Anasayfa Araştırma Hicri İkinci Yüzyıl Hanefi Fıkıh Düşüncesi Kar Teoirsi

Hicri İkinci Yüzyıl Hanefi Fıkıh Düşüncesi Kar Teoirsi

by

Hanefî imamlara ait kâr teorisinin “kârın mâhiyeti” ve “kârın kaynağı” temel meseleleri üzerinden ele alındığı bu araştırmada şu sonuçlara ulaşılmıştır:

a) Hanefî imamlar, kendilerine ait kâr teorisini, teorik bir çerçevede değil, uygulama üzerinden birçok hukûkî işlemle ilişkili bir şekilde ve farklı başlıklar altına dağılmış olarak ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte kullanılan kavramlar ve ilgili ilkeler açısından tutarlı ve istikrarlı bir yolun takip edildiği ifade edilmelidir. 

b) Kârın mahiyeti ve kârın kaynağı ile ilgili konularda, Hanefî imamlar arasında genel bir ittifakın olduğu söylenebilir. Bazı konulardaki ayrışmaların, teoriyi büyük ölçüde etkilemeyecek nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. 

c) Hanefî imamlara göre kâr, dünyevî işleyişinin yanında ilâhî bir lütuf ve müdahalenin de konusudur. Dolayısıyla kâr sahibi, kârı, kulun fiillerinin yanında Yüce Allah tarafından birçok etken ve değişkenin işe koşulmasıyla ortaya çıkan ve kendisine bahşedilen ilâhî bir lütuf olarak değerlendirmelidir. 

d) Hanefî imamlar nezdinde kâr, önceden belirlenmiş maktû bir gelir ya da ücret olmayıp kâr ve zarar ihtimaliyle birlikte bulunan, miktarı başta değil elde edildikten sonra bilinebilen, kişinin mal varlığında artış sağlayan olumlu bir ziyadeyi/fazlalığı ifade eder. Kâr, ancak risk alınarak elde edilebilir; kârın az ya da çok olma riski bulunduğu gibi hiç olmama, hatta zarara dönüşme riski söz konusudur. Kâr daha çok piyasa ortamında, birçok etken ve değişkenle ilişkili bir şekilde meydana gelir. Elde edilme garantisi hiçbir şekilde bulunmadığı gibi böyle bir garantiyi de kabul etmez. Kârın elde edilme ihtimali, zarara girilme ihtimaliyle dengelenmiştir. Kâr paylaşımı, “önceden belirlenemezlik ilkesi” gereği miktar belirleme yoluyla değil, elde edilmesi muhtemel toplam kârın oransal paylaşımıyla olabilir. Sayılan özellikleriyle kâr, ücret ve faizden ayrılmaktadır. 

e) Hanefî imamlara göre kâr, karşılıksız yani bir kaynak olmaksızın alınamaz. Böyle bir yaklaşımın benimsenmesi, Hanefî imamlar nezdinde, kâra bir karşılık tayin edilmesi, karşılık olarak belirli bir fedakârlık ve yük üstlenilmesinin istenilmesi anlamına gelmektedir. Bu çerçevede Hanefî imamlar, kârı haksız kazançtan ayrıştırarak kâr konusunda “şer’î ve aklî meşrûiyetin sağlanması”, “hakkaniyet ve adaletin temin edilmesi”, “ilgililer arasında meşrû ve makûl bir dengenin kurulması”, “hak-sorumluluk dengesinin işletilmesi”, “gelir-gider dengesinin gözetilmesi”, “gelirin adil paylaşımı” gibi genel ve bağlayıcı ilkeleri gerçekleştirmeye çalışmışlardır.

f) Hanefî imamların uygulamalarına bakıldığında daman, sermaye, emek, toprak, akit ve şartın kârın kaynağı olarak değerlendirilmesi mümkündür. Bunların ilk üçünün, uygulamanın desteği ve sonraki literatürün onayıyla Hanefî imamlar tarafından kârın kaynağı olarak kabul edildiği -başka yorumlar da mümkün olmakla birlikte- ifade edilebilir. Hanefî imamlar tarafından toprağın da kâr kaynağı olarak değerlendirildiği görülür. Ancak bağımsız olarak mı yoksa sermayenin altına yerleştirilerek mi değerlendirmeye tabi tutulacağı konusunda ilgili uygulamalar yoruma açıktır. Yukarıda zikredilen gerekçelerle toprağın sermayenin altında değerlendirilmesi daha uygun görünmektedir. Akit ve şartın kârın kaynağı kılınması konusunda ise, Hanefî imamların bazı uygulamalarında dayanak bulunabilirse de yukarıda zikredilen gerekçelerle akit ve şartın kârın kaynağı olarak kabul edilmediği yaklaşımı tercihe şayan olanıdır. 

g) Hanefî imamlara göre kârın kaynağının temelde daman, sermaye ve emek üçlüsünden oluştuğu söylenebilir. Bununla birlikte onlara göre daman, sermaye ve emek, mutlak olarak değil müteşebbise nispet edilmesi durumunda kâra kaynak olabilir. Diğer bir ifadeyle bunlar, maktû bir ücret talep eden kişilere nispet edildiğinde kâra kaynaklık etmezler. Buna göre kâra kaynak olması açısından müteşebbis emek, müteşebbis sermaye ve müteşebbis damandan bahsedilebilir. 

h) Hanefî imamlar tarafından daman olmaksızın diğer ikisinin tek başına ya da birlikte kâra kaynak kılınmadığı görülür. Kârın kaynağı olabilmesi için tek bir kaynak yerine daha çok üçüne ait farklı terkiplerin öne çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Terkiplerde en çok tekrar eden kaynağın daman olduğu da ifade edilmelidir. 

i) Hanefî imamlar, akitler teorisi şeklinde oluşturdukları fıkhî faaliyetlerinin bir yansıması olarak kâr konularını bir başlık haline getirmemişler, akitleri başlık haline getirerek her bir akdin kendi işleyişini ortaya koymaya çalışmışlardır. Böylece kârın kaynaklarına dair gündeme gelebilecek bütün ihtimalleri ele almak yerine inceledikleri akitler için geçerli olan kâr kaynakları ile yetinmişlerdir. Bundan dolayı üç kaynağa ait gündeme getirilebilecek bütün ihtimaller dikkate alındığında, onların uygulamalarında, kârın kaynakları konusunda “uygulamada kâra kaynak kılınanlar”, “uygulamada belirli akitlerde kâra kaynak olamayacağı kabul edilenler”, “uygulamada kâra kaynak olup olmadığına değinilmeyenler” olmak üzere üç farklı durum ortaya çıkmıştır. Bunların ilkinde söz konusu olan durumların Hanefî imamlar tarafından kârın kaynağı olarak görüldüğü açıktır. İkincisi altına giren durumların, belirli akitler için kârın kaynağı olamayacağı söylenebilirse de, genel olarak kâra kaynak olup olamayacağı incelenmeye muhtaçtır. Üçüncüsünün kapsamına giren durumların ise, her halükârda kâra kaynak olup olmayacağının araştırılması gerekir. Bu araştırmada, ilki altına giren durumlar ortaya konulmakla birlikte diğer durumlara araştırmanın sınırlarını aştığı için işaret etmekle yetinilmiştir. Bundan dolayı ikincisi ve üçüncüsü altına giren durumların, başka araştırmalarla Hanefî imamların benimsediği fıkhî delillere, akit nazariyelerine ve kârın kaynağı olarak meşrû gördükleri durumlarda izledikleri ilkelere dayanarak ayrıca değerlendirmeye tabi tutulması ve bu şekilde hükme bağlanması gerekmektedir.

j) Hanefî imamların açık bir şekilde kârın kaynağı olarak kabul ettiği durumların meşrûiyeti, her durumda geçerli olmayıp belirli akitlere ve bu akitlerin rükûn, şart ve hükümlerine uygun bir şekilde elde edilip edilmediğine bağlıdır. Bu durumda yeni akit ve uygulamalarla elde edilecek kârın kaynağının meşrûiyeti, Hanefî imamlar tarafından ortaya konulan ilkelere ve mezhebin genel işleyişine uygun olarak gerçekleştirilecek ictihâdî faaliyetlerin konusu haline gelmektedir. 

Kaynak: DergiPark

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun