Anasayfa Makale İslâm İktisat Düşüncesinde Sermayenin Tanımı

İslâm İktisat Düşüncesinde Sermayenin Tanımı

by

İslâm ekonomisinde sermaye bağımsız bir üretim faktörü olarak görülmemiştir. Dolayısı ile sadece sermaye gelirine sahip yani sermayesini işleterek geçinen bir sınıf iktisadi sistem içerisinde düşünülmemiştir. Sermaye, üretim faktörü açısından daima emek ile beraber zikredilmiş ve konumlanmıştır. Emek ve sermayenin üretim sürecinde birlikte değerlendirilmeleri de İslâmî finans yöntemlerinin temeli olan mudârebe ve muşâreke gibi uygulamaların temelini oluşturmuştur. Sermaye emekten ayrı bir üretim faktörü olarak değerlendirilmeyerek emeği ile üretim sürecinde dâhil olanlar ile sermayesi ile üretim sürecine dâhil olanlar arasında herhangi bir çatışma çıkması önlenmiştir. Risk almadan kazanç sağlayan ve üretime emek ile ortaklık etmeden giren sermayenin getirisi faizdir. Bu tarz bir üretim sürecinde emek sahipleri yer almak istemezler. Bu durum sermayenin İslâm’ın servetin belirli gruplarda toplanmasına engel olan yasağı ile çelişmektedir. Risksiz sermaye kazancı emek karşısında sermaye tekelleri oluşmasına sebep olmaktadır (Tabakoğlu, 2008, s. 272). Kişi veyahut grupların sadece sahip oldukları sermaye sayesinde risk almadan kazanç elde etmesi, sürekli olarak sermaye sahiplerine bir servet akışı sağlamaktadır. Bu akış bir süre sonra sermaye sahibi olmayan kişiler ile sermaye sahipleri arasında kapanamayacak bir gelir farkına sebep olmaktadır.

İslâm ekonomisinde emek temel üretim faktörüdür. Girişimcilik de bu açıdan emek kavramı içerisinde yer almaktadır. Bunun yanında herhangi bir hizmet üreten veya üretim yapan esnaflar, sanatkârlar ve zanaatkârlar da emek kavramı içerisinde yer alır. Dolayısı ile İslâm ekonomisindeki emek ve işçi kavramı modern dönemde anlaşılan işçi kavramından daha kapsayıcıdır. Emeksiz kazancı asgariye düşürmeye çalışan İslâm iktisat zihniyeti bu anlamda emek-kazanç dengesinin bozulmamasını hedeflemektedir. Riba ile borçlanarak değil öz sermayeye dayanarak yapılan yatırımlara dayanan bir iktisadi düzen kurulması İslâm iktisadının temel amaçlarından birisidir. Sermayenin üretim faktörü olması için emeğe ihtiyaç vardır. Sermayenin üretimin dışında kalmaması gerektiği ve üretime bir finansman kaynağı olarak katılarak faizsiz bir getiri sağlaması da İslâm’ın sermayeye bakışı konusunda bize genel bir çerçeve çizmektedir (Tabakoğlu, 2005, s. 1167).

Para haricindeki sermaye konusunda ise sermayeyi mal kavramı içerisinde değerlendirmek mümkündür. Mal, İslâm fıkhında tarımsal açıdan arpa, buğday gibi ürünler, para açısından dinar, dirhem gibi para birimlerinin yanında besi hayvanları yahut sermaye olarak kullanılan beyaz eşya, kumaş gibi ürünler olarak tanımlanabilir. Dolayısı ile kendisinden faydalanabilen ve kullanılmasında İslâmî açıdan herhangi bir yasak olmayan eşyalar mal tanımı içerisindedir. Elde mevcut olan ve halihazırda kullanılabilen mallar İslâm fıkhı açısından mübahtır ve mütekavvim mal olarak adlandırılırlar. Gayri mütekavvim mallar ise hali hazırda elde mevcut olmadıkları için değerleri olmayan mallar olarak tanımlanabilirler. O halde bir malın üretime katılabilmesi için mütekavvim mal olması gerekir. Bu tür mallar sermaye tanımı içerisine de girerler. Üretime katılan mallar aslını koruyarak üretim sürecine birkaç kez katılabileceği gibi tek seferlik de katılabilirler. Tek seferlik katılan mallar tüketim mallarıdır. Sermaye ise a‘yan olarak tabir edilen mallar içerisinde yer alır. Bu açıdan sermaye mallarının korunması ve biriktirilmesi mümkündür (Kuru, 2015, s. 57).

İslâm ekonomisinde sermaye statik değil dinamik olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla biriktirmekten ziyade kaynakların etkin ve verimli kullanılarak toplumun hizmetine sunulması esastır. Sermayenin de aynı şekilde toplumun tüm kesimlerine adil bir şekilde dağıtılmasının toplumdaki huzurun sağlanmasında ve toplumsal düzenin korunmasındaki rolü önemlidir. İslâm’ın öngördüğü finansal ve iktisadi sistemde oluşturulan kurumlar ve uygulanan yöntemler bu amacı sağlamaya yöneliktir. Bu sayede ahlâk, güven ve şeffaflık kriterlerine göre işleyen düzende, sermaye belirli grup ve kişiler arasında dönüp durmaz ve toplumdaki her fert ortak refahtan adil bir şekilde payını alır (Akten Çürük, 2013, s. 34).

İslâm ekonomisinde sermayenin konumunu anlamak için özellikle sermaye getiren faaliyetlerden biri olarak görülen ticaret üzerinde durmak gerekir. Çünkü 7. ve 8. yüzyıllarda Avrupa ve Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan medeniyet, ticaret sayesinde İslâm medeniyeti olmuştur. Özellikle 7. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar dünyanın iktisadi merkezini Avrupa değil İslâm dünyası oluşturmuştur (Frank, 1994, s. 271). Osmanlıların fetihleri ile birlikte Avrupa’da toprak elde etmiş olan İslâm medeniyeti, dünya ticareti üzerinde üstünlüğünü herkese göstermiş oldu. Bu süreçte İslâm’ın iktisadi hayata bakışı önemli rol üstlenmiştir. 

İslâm’ın temel kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnete bakıldığında İslâm’ın zenginliği yasaklamadığı görülecektir. İslâm, ne Batı’nın Protestanlık öncesindeki bir lokma bir hırka geleneğini ne de Protestanlık ile beraber ortaya çıkan zengin insanın Allâh katında makbul kabul edildiği ve zenginleşmek için her türlü faaliyetin meşru görüldüğü bir iktisat düzenini öngörmektedir. Bu ifrat ve tefrit durumu karşısında makul olanı savunan İslâm iktisadında, Kur’an-ı Kerim’de geçtiği üzere insanların ulaşabileceği zenginlik konusunda herhangi bir kısıt yoktur. İnsanların kazançları farklı olabilir. Kimisi çok kazanırken kimisi az kazanabilir. Zenginlerin görevi İslâmî bakış açısına göre ellerinde tuttukları emaneti Allâh’ın rızasına uygun olarak kullanabilmektir. İnsanların yastık altına birikimlerini saklayıp onu atıl halde bırakması ve iktisadi hayata dâhil etmemesi günah olarak tanımlanmıştır (Çizakça, 2002) O halde sahip olunan sermayenin emanet olarak görülmesi ve Allâh rızası için harcanması esastır.

Bunun yanında İslâm iktisadında sermaye iktisadi kalkınmayı sağlayan unsurlardan birisidir. Fakat ne kapitalizmdeki gibi olmazsa olmaz koşul ne de sosyalizmdeki gibi savaşılması gereken düşman konumundadır. İslâm iktisadında sermaye, bilgi düzeyinin toplumda artmasıyla iktisadi kalkınmayı sağlayan yani imarı gerçekleştiren bir pozisyona sahiptir. İrfan olmadan sermayenin imara dönüşmesinin İslâm iktisadında bir önemi yoktur (Ersoy, 1987, s. 201). Zira İslâm’da dolayısı ile İslâm ekonomisinde asıl olan ahiret hayatıdır. Bunun yanında maddi gelişim de imar ile olmuştur. İslâm, üretim araçlarını geliştirmeyi insanın doğaya üstün gelmesine, kendisini ilerleten şeylerin farkında olmasına ve bilimsel araştırmaları ilerletmesine bağlamıştır. İnsanın doğayı keşfetmesini ve dolayısı ile bilgisinin artmasını sağlayan her ilerleme, insanın doğadan faydalanmasını artırmış ve ilerleme vasıtalarını ele geçirmesini sağlamıştır. Es-Sadr’a (1991) göre sermaye birikimi ve oluşumunu sağlayan üretim araçlarının değişimi sadece insanın bilgisi ve doğaya galibiyeti ile orantılıdır. Yani toplumsal ilişkiler veya dağıtım ilişkileriyle ilişkisi bulunmamaktadır (Es-Sadr, 1991). Oysa insanları üretime sevk eden ve iş bölümünü sağlayan en önemli faktörlerin başında insanların bir arada yaşaması ve birbirleriyle iletişim kurması gelmektedir. 

İslâm’ın sermayeye bakışında faiz getirisini haram olarak kabul edilmesi, sermayenin tek başına üretim faktörü olarak kabul edilmediğinin önemli bir göstergesidir. Faiz, modern finansal sistemin en temel üretim faktörlerinden birisinin getirisi iken İslâm ekonomisinde sermayenin salt sermaye olmasından dolayı getirisi olan faiz haram olarak kabul edilmiştir. Sermaye, ancak üretkenliği ve verimliliği ile ödüllendirilmektedir. Dolayısı ile modern iktisadi sistemlerdeki gibi İslâm ekonomisinde de girişimci çok önemli bir konumdadır. Girişimci, sermayeyi emek ve/veya toprak ile birleştirip bir üretim elde eden kişidir ve bu vesile ile yapılan üretimden elde edilen fazlalık faiz değil kârdır. Yani emek ve sermayeyi bu açıdan birbirinden ayırmak mümkün değildir (Gedikli & Erdoğan, 2016, s. 201).

Doç. Dr. Cem Korkut

***

Kaynak: acikbilim.yok.gov.tr

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun