Anasayfa Tartışma İslam İktisat Düşüncesinin Dünyevi Boyutları

İslam İktisat Düşüncesinin Dünyevi Boyutları

by

İslam tarihinde kendisine altın çağda denilen 750-1250 şeklinde 600 yıllık bir ilk periyot ve hemen akabinde duraklama ve gerileme dönemlerini içine alan 600 yıllık bir ikinci periyot bu konularla ilgili araştırmaların dikkatini en çok celp edici zaman aralıkları olmuştur. Bu kısımda, doğu ülkelerinde merkezi devlet otoriteleri güçlenmezden önce bağımsız toplum ekonomisi manzaralarına daha sık rastlanabileceği ihtimalinden yola çıkarak “altın çağ”’da dünyevileşmenin izleri aranacaktır. Altın çağın gücünün potansiyeline ulaştığı dönem olan XIII. yy’da mağribyen allamelerin asketik ahlakın dünyevileşmesi yönündeki kurumsallaşma çabalarını izlemek ise; İslam İktisat düşüncesinin modern iktisadi düşünceyi ortaya çıkaran süreçlerle uyumlu dünyevi denilebilecek boyutlarının da görülmesini sağlayacaktır. 

XIII. yy’da artık mağribi ekol altında sınıflandırılabilecek cereyanların çalışmayı ilgilendiren özellikleri onun toplum ekonomisinde hangi ferdi, mücadeleci ve maceraperest eğilimleri teşvik ettiği ile ilgili olacaktır. Mağribi ekolün devletin durağan bir toplum ekonomisini tesis etmek için iktisadi düşünceyi sadece politik ekonominin bir malzemesi olarak gören anlayışının karşısında, merkez-kaç bir unsur olarak ortaya çıkıp çıkmadığı da ayrı bir merak konusu olacaktır. Mağribi ekolün içtimai doktrini, Muhyiddin İbn-i Arabi’nin; “Men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu” (Kendini bilen Rabb’ini bilir) hadisini, her insanda Allah’ın isimlerinden bir tanesinin diğer insanlara nazaran daha fazla öne çıktığı ve bu sayede her insanın hakikate ulaşma yolunun birbirinden farklı olduğu şeklindeki şerhiyle parola edilmiştir. Bu sayede yavaş yavaş merkezileşmeye başlayan devletin ekonomi politiğine ters bir surette bireye toplumdan bağımsız bir bilişsellik kazandırılmaya çalışılmıştır (Tek, 2017).

Kapitalist zihniyetin oluşumunda aksiyonerlik ve maceraperestlik önemli bir paya sahiptir. XVI ve XVII.yy.’da Atlantikte yeni yükselen ve son derece riskli kıtalararası deniz ticareti aktörlerinin kurdukları ilk şirketin adının “Tüccar Maceracılar” olması da oldukça manidardır. O yüzyıllarda bile devlet ekonomisinden bağımsız refleksler geliştirmenin maceracılık olarak düşünüldüğü bir dönemde mağribyen ekole mensup önderlerin bulundukları döneme göre oldukça marjinal eğilimlere sahip olduğu anlaşılacaktır. Mağribi okulun özelliklerinin anlatıldığı ilk parola cümlesinde de altı çizilmeye çalışıldığı gibi bu felsefenin hareket noktası insandır. Dolayısıyla da varlığın en mükemmel tecellisi insan da vuku bulacağından onun etraflıca incelenmesi iktisadi ve siyasi konular başta olmak üzere birçok içtimai meselelerde modern iktisadi düşüncenin gelişiminde de çok önemli bir işleve sahip olan bağımsız ahlak sistematizasyonlarını mümkün kılacaktır.

İslam İktisat Tarihi’ni dünyevi boyutlarıyla ele almayı amaçlayan bu çalışmanın başında dünyevileşme hareketlerinin XIII. yy’daki kurumsal görünüşünden bahsedilmiştir. Böylelikle bilhassa VIII. yy’dan sonraki dünyevileşme hareketlerinin bu kanadı besleyen özellikleri ortaya çıkarılmış olacaktır. Durağan bir toplum ekonomisini tesis etmeye çalışan merkezi devlet otoritesine karşı toplum ekonomisini dinamik bir kavram olarak ele alan merkez-kaç hareketler arasındaki mücadelelerin izleri elbette ilk merkezi İslam Devleti olan Emeviler’de aranmalıdır. Gaylan ed-Dımaşkı’nın (ö. 738) başını çektiği bu hareketlerin eleştiri konuları hususiyetle iktisadi konular olmuştur. Dımaşkı’nın temel felsefesi literatürde “Galyanizm” olarak da anılmakta olup insanın kaderini kendi aklı ve hür iradesiyle belirlediği fikrine dayanmaktadır (TDV, 2022). Dımeşki eserlerinde piyasa fiyatının oluşumunu engelleyen faktörler arasında devletin uyguladığı maliye politikalarını göstermiştir. Ayrıca; adil fiyatın oluşabilmesi için tüccara önemli bir misyon yüklemektedir. Ona göre tüccar; arzla talebi bir araya getirerek spekülatif saiklerden kaynaklanan fiyat dalgalanmalarını önlemektedir (Watt, 2020). Bunlara ek olarak normal kar-aşırı kar sınıflandırmalarıyla tam rekabet piyasalarını teşvik edici bir bakış açısına da sahip olduğu söylenebilir (Tritton, 2019).

Baeck’de bir çalışmasında açıkça ifade ettiği gibi Dımaşki’yi dönemin devlet politikalarının bir nev’i meşrulaştırma fonksiyonunu yüklenen siyasetname yazarlarından ayrı bir kutupta konumlandırmak gerektiğine inanmaktadır (Baeck, 1991, s. 83). Siyasetname yazarlarının hanedan dışındaki sınıfların servet biriktirme güdülerine karşı çıkan itidal ahlakına Dımaşki’de rastlanmaz (Naima, 2017, s. 107- 111).

İslam İktisadı literatüründe önemli tartışma konularından bir tanesi de; kuşkusuz ideal piyasa fiyatının nasıl belirlenmesi gerektiği hususundaki tartışmalar olmuştur. Bu bağlamda da Narh sisteminin meşruluğu sorgulanmıştır. Halk arasında “nark” olarak da bilinen Narh’ ın kelime anlamı “azamî fiyat” demektir. Kavramın ihtiva ettiği anlam ise; devletin, mal ve hizmet piyasalarında ürünlerin belirli bir fiyattan satılmasını emretmesi ve bu belirlenen hadden aşağı ve yukarı fiyat dalgalanmalarına kesinlikle müdahale etmesi demektir (Pakalın, 1993, s. 654-655). Narh tartışmaları Hz. Peygamber döneminde başlamıştır. Aktarılan sahih hadis rivayetlerine göre Hz. Peygamber narhı yalnızca Allah’ın koyabileceğine yönelik net bir tutum ortaya koymuştur (Yeniçeri, 1980). 

Dört Halife döneminde de narh sistemi uygulanmamıştır fakat daha sonraki dönemlerde giderek merkezileşen Emevi, Abbasi ve Endülüs Emevi Devletleri’nde sınıflaşma çabalarına karşı bir mücadele refleksi olarak narh sistemi uygulamaya sokulmuştur (Ergin, 1922, s. 309-310). Dolayısıyla fiyatlara devlet müdahalesinin, dini nasların gereğini yerine getirmekten ziyade giderek merkezileşen bir devlet refleksi olduğu açıkça anlaşılmaktadır. 

Merkezi devletlerin dünyevileşme eğilimleriyle mücadele etme yöntemlerinden bir tanesi de toprak tutma biçimleriyle ilgilidir. Hz. Ömer döneminden itibaren Arap/Türk-İslam Devletler’inde toprakta tımar, ikta daha sonrasında da mültezimlik vb sistemlerin uygulanışı toprağı tutmakla yükümlü beylerin zamanla feodalleşme eğilimi gösterip kapitalist üretim biçimlerine geçmelerinde önemli tarihsel bir engeli meydana getirmiştir (Timur, 1996, s. 27-30).

Batı Avrupa’daki muadilleri gibi toprağın verimliliğinden sorumlu olmayan bu beyler modern iktisadi zihniyetin dünyevi bir ön aşaması niteliği taşıyan feodal özellikleri kazanamamışlardır. Elbette ki merkezi bir imparatorluğa dönüşme gayesi taşıyan devletlerin bu türden dünyevileşme hareketlerine fırsat vermesi de beklenemeyeceğinden toprakta tımar sistemi parasal bir ekonomi ortaya çıkana kadar varlığını korumuştur (Akdağ, 1945). 

VIII- IX. yy’lar gibi potansiyel olgunluğuna henüz ulaşamamış merkezi İslam Devlet modelinin karşısında mevcut toprak rejimi ile ilgili pekâlâ merkez kaç seslerin yükseldiğine rastlanmaktadır. Bunlardan en önemlileri Ebu Yusuf Ya’kub b. İbrahim’in görüşlerine burada yer vermek aydınlatıcı olacaktır. Bir ekonomi politikası olarak devletin verimlilik yerine gelir esaslı bir toprak tutma anlayışını eleştirmek için bir risale kaleme alan Ebu Yusuf Ya’kub b. İbrahim18 (ö. 798) çağına göre oldukça dünyevi bir iktisadi bakış açısı ortaya koymuştur. Ebu Yusuf eserinde açıkça iltizam sistemine karşı çıkarak önceden sabit bir fiyattan vergilendirme yerine ürünün verimliliği üzerinden vergilendirme sistemini savunmuştur (Kallek, 1997, s. 10).

Bir kutupta dünyevileşme diğer kutupta da mistikleşme şeklinde çalışmanın başından beri ortaya koyulan metodolojiye sadık kalmak şartıyla merkezi devlet ve merkez kaç unsurlar arasında modern iktisadi düşünceleri önceleme bakımından yapılan bi-nev’i karşılaştırma kalemlerinden bir tanesi de filantropi faaliyetlerine (hayır işlerine) yönelik tutumlardır. İktisadi ahlakın dünyevileşmesine giden yolda Doğu ve Batı Manastırcılığının filantropi faaliyetlerindeki rollerinin hatırlanması bağımsız bir toplum ekonomisinin ortaya çıkışındaki etkenlere bakışa daha entellektüel bir derinlik kazandırmış olacaktır.

Daha önceki sayfalarda da ifade edildiği gibi kenobitik form (toplu yaşama formu) üzerinden gelişim gösteren Hristiyan Manastırcılığı’nın iktisadi ahlakın dünyevileşmesine yönelik katkıları hatırda tutulduğunda bu gelişim çizgisinin batı manastırcılığı özelinde devam ettiği, doğu manastırcılığının ise; doğu Roma İmparatorluğu’ndki merkezileşme eğilimlerinin bir sonucu olarak devlet eliyle filantropi faaliyetleri yapan vakfiye benzeri bir yapıya indirgendiği bilgisini burada vermek gerekmektedir (Mac Mullen, 1984). Batı Manastırcılığının gelişim seyri ise; doğudakinden çok farklı bir seyir izlemiştir. Doğuda merkezi otoritenin bir filantropi aracına dönüşen manastırcılık batıda, merkezi devlet otoritesinin yokluğunda otonom bir kurumsallık kazanmıştır. Doğu manastırcılık anlayışı nasıl manastırcılığın doğuda devlete doğru esnemesinin meşru zeminlerini hazırladıysa; batı’da da tam tersi bir surette, otonom kurumsallaşmanın meşru zeminleri oluşturulmuştur (Dunn, 2007). 

Batıda bu kurumsallaşma, kendi geçimlik ekonomisini finanse etmeninde ötesinde yarattığı ürün fazlasıyla, yerel ekonominin gelişimine odaklı kenobitik formu temel almıştır. Dolayısıyla doğu da devlet hazinesinin filantropi faaliyetleriyle devlete bağımlı bir toplum ekonomisinin temelleri atılırken batıda ise kendi kendine yeten bir toplum ekonomisinin temelleri atılmıştır. Bu cihetle Muhammed bin Hasan Şeybani ’nin (ö. 805) devletin filantropi faaliyetlerinde alması gereken poziyonu tartıştığı “Kitabü’l İktisab fi’r- Rızkı’- Müstetab19 isimli risalesi bu hususta İslam İktisat ahlakının dünyevileşme yönündeki eğilimlerinin anlaşılmasına fayda sağlamıştır. Şeybani eserinin erdemli bir Müslümanın ideal tüketim davranışlarını açıkladığı bir bölümünde mistik sufilerin dünyadan el etek çekme ritüellerinin en klasik uygulamalarından olan dilenmeyi aşağılık bir davranış olarak yorumlamıştır. Ayrıca; mistik ahlakın en önemli özellikleri arasında daha sonraki başlıklarda da ele alınacak hususlardan bir tanesi olan ticari girişimciliğe yönelik katı tutumu da eserde “Tasavvuf Ehlinin Ahmakları” adı altındaki münferit bir başlıkta tenkit edilmiştir. Bu bölümde Maide suresi’nin 87. ayetinden deliller sunularak sufilerin girişimcilikten elde edilen ve mubah olan kazançları haram zannettikleri gafletine düştükleri zikredilmiştir (Görgülü, 2010). 

Şeybani sufilerin girişimciliği eleştirip dışardan kendilerine hayır ve sadaka (Filantropi) faaliyetlerinin yapılmasında bir mâni görmemelerini şiddetle eleştirmiştir. Eserde; ömrü boyunca kazanç peşinde koşmak eğer haram ise; ömrü boyunca kazanç peşinde koşanların ürettikleri metalardan faydalanmanın da haram olacağı iddia edilmiştir (Sıddıqı, 1992, s. 17-21).

Daha önceki sayfalarda da ifade edildiği üzere; siyaset ve ekonomi gibi içtimai alanlarda merkezi devletin tesis etmeye çalıştığı mistik ahlaktan bağımsız ahlak sistematizasyonlarının varlığı dünyevileşmenin en büyük göstergelerinden bir tanesidir. Bu husustaki en büyük adım ise; pratik ahlaka dair meseleler ve nesnel ahlaka dair meseleler olmak üzere ahlakı temelde iki ana başlık altında ele alan İbn-i Rüşd’den (ö. 1198) gelmiştir.20 İbn-i Rüşd içtimai meselelerin doğasını, şeriat ve devletin örfi hukukuyla şekillenmiş nesnel ahlaka dair meseleler başlığı altında incelememiştir. Ona göre; içtimai konular pratik ahlakın alanına girmektedir. Dolayısıyla bu durum İbn-i Rüşd’ü toplum ekonomisinde bağımsız ahlak sistematizasyonlarının gerekliliğini ispatlamaya teşvik etmiştir. Devletin salık verdiği adil menzilllerin dışında bir ahlak sistematizasyonunu gerekli görme fikri, beraberinde toplum ekonomisiyle devlet ekonomisinin çıkarlarının ters düşebileceğini gündeme getirmiştir. Nitekim İbn-i Rüşd’ün kadim orta çağ devlet geleneğinin nominalistik para felsefesine karşı tenkitleri bundan ileri gelmiştir. İbn-i Rüşd, nominalistlerin inandığı gibi paranın yalnızca mübadele ve değer ölçüsü işlevlerinin olmadığını aynı zamanda gelecekteki işlemler için bir likitide rezervi olduğunu ortaya koymuştur. (Grice-Hutchinson, 2016) Paranın bu yeni fonksiyonu kabul edilince de; merkezi otorite tarafından onun değerinde yapılan oynamalar, kuşkusuz gelecekte halkın satın alma gücünü etkileyerek adil olmayan keyfi sonuçlara yol açabilecektir. (Baeck, 1991, s. 89-91). İşte bu nedenlerle İbn-i Rüşd, merkezi devletin mistik iktisat felsefesinin bir görünüşü olan nominalistik görüşe karşı çıkarak toplum ekonomisinin refahı için farklı ahlak sistematizasyonlarının gerekliliğini iddia etmiştir.

Kaynak: İstanbul İktisat Dergisi

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun