Mevlânâ’nın Mesnevî’deki Dünya, Zühd, Rızık ve Kanaat Yaklaşımları: İslam İktisat Düşüncesi Perspektifinden Derinlemesine Bir İnceleme
Mevlânâ Celaleddin Rûmî, tasavvufun en önemli temsilcilerinden biri olarak, 13. yüzyılda Konya’da yaşamış ve eserleriyle tüm insanlığa rehberlik etmiş evrensel bir düşünürdür. Onun tasavvuf anlayışı, bireysel ve toplumsal yaşamın tüm alanlarına dokunan zengin bir içerik sunar. Bu bağlamda, Mesnevî’deki dünya, zühd, rızık ve kanaat yaklaşımları, İslam iktisat düşüncesi açısından büyük bir öneme sahiptir.
Dünya ve Zühd: Maddi Dünyadan Manevi Arınmaya
Mevlânâ’nın dünyaya bakışı, tasavvufun özüne uygun olarak, maddeye bağımlılığın ötesinde bir yaşam idealine yöneliktir. Ona göre, dünya kavramı insanın kalbini meşgul eden her türlü dünyevi bağdır. Bu nedenle Mevlânâ, dünya sevgisini kalpten çıkarmayı, Allah’a tam bir teslimiyetle yönelmeyi önerir. Mesnevî’de bu yaklaşım şu şekilde ifade edilir:
“Dünya zindandır ve bizse zindandakileriz. Zindandan kurtulmak için çukur kaz ve kendini kurtar.” Bu metafor, insanın dünyevi arzuların esaretinden kurtulması gerektiğini vurgular.
Zühd, yalnızca dünya nimetlerinden yüz çevirmek değil, bu nimetleri ahirete yönelik bir araç olarak kullanmayı ifade eder. Bu noktada Mevlânâ’nın “terk-i dünya” (dünya sevgisini terk etmek) kavramı öne çıkar. Ancak Mevlânâ, dünyayı tamamen reddetmenin değil, onun esiri olmamanın önemini dile getirir. Ona göre, zühd anlayışı, İslam iktisat düşüncesinde optimal bir karar olarak yorumlanabilir: Maddi dünyadan vazgeçmek değil, dünya nimetlerini Allah rızası için kullanarak dengeyi bulmaktır.
Rızık ve Çalışma: Helal Kazanç ve Tevekkül Dengesi
Mesnevî’de rızık konusundaki yaklaşım, çalışmayı ve tevekkülü bir denge içinde ele alır. Mevlânâ, insanın gayret göstermesi gerektiğini, ancak sonuçta Allah’a güvenerek tevekkül etmesi gerektiğini söyler:
“Çalışıp kazanan Allah’ın sevgilisidir.”
“Tevekkül edeceksen, çalışarak tevekkül et; ekini ek, ondan sonra Allah’a tevekkül et.”
Mevlânâ’nın hikâyelerinde sıkça bahsedilen helâl kazanç, bireysel ahlakın temel taşlarından biridir. Örneğin, Mesnevî’de bir adamın tembelliğini ve zahmetsiz zenginlik arzusunu eleştiren bir hikâye anlatılır. Adam, hiçbir çaba göstermeden Allah’tan rızık ister. Ancak Mevlânâ, Peygamber Hz. Davud’un bile rızkını demircilik yaparak kazandığını örnek gösterir. Bu hikâye, insanın helâl kazanç için çaba göstermesi gerektiğini güçlü bir şekilde vurgular.
Helâl kazanç, yalnızca bireyin ahlaki bir sorumluluğu değil, aynı zamanda toplumsal fayda üretmenin bir yoludur. Mevlânâ, el emeği ve alın teriyle kazanılan rızkın insanı onurlu bir birey haline getirdiğini belirtir.
Kanaat: İnsanı Özgürleştiren Erdem
Kanaat, Mevlânâ’nın Mesnevî’de sıkça işlediği bir konudur. Kanaat, insanın dünyaya olan bağını azaltarak manevi huzura ulaşmasını sağlar. Mevlânâ, dünya malına duyulan aşırı hırsın insanı köleleştirdiğini ve gerçek mutluluğun ancak kanaatle mümkün olduğunu söyler. Mesnevî’de bir hikâye, zenginliğin mutluluk getirmediğini şu sözlerle anlatır:
“Zengin oldum, mal mülk topladım diyen kişi aslında ‘Bu kadar pislik topladım, taşıdım’ demiş olur.”
Bu yaklaşım, İslam iktisat düşüncesinde sürdürülebilir bir tüketim anlayışını da yansıtır. İnsanların temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kalan malı başkalarının yararına sunması gerektiği, Mevlânâ’nın kanaat anlayışının önemli bir parçasıdır.
Toplumsal Refah ve Meslek Sahibi Olma
Mevlânâ, bireylerin toplumsal refaha katkıda bulunmasını, çalışarak ve üretken olarak toplumun bir parçası olmasını savunur. Ona göre, herkesin bir mesleğe sahip olması ve bu meslekte uzmanlaşması, toplumsal huzur ve refah için elzemdir. Mesnevî’de bu konuda şu ifadeler yer alır:
“Çünkü bütün işler bir kişiden gelmez; hem marangoz, hem sucu, hem de dokumacı olunmaz.”
Mevlânâ’nın toplumsal refah anlayışı, bireylerin sadece kendi ihtiyaçlarını değil, başkalarının ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurarak hareket etmeleri gerektiğini vurgular. Bu yaklaşım, ekonomik denge ve dayanışmanın temelini oluşturur.
Dünyevi Arzular Karşısında Yusuf Duruşu
Mevlânâ, insanın dünyevi arzular karşısında Hz. Yusuf gibi dik durmasını önerir. Yusuf kıssasından yola çıkarak, maddi dünyaya teslim olmamanın önemini anlatır. Ona göre, dünya, Yusuf’un atıldığı bir kuyu gibidir ve insan bu kuyudan ancak Hakk’a yönelerek kurtulabilir.
“Ey insan! Sen güzellik Yusufusun. Dünya kuyusuna atılmışsın. Seni bu karanlık kuyudan kurtaracak tek çare, Allah’a olan bağlılığındır.”
Bu yaklaşım, insanın dünya nimetlerine bağlanmadan, ahirete yönelik bir yaşam sürmesini öğütler.
Sonuç: Mevlânâ’nın Öğretileri Günümüzde Ne Anlama Geliyor?
Mevlânâ’nın dünya, zühd, rızık ve kanaat konularındaki yaklaşımları, sadece bireysel bir manevi yolculuğun rehberi değil, aynı zamanda toplumsal dengeyi sağlayan bir hayat felsefesi sunar. İslam iktisat düşüncesi perspektifinden değerlendirildiğinde, bu öğretiler:
Denge: Manevi değerleri merkeze alarak dünya ve ahiret arasında bir denge kurmayı önerir.
Sürdürülebilirlik: Kanaat ve zühd anlayışıyla, bireyin ve toplumun tüketim alışkanlıklarını düzenler.
Üretkenlik: Helâl kazanç ve meslek sahibi olmanın önemini vurgulayarak, ekonomik kalkınmayı teşvik eder.
Toplumsal Dayanışma: Kazancın paylaşılması ve ihtiyaç sahiplerine yardım edilmesi gerektiğini öğütler.
Mevlânâ’nın öğretileri, modern dünyada bireysel tatminin ötesinde toplumsal sorumluluğun ve ekonomik adaletin önemini vurgulamaktadır. Onun vizyonu, maddi dünyanın ötesinde manevi bir derinlik arayan herkes için güçlü bir rehber olmaya devam etmektedir.
– Tasavvufta, Allah’tan gayri her şeyin (mâsivâ) kalpten çıkarılması, Hakk’a yönelmek esastır.
Bu anlayış, ekonomik daralmalar karşısında şükür, sabır ve kanaat ile hareket etmeyi içerir.
– Hz. Peygamber’in “kul peygamberliği” anlayışı, dünya işlerinden el etek çekmeden Hakk’a yönelmeyi teşvik eder.
– Mevlâna’ya göre, dünya müminin zindanı olup dünyevî arzulara Yusuf duruşu sergileyerek karşı konulmalıdır. Ancak bu, çalışmamak veya tembellik anlamına gelmez; aksine, çalışmak sünnettir ve helâl kazanç bir onurdur.
– Mevlâna, gerçek zâhidin rızkını helâl yoldan elde eden kişi olduğunu vurgular. “El kârda, gönül Yâr’da” düsturuna uygun şekilde, fiziki faaliyetler etkin yapılmalı, ancak bunlar kalbi esir almamalıdır.
– Zühd, dünyevî iştigalin kalpten çıkarılması (terk) ile mümkündür; bu terk olmadan tezkiye de olamaz. Bu, insanın Allah’ın rızasına yönelik bir ekonomik anlayışı benimsemesi anlamına gelir.
– Tasavvuf, dünyadan kopmayı değil, dünyanın nimetlerini ahirete yönelik bir araç olarak kullanmayı öğütler. İktisadi faaliyetler hem bu dünya hem de ahiret faydası için yapılmalıdır.
– Mevlâna’nın gemi ve su metaforunda dünya, gemiyi batıracak su gibi görülür; dünya kalpte yer edinirse zarara yol açar. İnsan, elindekiyle kanaat etmeli ve açgözlülükten kaçınmalıdır.
– Zühd, materyalizm ve kapitalizmin sınırsız hırsına karşı bir duruştur, ancak ekonomik gelişmeye karşı değildir.
– Tasavvufî ekonomi anlayışı, dünyevî kazançları Hakk’ın rızası için araçsallaştırmayı ve kalbi bu işlerden arındırmayı hedefler.
– Nihai hedef, Allah’a tam teslimiyet ve fenâ-fillah, bekâ-billah anlayışına ulaşmaktır.
Makalenin tamamını okumak için: Dergi Park MESNEVÎ’DE MEVLÂNA’NIN DÜNYA, ZÜHD, RIZIK VE KANAAT TELAKKİLERİ: İSLAM İKTİSAT DÜŞÜNCESİ ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME