İslam iktisadı insan merkezli, kamu haklarını önceleyen bir özelliğe sahiptir. Tarihi süreçte birçok ekonomik sistemler ortaya çıkmıştır. Bunların bazıları insana fayda sağlamaktan ziyade belirli kesimlerin sömürü aracı haline gelmiştir. Örneğin, 1944’te imzalanan Bretton Woods Antlaşması ile daha da bilinir hale gelen kapitalist sistem bir taraftan, kapitalist sistemi benimseyen ülkelere ekonomi, siyasi, sosyal vb. her anlamda özgürlükler sunarken diğer taraftan ise toplumun temelini oluşturan insanî ve ahlâkî temel kaideler göz ardı edilerek sadece finansal kâr elde etme üzerine yoğunlaştırmıştır. Kapitalist sistem içerisinde bulunan büyük şirketler sürekli bir zenginlik arayışı içerisinde olarak yaşanan ekonomik krizler, önlenemez aşırı piyasa hareketliliği, kıtlık vb. konularda yıkımlara sebebiyet vermiştir.
Günümüz piyasa ekonomisi faiz temelli finansal sistem şeklinde kurulmuştur. Faiz hakkında “Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, ‘Alım satım da ancak faiz gibidir’ demeleridir. Hâlbuki Allah alım satımı helal, faizi haram kılmıştır.” şeklinde nâzil olan ayet açıkça faizi ve faizciliği yasaklamıştır. En başından haram olan bir yöntemle iktisadî bir sistemin oluşturulması, sonucunun da faydalı olamayacağının göstergesidir. Nitekim günümüz faiz temelli ekonomik sistemleri içerisinde gelişen tüm imkânlara rağmen insanlar arasındaki ekonomik uçurumlar artmaya devam etmektedir. Faiz sistemini belirleyen bankacılık anlayışı ardı arkası kesilmeyen bir borçlandırmanın içerisine ihtiyaç sahiplerini çekerek insanlardan bir kısmını daha zengin diğer kısmını ise daha da fakirleştirmektedir.
İslâm ekonomi sistemi içerisinde yasaklanan bir diğer uygulama ise garardır. Garar, sözleşmenin konusuyla veya fiyatıyla ilgili kapalılık neticesinde ortaya çıkan belirsizlik ve risk durumudur. Açıkça bilinmelidir ki ticarî işlemlerde belirsizlik maalesef tamamen ortadan kaldırılamaz. Nitekim ticarette risk almak, kâr elde etmek için gerekli bir şarttır. Burada esas olan akidlere konu olan mallar ve bedellerinin aşırı belirsizlikten uzak olmasıdır. İslâm ekonomi anlayışının belirlediği şeffaflık ilkesi gereği satıma konu olan mal açıkça belirlenmeli, tanımlanabilmeli, taraflar arasında malum olmadır. Malın nitelik ve nicelikleri belirtilmelidir.
Global ekonomi sistemi içerisinde faizin dışa yansıyan yüzüne bakıldığında -ki bunda reklamcılık, sosyal medya gibi faktörlerin etkisi yadsınamaz- insanlar bir oyunun içerisine çekilircesine ardı olmayan vaatlerle kandırılmaktadır. Birilerinin yüksek kazançlar elde ettiği geri kalanların borç batağına sürüklendiği bir ekonomik sistemin toplumun yükselmesine katkıda bulunamayacağı aşikârdır. İslâm’ın ekonomik anlayışı genelde toplumun özelde bireylerin maslahatı göz önüne alınarak toplumu oluşturan bireyler, aileler ve devlet arasında güçlü dengeli ilişki kurmayı hedeflemiştir.
