Anasayfa Makale Haram Karışık Mal ve Kazançla İlgili Tasarruflar

Haram Karışık Mal ve Kazançla İlgili Tasarruflar

by

Malında Haram Olanlarla Yapılan Muameleler 

Genel olarak fakihler malının tamamı haram olanlarla muameleyi caiz görmemişlerdir. Haram olduğu kesin bilinen bir mal alınmaz. Ayrıca haram bir yolla elde edilmiş olduğu bilinen bir paranın sermayede kullanılması haramı onaylamak ve günahın işlenmesine katkı yapmış anlamına gelmektedir.4 Esasen fasit bir yolla alınan paradan elde edilen kârın temiz olması o işlemi caiz hâle getirmemekte ve o kişinin işlediği günahı ortadan kaldırmamaktadır. Üstelik fasid akdin sistematik hale getirilmesi şöyle dursun bu akdin caiz olmayan bir akid olması sebebiyle izalesi esastır, vaciptir (Şürunbilali, s. y.no: 00610; Nevevi, ty., s. 9:343; İbn Müflih, 2003, s. 6: 388-391; Asbahi, 1994, s. 6: 198; Gırnati, 1994, s. 7: 336). Sadece Maliki mezhebinde dört görüşten birinde bir kimsenin zimmetini kapsayan muameleler bulunsa da bu haram mal hakkında mübayaası, hibe etmesi, hibe alması, miras olarak alması ve yemeğinin yenmesi caiz olur, ancak mal ayni olduğunda tazmin etmiş olsa da gâsıp için helal olmaz. Sorumlu olan hibe eden veya satandır. Maliki kaynaklarında geçtiği üzere; elinde haram bir mal bulunan kimse bununla kimseyi alışverişe zorlamadan ev veya elbise alsa üçüncü şahsın bu evi veya elbiseyi bunları haram malla alan şahıstan almasında sakınca olmaz. İbn Rüşd, bu durumda sorumluluğun satıcıda veya  hibe olsa hibe eden de olacağını belirtir (Gırnati, 1994, s. 6: 593; İbn Rüşd A. e.-H., 2004, s. 18: 564-565).

Malının Çoğunluğu Haramdan Olan Kimselerle Muamele:

Hanefi mezhebi: Malının çoğu haram olan kimseyle muamele, bizatihi muameleye konu olan malın haram olduğu bilinmediği için doğrudan haram olmaz ama harama düşme tehlikesi olduğu için kerahet vardır (Hamevî, 1985, s. 1: 193; Tahtavi, 1997, s. 35). Malının çoğu haram olan kimse şayet ikram ettiği veya hediye ettiği malın kendisine helal miras, borç tahsili gibi yollardan intikal ettiğini beyan ederse yani çoğu haram olan malıyla bir ilgisinin olmadığını beyan ederse, bu takdirde almakta beis olmaz. 

Maliki mezhebi: Maliki fakihleri, malının çoğu haramdan olan kimselerle muameleyi ve hibesinin kabulünü caiz görmezler. İbn Kasım bunu kerahete hamlederken Asbağ haramlığa hamleder. Maliki mezhebinde de malının çoğu haram olan kimse ile muamelenin mekruhluğu öne çıkmaktadır (Desûkî, ty, s. 3: 277). 

Şafii Mezhebi: Şafii mezhebinde mesele, zaruret, haciyat ve umum-i belvâ yönü göz önüne alınarak farklı şekilde ele alınmıştır. Neticede Şafii mezhebinde konu bir açıdan vera yönüyle diğer açıdan da kerahet kaydıyla gündeme gelmiştir. Haramın karışması tüm malı haram kılmaz. Bu sebeple elinde helal haram karışık mal olanın malıyla ilgili “bu haramdır” zannıyla istishaba aykırı olarak zanla hareket edilip haramlık hükmü verilemez (Nevevi, ty., s. 9:343-344; 8: 178; Heytemi, 1983, s. 7:180). Kerahet kayıd ise, derecelendirilmiş olup kerahetin şiddetinin artması şüphenin kuvvetine göre belirlenmiştir. Zira bizatihi aynıyla haram olduğu bilinmedikçe haram hükmü verilemez. Yani haram ya da helal olan kısımla muamele yapmış olma ihtimali ancak vera açısından kaçınmayı gerektireceği için haramlık hükmüne konu olmaz ancak kerahet kaydı ile yetinilir (İbn Rüşd, ty, s. 1: 556 ). 

Hanbeli mezhebi: Haram ve helal karışık malı olanla muamele, hediyesini kabul, yemeğini yemek, Hanbeli mezhebinde de fetva ve vera açısından ele alınmıştır. Mücerred durumu bilmeme sebebiyle asli ibaha gereği ihtimalle hüküm verilmez. Ancak şüphe sebebiyle kaçınmak evla olur. Malın çoğu haramsa tamamı haram hükmünde olan gibidir (Ruheybani, 1994, s. 5: 233). Konuya asli ibaha çerçevesinde yaklaşan fakihler, Peygamberimizin, Yahudilerle faizli muamele yaptıklarını, içki alıp sattıklarını bildiği halde onlarla ticaret yapmakta olduğunu söyleyerek delil getirmişlerdir. Burada sorumluluk faizli muamele yapanadır, yoksa mubah bir surette alış veriş yapana değildir (Umrani, 2000, s. 5:119).

Mekke döneminde de panayırlarda aynı muameleler yapılıyordu. Ne Peygamberimizin ne de sahabinin: “Bu kafirlerle muamele caiz değildir” dediklerinin işitilmediğini belirten Şevkani, “bu durumda muamelesine zulüm de karışsa bir müslümanla muamelenin caiz olmadığı nasıl söylenebilir?” diyerek en azından bu müslümanın bir kısım haramlara düşse de bir kısmından ictinab edeceğini, dolayısı ile elinde karışık durumda mallar bulunabileceğini belirtir. Zira bir insana ancak bizatihi haram olan bir husus haram olur. Kaçınma hususu ancak vera açısından değerlendirilebilir (Şevkani, ty, s. 483). Bunun gibi Gazali’nin ifadesiyle Emevi döneminde sahabi, bir takım zulüm uygulamaları olduğu halde muameleye devam etmişlerdir. Eğer onlar zulüm ve haram işler karıştığı için ticaret kapısının kapanmasına meydan verselerdi ticaret kapısı kapanır, toplum harap olurdu. Zira bu durumda meşru çare bulamayan insanlar fıska itilmiş ve dinin hükümlerine karşı tamamen gevşetilmiş olurdu (Gazali, 1985, s. 2:104).

Malının Çoğu Helalden Olan Kimselerle Muamele:

Hanefi mezhebi: Hanefi mezhebinde, malının çoğu helalden olan kimselerle muamelenin, ikram ve hediyesini kabul etmenin mekruhluğu yanında caiz oluşu öne çıkmaktadır. Zira az da olsa malların haramdan tümden salim olmasının zor olacağını düşünen fakihler, haramın çokluk ve azlığına göre değerlendirme yapmışlardır (İbn Maze, 1424, s. 5:367). Ancak ihtiyata uygun olanın sakınmak olduğunu ifade edenler de olmuştur (Ayni, 2007).

Şafii Mezhebi: Şafii fakihleri, malının kahir ekseriyeti helal olan kimseyle muameleyi caiz görürler. Zira bu durumda da harama tevafuk etmek nadirattan olur. Bin dirhemin birkaçının haram olması gibi. Yani mesele haram, mekruh ve mubah çizgisinde haram oranının azlık veya çokluğuna göre değişim gösterecektir. Yani kerahet derecesi haramın çokluğuna göre şiddetlenecek azlığı durumunda ise hafifleyecektir. Neticede bizatihi haram olduğu bilinmeyen karışık mallarda haramlık hükmü verilmez. Kerahet hükmünün derecesi de haramlığın miktarının az ya da çok olmasına göre artar ya da eksilir (İzz b. Abdüsselam, 1990, s. 1:84-85). 

Maliki mezhebi: İbn Kasım, malının çoğu helal olan kimsenin bu malıyla muamele yapmasının, borç olarak kullanmasının, alacak olarak tahsilinin, başkasından hibe ve hediye olarak almasının ve onunla hazırlanan yemeği yemesinin helal olacağı görüşündedir. İbn Vehb ise, muamele hususlarında aksi görüştedir. Asbağ ise, tüm bu durumlarda haramlık hükmü olduğunu ve haram karıştığı için tamamının tasadduk edilmesi gerektiğini söyler. İbn Arabi de, Asbağ’ın görüşünün dinde aşırılık olarak yorumlanacağını söyler. Zira şayi olan böyle bir durumda temyiz edilememe hususundan maksat o şeyin aynı değil mal olma durumudur (İbnü’l-Arabi, 2002, s. 1:325; Kurtubi, 1964, s. 3:366). Malında az bir kısım haram bulunana gereken şey, tevbe edip bu kısmı malından çıkarması sahibi biliniyorsa ona iade etmesi bilinmiyorsa onun adına tasadduk etmesidir (İbn Rüşd, ty, s. 1:554).

Hanbeli mezhebi: Hanbeli mezhebinde görüş zenginliği bilinen bir husustur. Faizle iştigal edenin yemeğinin yenmeyeceği görüşünde olanlar varken öte yandan malının üçte biri veya çoğu haram olursa caiz olmayacağı zira çoğun bütün hükmünde alınacağı belirtilmiştir. Mezhepte diğer bir görüşte ise; maldaki haramlık çok olsun az olsun mutlak haram olmayacağı ancak haramın oranına göre kerahet derecesinin olacağı söylenmiştir (İbn Müflih, 2003, s. 4: 388-391). Ancak sonra gelen Hanbeli müellifleri caiz olmaması görüşünün şüphelileri terk etme ilkesi gereği tercih edilmesi gerektiğini ancak zaruret durumlarında cevaz yönünün tercih edilebileceğini belirtmişlerdir (İbn Müflih, 2003, s. 4: 390). Hanbeli mezhebindeki bu ihtilaf sadece ikramla ilgili değil aynı zamanda haramla iştigal edenle muamele, sadakasını ve hibesini kabulde de geçerlidir (İbn Müflih, 2003, s. 4: 392). Helal malın çok olması durumunda haram kısmın tasfiyesi ile kalandan istifadenin mümkün olacağı haramın çok olması durumunda ise, hepsinden kaçınılması gerektiği ifade edilmiştir. Ancak Hanbeli fakihleri bu kaçınmanın haramlık cihetinden değil vera cihetinden olduğunu vurgulamışlardır (İbn Müflih, 2003, s. 4: 391-397).

Malının Durumu Bilinmeyen Veya Şüpheli Olan Kimselerle Muamele

Hanefi Mezhebi: Mezhepte konuyla ilgili benimsenen ilkeye göre; malın doğrudan haramdan olduğu bilinmedikçe bu mal üzerinde muamele yapmak caizdir (Semerkandi, 1386, s. 478). Nitekim İbn Abidin, haramın iki zimmete geçmemesi konusunun bilmeme durumuyla kayıtlı olduğuna dikkat çekmiş, bile bile bunun caiz olmayacağını belirtmiştir (İbn Abidin, 2000, s. 5:97).

Şafii Mezhebi: Mezhepte muamele yapılan malın bizatihi aynıyla haram olduğu bilinmedikçe haram hükmü verilemez. Ancak vera açısından terki evla olur (Nevevi, ty., s. . 9: 344). Eğer şüphe durumu kuvvet kazanırsa en fazla kerahet hükmü verilir (İbn Rüşd, ty, s. 1:556).

Maliki mezhebi: İbn Rüşd, haram malla helal bir malın alınması meselesinde durumu bilip bilmemeye göre farklı üç görüşü zikreder:

  1. Karşı taraf bilsin bilmesin caizdir. İbn Sahnun ve İbn Habibe ait. 
  2. Caiz değildir. Sahnuna ait.
  3. Satıcı semenin hubsiyetini bilirse caiz, bilmezse caiz değil. İbn Addus’a ait. Zira bilseydi zimmetini haramın kuşattığı kimseyle alışverişe razı olmayabilirdi (İbn Rüşd, ty, s. 1:559, 560).

İki zıt yaklaşımı temsil eden aynı mezhepteki alimlerin bu farklı tutumları, şahsi sorumluluk ilkesiyle, şer ve kötülüğe alet ve yardımcı olmama esasını dikkate alan geniş çerçeveli yaklaşımların bir sonucu olarak düşünülebilir. 

Hanbeli mezhebi: Mücerred durumu bilmeme sebebiyle asli ibaha gereği ihtimalle hüküm verilmez. Ancak şüphe sebebiyle kaçınmak evla olur (Ruheybani, 1994, s. 5: 233). İbn Teymiyye, konuyla ilgili zahiri durumda bilinenle bilinmeyeni ayrıt etmiş zahirde malın haramdan olduğu bilinmiyorsa alıcı için hem dünyada hem de ahirette bir sorumluluğun olmadığını bu durumda tüm sorumluluğun ve tazminatın satıcıya ait olacağını söyler (İbn Teymiyye, 2005, s. 29:292). İnsanların şüpheli gördüğü fakat kendisince ilmi yönden helal olduğu sabit olan hususta bir sorumluluğu olmaz. Fakat bu durumda insanların ta’nından ve töhmete düşmekten sakınması ırzını koruması açısından isabetli olur (İbn Receb, 2001, s. 201-204).

Genel Değerlendirme

Gelirinin tamamını haram yollarla elde eden kurum veya şahıslarla muamele, bunların hediye ve ikramlarının alınması veya bunlarla ortaklık kurulması caiz değildir. Ancak ticari muamele yapılan kimselerin gelirleri tamamı haram kazançlardan değil de diğer helal kazançlarıyla karışık bulunursa bu durumda hüküm de değişecektir. Bir kurum veya şahıs helal işlerin yanı sıra haram yollarla da gelir elde ediyorsa bu tür yerlerle muamele yapmak, ikram ve hediyesini almak veya ortak olmak gibi hususlarda, gelirinin çoğunun haram ya da helal olmasına göre fakihler farklı kanaatlere ulaşmışlardır. Ancak burada ortaklıktan maksadımız elinde haram karışık mal olan birisiyle meşru bir iş üzerinde ortaklıktır yoksa mahzurlu bir işi yapmak üzere ortaklık değildir. Zira mahzurlu bir işi tek başına veya ortak yapmanın hükmünde bir farklılık olmaz.

Mezhepler, malının çoğu haram olan kimseyle muamelenin, bizatihi muameleye konu olan malın haram olduğu bilinmediği için doğrudan haram olmayacağı ama harama düşme tehlikesi olduğu için en azından kerahet hükmünün bulunacağı görüşünde birleşmişlerdir (Hamevî, 1985, s. 1:193; Tahtavi, 1997, s. 35; Desûkî, ty, s. 3: 277; Nevevi, ty., s. 9: 343, 344; 13: 178; İbn Müflih, 2003, s. 4: 390-392).

İlerleyen zamanlarda kaçınılması zor ve karmaşık durumlarla karşılaşan fakihler, helal-haram karışık malların olması durumunda genişlik yoluna girmişler en azından ruhsat metodunu işletmeye meyletmişlerdir. Tabi ki bunda zaruret, umum-i belva ve fesadüzzaman algısının etkilerini görmek mümkündür. Konu bir açıdan vera yönüyle diğer açıdan da kerahet kaydıyla gündeme gelmiştir. Fakihler, haramlık hükmünün mücerred bir ihtimalle sabit olamayacağını ancak malına haramı karıştıran kimseyle muameleden kaçınmanın dini şüphelerden arındırmak açısından ihtiyati bir hüküm olarak kerahet kaydının getirilmesini uygun görmüşlerdir.

Kerahet kaydı ise, derecelendirilmiş olup kerahetin şiddetinin artması şüphenin kuvvetine göre belirlenmiştir. Zira bizatihi aynıyla haram olduğu bilinmedikçe haram hükmü verilemez. Veraın derecesi müşterinin elindeki miktarda helal ve haramın derecesine göre değişir. Haram kısmı daha çoksa veraın derecesi de o nispette ziyade olur. Maldaki haramın azlığına ya da çokluğuna göre de kerahet derecesi azalır ya da artar. Zira az da olsa malların haramdan tümden salim olmasının zor olacağını düşünen fakihler, kazançlarının çoğunu helalden elde eden kimselerle muamelenin, bizzat haram kaynaklı taraftan olduğu bilinmedikçe onların ikram ve hediyelerini almanın caiz olacağı kanaatine varmışlardır. Bilhassa taayyün etmeyen para, altın vb. nakitlerde kirlilik veya helallik bunların bizatihi aslında değil vasfında yani kazanma yönünde olduğu için iş karşılığı alınan/verilen nakitlerde şüpheye itibar edilmez. Nakitler (para, altın, döviz vs.) taayyün etmediği için bu anaparalardan istifade ile ticaret yapılsa hubsiyet/kirlilik intikal etmez. Zira nakitlerde haram olan miktar tasfiye edilerek helal muamelelere devam etmek imkânı vardır. Bu gibi hususlarda sakınmaya teşvik eden görüşler fetva cihetinden değil vera/takva cihetinden ileri sürülmüştür (İbn Nüceym, 1999, s. 97; Kasani, 1982, s. 5: 144; Zeylai, 1313, s. 6: 67; İbnü’l-Hümam, ty, s. 6: 473; İzz b. Abdüsselam, 1990, s. 1:84-85). Neticede bizatihi haram olduğu bilinmeyen karışık mallarda malın doğrudan haramdan olduğu bilinmedikçe bu mal üzerinde muamele yapmak caizdir. Eğer şüphe durumu kuvvet kazanırsa en fazla kerahet hükmü verilir. 

Kaynak: Dergi Park

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun