir dostluk gösteremeyecekleri ifade edilir (Miskeveyh, 2017: 187-188).
Sonuç
İbn Miskeveyh, görüldüğü gibi, nazariyeyi (ilim) ameliyenin (ahlak/pratik) arkasına alarak ahlâkı öncelemiş ve ilk sıraya koymuştur. Ahlâkı ilimden önde tuttuğundan, peygamberleri de filozoflardan üstün tutmaktadır. Hakikat araştırmalarının amacına üstün ahlâkı elde etmeyi, ahlâklı olmanın gayesine de üstün mutluluğu elde etmeyi yerleştirerek insanlara bu dünyadan öte dünyaya uzanan bir yaşam felsefesi çizmiştir. Bunun için birtakım faziletler ve onların karşılarında yer alan reziletlerin olduğunu ortaya koymuş ve tüm bu faziletlerin iki uca sahip olduğu fakat insanın uçlarda bulunmaktan uzak durarak daima orta yolu tercih etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Adalet faziletini ise işte bu orta yol üzerine konumlandırmıştır ve “eksik olanı ya da fazla olanı orta yola getirmeyi sağlayan bir yatkınlık” olarak tanımlamıştır.
İbn Miskeveyh’e göre adalet hem yaratıcıda hem tabiatın bizzat kendinde hem de insanda ve dolayısıyla toplumda bulunması gereken en temel fazilettir. Adaletin korunmasının hem ilahi hem de örfi yasalara bağlandığı; adaleti sağlama görevinin ise hükümdara verildiği ifade edilmiştir. Diğer yandan insanların ahlâkın gayesi olan üstün mutluluğu elde edebilmeleri bir toplum içinde ve fıtratlarına uygun olarak medenî şekilde yaşamalarına; birbirleriyle yardımlaşmalarına ve birbirlerini sevmelerine bağlı görülmüştür. Bu da aralarında adaletin sağlanmış olmasına ve tüm ilişki biçimlerinde (hükümdarın halka, halkın hükümdara ve halkın birbirine karşı davranışları) âdil davranışlar ortaya konulmasına bağlı kılınmıştır. Daha en başta bütün bir âlemin düzeni, adalet dengesi üzerine kurulmuştur ve insana bu dengeyi takip etme sorumluluğu verilerek önce bireysel bir adalet ve ardından ancak toplum olarak üstün mutluluk ve üstün ahlâk elde edilebileceğinden toplumsal bir adalet anlayışı kurulmuştur.
Dolayısıyla bu da insanlar arasındaki tüm ilişkilerde, malların ve şereflerin dağıtımında; tüm ticâri işlemlerin ve alışverişlerin gerçekleştirilme usulünde yansımalarını bulmuştur.
Makalede ele alınmış olan İbn Miskeveyh’in iktisadi meselelere ilişkin tüm görüşlerinde, ahlâklı olmaya ve üstün mutluluğa erişmeye vesile olacak olan adaletin merkezî bir rol aldığı, tüm haksızlıklara ve kötülüklere engel olduğu ve eşitlik ile denkliği sağladığı göz önüne alındığında, âdil davranma ve ahlâklı tutum işin içinden çıkarıldığında tüm her şeyin içinin nasıl boş kalacağı ve nasıl bir yıkım olacağı şüphesiz ki çok açık ortadadır. Bu bağlamda günümüzde bu konunun çok daha fazla önemsenmesi ve iktisat-ahlâk çalışmalarına çok daha fazla ağırlık verilmesi gerekmektedir. Üniversitelerdeki ilgili bölümlerin müfredatlarına bazı derslerin eklenmesi, ticari işlemlerde bulunan–özellikle makro–işletmelere eğitimler verilmesi ve en önemlisi bu konunun kamuoyuna taşınması sağlanarak topyekûn bir bilinç oluşturmanın hedeflenmesi gibi adımlar bir ölçüde çözüm olacaktır. Unutulmamalıdır ki hemen her toplumda dönüşümler ve hatta fikri devrimler aşağıdan yukarıya gelen talepler neticesinde mümkün olmuştur. Karar mercilerinin bir değişimi gerçekleştirmesi ve yenilik adımları atması halktan gelen taleplere bağlıdır. Halkın talep etmesi ise ilgili konuda bilgi ve bilinç sahibi olmasına bağlıdır. Bu noktada ise görev ilim insanlarına çeşitli meseleleri araştıran akademisyenlere düşmektedir. Sadece akademik metin çalışmaları –belli bir kesime ulaştığından–yeterli olmayacağı için her kesimden ve her yaştan insana en açık şekilde ulaşabilmesi de sağlanmalıdır.
Sonuç olarak, İbn Miskeveyh’in de içinde yer aldığı klasik dönem düşünürlerinin ahlâk, ekonomi ve siyaset disiplinlerine dair bütüncül anlayışlarını günümüzde tekrar canlandırmak, özellikle ekonomik meselelerin daha iyi anlaşılmasına ve daha kalıcı çözümler ortaya konulmasına yardımcı olabilecektir. Adaletin tam ve koşulsuz tesisi ise bu yönde en büyük ve en temel adım olacaktır.
***
Kaynak: DergiPark
Görsel Kaynak: Bilgincin