İslâm ekonomisi, disiplinler arası bir konu olarak fakihler, tarihçiler ve müfessirlerin eserlerinde İslâmî bir çerçeve ile geliştirilmiştir. Ebû Yûsûf (ö. 182/798), el-Mâverdî (ö. 450/1058), es-Serahsî (ö. 483/1090), İbn Hazm (ö. 456/1064), el-Gazâlî (ö. 505/1111), İbn Rüşd (ö. 520/1126) ve İbn Haldûn (ö. 808/1406) gibi çok sayıda âlim yüzyıllar içerisinde çok değerli katkıda bulunmuşlardır. Zikredilen âlimler ekonomi alanında uzman kimseler olmasalar da İslâmî perspektiften duruma bakabilmişlerdir. İslâm âlimleri ekonomi alanıyla ilgili konularda öncelikle konuyla ilgili ayetlere başvurarak hükümler çıkarmışlardır. İlk dönemden itibaren kitap ve sünnet kaynaklı uygulamalar hakkındaki yorumları fakihler iktisadî konularda etkin bir şekilde kullanmışlardır.
İslâm fıkhının muâmelat alanına giren iktisadî ilişkiler düzenlenirken insanlar arasındaki ticarî ilişkilerde karşılıklı menfaatlerin korunması ve her iki tarafın da zarara uğramaması temel gayedir. İslâm, bu gayeyi nizama sokmak için hem üreticinin hem de tüketicinin haklarının korunacağı birçok tedbir almış ve asr-ı saadet döneminden itibaren serbest piyasa ekonomisine yönelik pek çok uygulamayı yürürlüğe koymuştur. Bu uygulamalara örnek olarak kumar, şans oyunları vb. haksız kazanç elde etme yollarını zikredilen ayetler yasaklamıştır: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” ,“Şeytan içki, kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” İslâm bu bağlamda ticarette faizi yasaklamış, haksız kazanç yollarından olan kumar, şans oyunları, tefecilik ve ihtikârı yasaklamış; bireyler arasındaki gelir eşitsizliklerini dengelemek için zekâtı zengin olan her Müslümana emretmiş ve zekâtı kurumsallaştırarak üst düzey bir toplum oluşturmayı hedeflemiştir. İslâm Hukukunun bu şekilde belirlediği yasaklarının var olmasının sebebi mutlu ve mutmain bir toplum inşa etme hedefinin bir gereğidir.
İslâmî ekonomik prensipler, başta insanlar arasında eşitlik, adalet, şeffaflık, başkalarının haklarının da gözetilmesi gibi ahlâkî ilkeler çerçevesinde şekillenmiştir. İslâmî ekonomik anlayışına göre bireyler Allah Teâlâ’nın helallerine, haramlarına ve ahlâkî ilkelere riayet etmekle, devlet ise denetleyici olmakla mükelleftir. İslâmî ekonomik sistem sağlıklı ilişkilerin kurulduğu, büyüme yönelimli ve dinamik bir yapı arz etmektedir.
İslâmî ekonomik sistem içerisinde ticaret yaparak helal yoldan kazanç elde edilmesi övülen bir durumdur. Haksız yol ve yöntemler ile mal elde edilmesi ise “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin; ancak karşılıklı rızanıza dayanan ticaret böyle değildir.” ayetiyle yasaklanmış, ticaretin karşılıklı rıza ilkesi çerçevesinde şekillenmesi emredilmiştir. İslâm, haksızlıklara sebebiyet verebilme endişesi sebebiyle Neceş yapmayı, Telakki’r-rukbânı, simsarlığı ve gabnı (aldatma) yasaklamıştır. İslâm hukuku genel olarak aldatmayı, hilekârlığı ve yalancılığı yasaklayarak dürüstlüğün temel alındığı ticarî ilişkiler kurulmasını ön plana çıkarmıştır.
Son yıllarda İslâmî ekonomi anlayışına uygun olarak İslâmî Finans sistemleri kurulmuştur. Uluslararası finans sistemleri içerisinde İslâmî Finans sistemleri adından bahsedilir hale gelmiştir. Özellikle 21. yüzyılın başından beri yeni doğan bir endüstri olmasına rağmen dünyanın her bir yanından ulusların ve politikacıların dikkatini çekerek canlı bir büyüme kaydetmiştir. Bu sistem Müslüman olan veya olmayan herkesin kaliteli hizmet ve ürün üretmek amacıyla birlikte çalıştığı küresel bir pazar haline gelmiştir.
Günümüz küresel ekonomi sistemi içerisinde 1970 öncesine nazaran daha hızlı ve başarılı bir ilerleme kaydeden İslâmî bankacılık sistemi, İslâmî finansal ürünlerin standardizasyonu noktasında önemli bir rol üstlendiği için tüm çok uluslu konvansiyonel finans grupları vasıtasıyla İslâmî finansal ürünler sunmaktadır. Bu bankalara hem İslâm ülkelerinde hem de Müslüman sayısının azınlık olduğu ülkelerde talep artmaktadır. İslâmî ekonomik sistem hem bireyin hem de toplumun maslahatını gözeten, eşitlik ve adalet gibi temel ahlâkî ilkelere dayanan iktisadî bir prensip belirleyerek günümüz çıkarcı, kapitalist gayr-ı ahlâkî küresel sistemlerin aksine insan merkezli bir yaklaşım benimsemiştir. Makalemizde piyasalarda fiyat dalgalanmalarına sebebiyet veren etkenler ve İslâm’ın piyasa döngüsüne hangi prensiplerle yön verdiğinin fıkhî referansları tespite çalışılmıştır.
Fiyat Dalgalanmalarının Düzene Sokulması İçin Piyasa Fiyatlarına Yönelik İslâmî İktisadî Tedbirler
Pahalılık, “nüfusun bir kesimine ait ortalama bir aile tarafından belirli bir dönem boyunca fiili olarak tüketilen tüketim mallarının parasal değeri” olarak tanımlanabilir. Hayat pahalılığı geçmişten günümüze kadar var olagelmiş bir durumdur. Buna sebebiyet veren doğal afetler, kötü mahsul neticesinde kıtlık, iç ve dış savaşlar vb. gibi hallerdir.
Ekonomik istikrarsızlığa sebep olan koşullar oluşmadan piyasadaki mal ve hizmet fiyatlarının dış müdahale baskısı olmadan kendi tabiî seyrinde devam edebilmesi için devletler birtakım tedbirler almak durumundadır. Satım akdi ile hem üretici hem de tüketicinin haklarının korunabilmesi için mal fiyatının piyasa fiyatlarına uygunluk arz etmesi gerekmektedir. Piyasa fiyatına uygun olarak yapılan her satım akdinde alıcı ve satıcının hakları da korunmuş olmaktadır. Dış müdahalenin baskısı altında olmadan piyasa fiyatlarının kendi normal seyrinde devam edebilmesi için yöneticilerin birtakım tedbirler alması gerekebilmektedir. Satıma konu olan malların karaborsacıların tekeline girmesine izin verilmemesi ve akitlerin karşılıklı irade beyanı ile gerçekleştirilmesi bu tedbirlerdendir.
İslâmî iktisat modelinde uygun bir harcama olan infak teşvik edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de “Allah’ın peygamberine diğer memleketlerden tahvil buyurduğu fey’i de Allah’a, peygamberine, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış̧ kimselere verilir; yalnızca içinizden zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın diye. Bir de peygamber size her ne emir verirse onu tutun, yasakladığından da sakının ve Allah’tan korkun; çünkü Allah, cezalandırması çetin olandır.” şeklindeki bir ifade ile topluma zarar veren, servet biriktirme kınanmıştır. İslâm fey gelirlerinin dağıtılması, zekât, sadaka vb. harcamalara teşvik ile zengin kimselerin elinde biriken malın yine toplumun yararına geri dönmesini sağlayacak sistem kurmuştur.
Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra hukuka uygun alış-verişin yapılabileceği bir pazar ihtiyaca binaen kurulmuştur. Medine’de kurulan bu pazara Medine Pazarı ismi verilmiştir. Burada pazarın İslâmî ilkelere uygunluğunu denetleyen hisbe adı verilen denetleme sistemi oluşturulmuştur. Devlet tarafından görevlendirilen denetçilere muhtesib denmiştir. Hisbenin ilk uygulayıcısı da bizzat Hz. Peygamber’in kendisi olmuştur.
Yusuf Şen
Editör Notu: Bu metin makaleden alıntıdır. Makalenin tamamına kaynaktaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Dergi Park
Görsel Kaynak: Pharmaceuticaonline