İstanbul’un fethinden önce Galata’daki banker ve tüccarlar, Bizans’a borç para vermek yanında, birçok vergilerin de mültezimliğini yapıyorlardı. Bizans’a ait topraklardaki vergileri toplamak için açık artırma ile yapılan ihalelere katılıyor ve hükümete peşin para verme yoluyla vergileri toplama, tahsil etme hakkını satın alıyorlardı. İşte Bizans’ın mültezimleri, Fatih döneminden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda da bu görevlerini sürdürecekler ve bu sayede büyük etkinlik sahibi olacaklardı. Tarihsel kayıtlar incelendiğinde, Galata’nın Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar ve giderek artan boyutlarda etkinlik sahibi ve fonksiyonel olduğu anlaşılmaktadır.
“Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam’daki faiz yasağına rağmen, XVI. Yüzyıl boyunca kredi
mekanizmalarının geniş ölçüde kullanılmakta olduğu Ronald Jennings tarafından 20 yıllık bir dönemi
kapsayan dönemin mahkeme kayıtlarına ilişkin araştırma sonuçlarına göre ortaya çıkmaktadır. Bu
çalışmada İslami usullere ve Osmanlı kanunlarına göre ulema ve mahkemelerin rızasıyla uygulanmış
binlerce kredi ilişkisi gözlemlenmektedir. Yapılan çalışmada kredi ilişkilerinde yıllık ortalama % 10-
20 arasında faiz uygulandığı ve tarafların bunu saklama gereği duymadığı da anlaşılmaktadır.”
Aslında Osmanlı İmparatorluğu, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethi ve böylelikle Akdeniz’e inip denizlerdeki ticaret ve para düzeni ile ilişkiye girmesi sonucu faiz uygulamaları ile karşı karşıya kalmıştır. XI. yüzyıldan beri Akdeniz ticaretinin finans alanında tekeller oluşturan Venedik ve Ceneviz bankerleri, bir taraftan tüccarın altın ve gümüş parasını korumak için bunların yerine geçen senet ve kağıtlar piyasaya sürerken, diğer taraftan da faiz oranlarını kontrol etme ve düşük tutma olanağı ortaya çıkarmışlardı. Gerçekte bu bankerler sahip oldukları, yani ankeslerindeki altın ve gümüş para ve maden stokunun çok üstünde tüccar kağıtları piyasaya sürerek Akdeniz ticaretinde paranın zaman değerini, yani faizi düşürme olanağı bulmuşlardı. (Bu durum 1970’lerden itibaren ABD Doları’nın değerinin altına endekslenmesinin tamamen kaldırılmasını anmsatmaktadır.)
“XVII. yüzyılda, diğer ülkeler ve de özellikle Avrupa’daki devletler, fon ihtiyaçlarını faizle borçlanarak karşılarken, Osmanlı’da, faiz hassasiyeti nedeniyle borçlanma işlemleri daha farklı şekillerde yürütülmeye çalışılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk faizsiz kredi uygulaması para vakıfları ile başlamıştır. Para vakıflarında, hayır amaçlı toplanan para fonu, Karz, Mudaraba, Murabaha ve Bidâa gibi yöntemlerle işletilmiş, elde edilen gelirler (rıbh) vakfın hayır yönüne sarf edilmiştir. En çok başvurulan Murabaha yönteminde piyasa rayiçleri gözetilerek, yıllık % 10-15 gibi kâr sınırlaması getirilmesi, ekonomiye uzun vadeli istikrar sağlamıştır. İslâm fakihlerinin örf haline geldiğini söyledikleri, bey’ bi’l-vefa (mülkiyeti muhafaza kaydıyla satış sözleşmesi) ise, alınan bir kredinin güvencesi olarak yapılır ve kredi vadesinde ödenmediği takdirde, ipotekli malın mülkiyeti kendiliğinden alacaklıya intikal eder. Bazı ileri ekonomilerde başarıyla uygulanan risk sermayesi (venture capital), İslâm tarihinde geniş uygulama alanı bulan emek-sermaye ortaklığından (Mudaraba) başka bir şey değildir. İslâm’ın yayıldığı ilk dönemlerde, Hicaz yöresi denilen Mekke ve Medine toplumları emek-sermaye ortaklığına mukarada veya ikraz terimini kullanırlardı. Irak yöresi ise, bu ortaklık için Mudaraba terimini kullanmıştır. Buna göre mukarada tahviline, mudaraba tahvili de diyebiliriz. Mukarada tahvilleri “kâr-zarar tahvili” niteliğindedir. Çünkü mukarada veya mudaraba bu esasa dayanır. Ancak dikkatle seçilecek ve kâr payı yüksek projelere, Venture capital uygulamasında olduğu gibi, bu çeşit tahvillerle uzun vadeli finansman temin etmek mümkün olabilir. Bunun için tasarruf sahiplerinin uzun vadeli projelerin lüzûmuna inanması ve bunların realize edileceğine güvenmesi gerekir”.
Bu noktada teori kadar uygulamanın da önemini net bir şekilde görmekteyiz. Yani teorik ve yasal çerçeve ne olursa olsun uygulamanın her anı ve her aşamasında tarafların niyet ve fiilleri yöntemlerin anlamını her anlamda değiştirebilmektedir.
Kamu maliyesi uygulamalarına baktığımızda, Osmanlı maliyesi, faizle borçlanmak yerine, fon ihtiyacını önceleri iltizam sistemi ile karşılamaya çalışmıştır ve iltizam sistemi, Osmanlı’da ortaçağdan itibaren vergi toplama amaçlı olarak kullanılmıştır. Fakat daha sonraları dejenere olmaya başlayan sistemin yansımalaından bir tanesi olmak üzere XVI. yüzyılın sonlarından itibaren, iltizam sistemi Osmanlı’da, vergi toplamaktan çok, iç borçlanma aracı olarak kullanılmış, mukataa adı verilen birimlerden belirli süreler için vergi toplama imtiyazı müzayede yoluyla satılmaya başlanmıştır. Mali koşulların zamanla bozulması, merkezi devletin iltizam sistemini iç borçlanma amacıyla kullanma eğilimini güçlendirmiş, XVII. yüzyılda iltizam sözleşmelerinin süreleri bir ile üç yıldan, üç ila beş yıla, hatta daha uzun sürelere çıkarılmıştır. Böylece iltizam sistemi tamamen bir iç borçlanmaya yöntemine dönüştürülmüş, geleceğin vergi gelirleri devlet tarafından teminat olarak gösterilerek iç finansal kaynak sağlanmıştır.
Günümüz kamu finansman uygulamalarındaki hazine bonosu ve diğer kamu kağıtları ile bu uygulama arasında benzer noktalar bulabiliriz. Ayrıca, eshamların kadın-erkek, Müslüman-gayri Müslim, asker veya reayadan herkes tarafından satın alınabilmesine ve vergi (kasr-ı yed resmi) ödenmesi koşuluyla üçüncü kişilere serbestçe alınıp satılmasına izin verilmiştir. Burada da günümüzde ikinci piyasa adını verdiğimiz uygulamanın fiilen işlemekte olduğunu görmekteyiz.
Faiz, her sehim için yıllık 2.000 veya 2.500 kuruşluk standart birimler şeklinde belirlenmiş ve ödenecek muaccele miktarları da faiz tutarının katları şeklinde, her grup esham için, genellikle faiz tutarının beş altı katı şeklinde, defterdarlık tarafından tayin ve ilan edilmiştir. Örneğin, ilk uygulamanın geçekleştirildiği, İstanbul Tütün Gümrüğü mukataasında, yıllık gelirin, mal olarak tespit edilen 159.000 kuruşluk tutarın üzerinde kalan ve faiz olarak ifade edilen 400.000 kuruşluk bölümü için, 2.500 kuruşluk 160 sehimden oluşan ilk grup için muaccele miktarı beş yıl, yani 12.500 kuruş olarak belirlenmiştir. Ödenen bu muaccele miktarı karşılığında ömür boyu her yıl 2.500 kuruş faiz alma hakkı elde edilmiştir.
XIX. yüzyıl ortalarında Tanzimat Fermanı ile birlikte pek çok alanda olduğu gibi ekonomik alanda da Avrupa’yı referans alan çeşitli uygulamalara gidilmiştir. Finans ve ekonomi tarihi bakımından ise Tanzimat Fermanı, alacaklının eskiye oranla daha fazla korunması olarak anlaşılır. Bu sayede Osmanlı topraklarına gelen mallarla birlikte Avrupa finans kapitali de girmeye başladı. Avrupa ile pazar bütünleşmesini sağlamak üzere, 1838 ve 1839 yıllarında İngiltere ve Fransa ile yapılan ticaret anlaşmaları ile birlikte Avrupa finans kapitali de bütün kurum ve ilkeleri ile Osmanlı Devleti’ne girmeye başlamıştır.5 Bu yeni kaynak, eski kurum ve anlayışlara yabancı ve daha önceki dönemlerde görülmemiş biçimdi hızlı ve geniş ölçekteydi. Dolayısyla Osmanlı ekonomisine etkisi de o derece hızlı ve geniş ölçekli olmuştur.
“Finansman sağlama araçlarından olan borsa kavramı da Tanzimat sonrası dönemde literatüre girmeye başlamıştır. Gayri resmi de olsa Galata’da bir borsanın oluşması şu olaylarla başlayacaktır: “Konsolid” adı verilecek, devletin çeşitli kısa vadeli senet borçlarının kosolidasyonu ile ortaya çıkacak faizli devlet iç borçlanma tahvilleri, Kırım Savaşı için Avrupa’dan askeri mühimmat almaya tahsis edilecek olan 1854 tarihli dış kredi, gene savaş sonunda bu defa savaşın yaptığı tahribatın neden olduğu harcamalar ile tüketim toplumuna geçiş göstergesi olacak 1854 dış kredisi tahvilleri üzerinde her türlü borsa oyununun denemesi olmuştu.”
Bu arada süregiden politik ve askeri gelişmeler Osmanlı toplumunda çeşitli yapısal değişikliklere de sebep olmaktaydı.
Kırım savaşı nedeniyle Osmanlı ordusu yanında Ruslara karşı savaşacak olan İngiliz ve Fransız orduları ile beraber gelen yüksek rütbeli asker, sivil görevliler ve Osmanlılar da dahil bütün müttefik ordularının ve sivil erkanın yeni denebilecek gereksinimlerini karşılamak için İstanbul’a akın eden yabancı iş adamları, tüccarlar Galata’dan Taksim’e kadar uzanan yerleşme düzenini bir anda alt üst ettiler. Yeni konukları eğlendirmek için tiyatrolar, operalar, dans salonları, birahaneler, Paris ve Londra modası kadın ve erkek giyisileri ile donatılmış vitrinleri ile mağazalar yanında eczaneler, doktor muayenehaneleri de açıldı. Bu arada bir de Beyoğlu basını ortaya çıkmış ve Bab-ı Ali basınından farklı olarak hergün birçok ekonomik haber yanında yabancı kambiyolar, önemli Avrupa tahvillerinin ve hisse senetlerinin günlük kurları ile birlikte kaimelerin Galata’daki günlük değerlerini de ayrı bir köşede okuyucularına sunmaya başlamışlardı.
Şirketleşme faaliyetleri de XIX. yüzyılın sonlarında artmaya ve karmaşıklaşmaya başlarken gittikçe artan şekilde Batı Avrupa modelinin referans alındığı ticari yapılanmalar ortaya çıkmaya başladı. Şehiriçi kamusal ihtiyaçlara dönük yabancı yatırımlar ve şirketleşme faaliyetleri dönemin ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır.
Osmanlı’nın büyük yerleşim merkezlerine modern şehircilik hizmetlerinin getirilmesi genellikle bu şehirlerde yaşayan yabancıların ve azınlıkların girişimleriyle olmuştur.
“Osmanlı’nın kamu maliyesinin iflasından ve Düyunu Umumiye kurulduktan sonra Osmanlı tütünlerinin ekim ve işletme, içerde ve dışarda mamul ürünü satma tekelini elinde bulunduracak, diğer adıyla “Regie” Şirketi kuruldu. Bu şirketi izleyerek kurulan Havagazı, Su, Rıhtım ve diğer şirketler Galata Borsasının işlem kalemlerini artırdı ve spekülasyon bu defa artık faiz ve anapara taksitleri düzenli olarak ödenen borç tahvilleri yerine, bu şirketlerin hisse senetleri ve tahvilleri üzerinde kendini göstermeye başladı. Bu arada İzmir-Afyon Demiryolu Şirketinden sonra Tuna’yı Köstence’ye bağlayan demiryolu, Avrupa trenlerini İstanbul’a getiren Rumeli Demiryolları, ilk önce İzmit’e ve daha sonra Adapazarı ve Ankara’ya uzanan Anadolu Demiryolları ve nihayet Doğu Demiryolları şirketlerinin de tahvil ve hisse senetleri Galata Borsası’nın işlemlerini çeşitlendirmede büyük rol oynadılar. Zamanla 100’den fazla anonim şirket faaliyete geçti ve bunların hisse senedi ve borç senetleri Galata borsasında işlem görmeye başlamıştı. Bu arada Galata Borsası ve bu borsanın dinamik katılımcıları olan banker ve sarraflar ile bankalar, Avrupa’nın ünlü devlet tahvilleri şirket hisse senetleri ile obligasyonlarını da alıp sattıkları için Galata piyasası gün geçtikçe dünya borsalarına daha açık bir hale geliyordu. Abdülhamit’in bankeri Zarifi ile birlikte Borsadaki yerli ve yabancı bütün kağıtlarla ilgilenmeleri işin boyutunu artırıyordu”.
Bu dönemlerde Galata’da bir de piyangoculuk ortaya çıkmıştı. Hamburg piyangosu başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin ünlü piyangoları Galata’da pazarlanmaktaydı. Bazı sarraflar, ikramiyeli Rumeli Demiryolları tahvilleri ile Avupa piyangolarını bir nevi kumar haline getirmişlerdi. Bu sarraflara yatırılacak para karşılığında piyango bileti ya da Rumeli Demiryolları tahvillerine sahip olmak gerekmiyordu. Sarraflar bu piyangolara katılma hakkını pazarlıyorlardı. Başka bir açıdan bakılırsa bu uygulama aslında ilkel bir opsiyon uygulamasıdır. Halk arasında bu konu ile ilgili yoğun bir talep oluşmuştu ve bu işi yapan birçok sarraf etik olmayan davranışlar sergilemişler ve sonunda da iflas etmişlerdir.
Abdülhamit döneminde özellikle okul sayısının artması nedeniyle ve Türkçe basının ekonomik olaylara ve borsaya daha geniş yer vermeleri ile Osmanlı azınlıklarının ellerinde kalmış olan ticari hayata Türklerin de küçük çapta da olsa katılmaları onları da borsaya yakınlaştırmıştı.
Kaynak: http://nek.istanbul.edu.tr/