Anasayfa Makale Günümüzdeki Tüketim Artışının İslam İktisadı Açısından Eleştirisi

Günümüzdeki Tüketim Artışının İslam İktisadı Açısından Eleştirisi

by

İslam İktisadının Öngördüğü Tüketim Anlayışı

İnsanlık, devlet farkı gözetilmeksizin zaman ilerledikçe küresel tüketim toplumuna dahil olma yolunda ilerlemektedir.  Bu problemin, bazı Müslüman kitleleri de etkisi altına aldığı görülmektedir. Şüphesiz bu gidişat fıtrata aykırı bir şekilde, insanın birçok yönden yozlaşmasına sebep olan bir hâldir.

İnsanoğlunun her eylemini düzenlemeye yönelik ilahi kurallar bütünü olan İslam, iktisadi tercihlere de belli bir düzen getirmiştir. Bu bakımdan diğer semavi dinlerin getirdikleri ilahi mesajlarda bulunduğu gibi İslam’da da ekonomik tasarruflarla ilgili genel ilkeler vazedilmiştir. Her ne kadar İslam hukukunun orijinal bir iktisat sisteminin olmadığı, ekonominin bazı kolları haricinde genel kaideler manzumesinden oluştuğu zikredilse de insanın madde karşısındaki durumu ve tüketim yönelimleri hem Kur’ân’da hem de Hz. Peygamber’in sünnetinde sıklıkla dile getirilmiştir. Böylelikle İslam hukukunda tüketim olgusu Kur’ân ve sünnet temelinde bir yapı üzerinde şekillenmiştir.

İhtiyaç, İslam hukukunda ele alınan ve incelenen bir kavramdır. Bu kavram, insanoğlunun kuvvetli bir istekle talep ettiği şeylerden, sadece zevk alma adına yöneldiği unsurlara doğru üç grup olacak şekilde taksim edilmiştir.

Bunlardan ilki havaic-i asliyye (zaruriyyât) denilen, insanın aşırı derecede gereksinim duyduğu, yokluğu durumunda yaşamını devam ettirmede zorlandığı şeylerdir. Örneğin, yemek yeme, barınma, giyinme, sağlık giderleri vs. gibi. İkinci grupta insanın hayatını daha rahat sürdürmesi için gereken eşya ve hizmetler bulunmaktadır. Bunlar zaruret derecesinde olmayan, bireysel ve sosyal yaşantının sistematik bir biçimde ilerlemesine yarayan, sıkıntıları ve zorlukları gideren menfaatlerdir. Bu gruptaki tüketim eşyalarına, bilgisayar, akıllı cep telefonu gibi işlerimizi kolaylaştıran ve zaman tasarrufu sağlayan ürünler örnek verilebilir. Üçüncü sırada ise lüks eşya olarak sayabileceğimiz, insanların geneli için gereksiz harcamalar türünden tüketim malzemeleri gelmektedir. Gösterişli ve pahalı giysi, araba, ev eşyaları ve pahalı restoranlarda yemek yemek örnek olarak verilebilir.

İslam hukukçuları, “Ezmânın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz.” ilkesi gereği ihtiyaç kümelerinin zamanla değişebileceğini söylemişlerdir. Yaşanan dönem, sosyal ortam, örf adet gibi etkenler ihtiyaçların içeriğinde farklılaşmaya sebep olmaktadır. Günümüz yaşantısı dikkate alındığında, zaruri ihtiyaç kalemleri arasına beslenme, barınma gibi klasik temel ihtiyaçlardan farklı olarak önceki dönemlerde olmayan birçok mal ve hizmet girmiştir. Her ay düzenli ödenen elektrik, su, doğalgaz, telefon ve internet faturalarının yanı sıra eğitim için ödenen yüklü harcamalar da çağımızın zaruri ihtiyaçları sayılabilir. Ayrıca kişilerin meslekleri icabı kullanmak zorunda kaldıkları alet edevatlar normal şartlarda hayati ihtiyaçlar olmamakla birlikte kişi özelinde zaruriyât kapsamına dahil edilebilir.

Üretim ve rekabetin artması ile günümüzde çoğu ürünün birçok çeşidi ve farklı markaları ortaya çıkmıştır. Etiketine/markasına bağlı olarak ürünlerin çok düşük fiyatlısı olduğu gibi fahiş miktarda fiyatlandırılmış olanı da vardır. Fıkıh literatüründe bahsedilen zaruri/hayatî ihtiyaçlar göz önüne alındığında bir ürünle ilgili fiyat farklılıklarının harcamalarda bir belirleyiciliği bulunmakta mıdır yoksa havaic-i asliyyeden olması yeterli bir illet midir sorusu akıllara gelmektedir. Nitekim Allah Teâlâ bazı kullarının rızkını geniş takdir etmiştir. Ekonomik anlamda yüksek standartta olan Müslüman kimseler ihtiyaçlarını giderirken her istediklerini satın alabilirler mi? Çalışmamızın devamında daha detaylı bahsedeceğimiz itidalli davranış prensibi İslam ahlakının önemli bir parçasıdır. İslam hukukunda her ne kadar alınacak ürünlerin şu veya bu fiyatta olması gerektiği tayin edilmemiş olsa da mezkûr prensip Müslüman bireyin yol kılavuzu olması bakımından önemlidir. Örfe göre ortalama bir yaşantı ile sorumlu olan bireyin, emsali olan aile ve fertlerin standartlarını gözetmesi gerekmektedir.

İslam hukuk felsefesine göre mülkiyetin yegâne sahibi Allah’tır. İnsanoğlu ancak geçici sahiplenme hâlinde, adeta bir emanetçi durumundadır. Bu sebeple her ne kadar İslam hukukunda özel mülkiyet meşru sayılmışsa da Müslüman şahıs her daim eşyanın asıl sahibinin Cenab-ı Hak olduğu bilincinde olmalıdır. Binaenaleyh ana akım iktisat düşüncesinde var olan “Her üretim kendi talebini yaratır.” prensibi İslam’ın ruhuna uygun değildir. Nitekim Müslüman’ın harcama çerçevesini belirleyen şey ne arzın çoğalması ne de şahsi gelirinin artmasıdır. O ancak Rabbinin buyruklarının çizdiği sınırlar dahilinde hareket ederek ihtiyaçlarını karşılar. Şâri’nin yasakladığı gayr-ı mütekavvim malları tüketmekten uzak durması gerekirken “satın almak için satın alma” akımına karşı da iradeli davranması kendisinden beklenir. Bazen Allah Teâlâ bazı kullarının rızkını geniş tutabilir. Böyle bir konumda olan bir Müslüman, toplumun ortalamasını dikkate alarak hareket etmelidir. Kazancının fazla olması tüketiminin de fazla olabileceği anlamına gelmemektedir. Rabbinin kendisine bahşettiği geniş rızıkta diğer kulların da hakları olduğunun bilincinde olan Müslüman birey, kendi ihtiyaçlarını gidermenin yanı sıra başkalarının haklarını da gözeterek mali ibadetler ışığında toplumsal sorumluluklarını yerine getirir. İslami anlayışın gerektirdiği üzere başkalarının dertleriyle ilgilenmek, onların sorunlarının çözümüne yardımcı olmak, yetimin hakkını korumak ve toplumun sıkıntısını gidermek amacıyla çalışmak her inanan insanın yerine getirmesi gereken görevlerdendir. Batının, insani değerler bakımından yozlaşmış düşünce yapısıyla karşımıza çıkan insan türü sadece kendine yönelik fayda maksimizasyonuna odaklanmışken, Müslüman toplumunda böyle bir zihni yapı kabul edilemez. Çünkü İslam’a göre gerçek saadet hem bu dünyaya hem ahirete yapılan yatırımla gerçekleşir. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak ve insani değerlere dikkat ederek harcamalar yapmak Müslüman bireyi gerçek manada memnun edecek itidalli davranış olacaktır.

İslam dininin yüce kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’de tüketici pozisyonundaki bir Müslüman bireye ilk yöneltilen emirlerden biri de tüketilen/yenilen şeylerin helal kazançla elde edilmesi ve temiz olmasıdır. Bakara suresi 168. âyette “Ey insanlar bütün arzdaki nimetlerimden helal olmak, temiz olmak şartıyla yiyin.” buyrulmuştur. Araf suresi 32. âyette de “Allah’ın kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?” denilmiştir. Yine Maide suresi 8. âyete bakıldığında, “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.” emirleriyle tüketilen eşyanın helal olmasının önemine değinilmiştir. Kazancın temiz olmasıyla birlikte tüketilen eşyaların da temiz olması Şârî’nin koyduğu sınırlardandır.

Çalışmamızın başında da belirttiğimiz gibi dünyada tüketim kültürünün hâkim olması ve ihtiyaca dayalı harcamadan arzuya dönen talep ve tüketimlerin artmasıyla psikolojik, fiziksel, sosyokültürel ve çevresel bozukluklar meydana gelmektedir. İnsan yapısı gereği daimi olarak bir şeyler talep eder konumda olabilir. İhtiyaçları, istek ve arzularının sonu yoktur. Ancak dünyada yer altı ve yer üstü nimetlerinin sınırsız olmadığı da bilinen bir gerçektir. Modern çağda insana sunulan tüketim çılgınlığı, birçok felaketin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Bu sebeple insan yapay ihtiyaçlarını terk edip reel gereksinimlerine odaklanmalı, geçici mutluluklar uğruna gereksiz fazla harcamalardan kaçınmalıdır. Bu konuyla ilgili İsrâ suresinin 29. âyet-i kerimesinde “Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.” buyurularak harcamalarda dengeyi gözetmemiz gerektiği belirtilmiş, israfın yasaklandığı dile getirilmiştir. Yine Furkân suresinin 67. âyetinde: “Onlar, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” diyerek tüketim alışkanlıklarına dair beyanda bulunmuştur. Nasslar dikkatli bir şekilde tefekkür edildiğinde anlaşılacağı üzere İslam dininde gerekli harcamaları kısıtlamak kınanan bir anlayış iken, fuzulî tüketimler de dinde hoş görülmeyen tavırlardır. Âyetin tefsirinde dengeden uzak harcamaların Allah’ın rızasına uygun olmadığı, yüce yaratıcıya isyan sayıldığı da ifade edilmiştir.

Mezkûr âyetten anlaşılacağı üzere denge kavramı Müslüman şahsiyetin tüketici rolünde önemli bir yere sahiptir. Esasında İslam dininin temas ettiği her noktada denge prensibini görmek mümkündür. İslam iktisadının tüketime yaklaşımı ile ana akım iktisat felsefesinin yaklaşımı arasında bireylerin arzularını tatmin etme meselesinde fark vardır. İslami ahlak ve buna bağlı davranış şeklinde salt maddesel eğilimler Cenab-ı Hakk’ın istemediği yönelimlerdir. İslam ekonomisini anlamak ve bir Müslüman’a giydirilen tüketici rolünü kavramak için İslam kurallarını bir bütün hâlinde incelemek gerekir. Zira İslam hukukunda hükümler birbiriyle mündemiç ve bağlantılıdır. Ayrıca Allah’ın kullarından dengeli olmalarını istemesi yalnızca mali harcamalara mahsus değildir. O, aynı zamanda toplumda kazanç oranlarının da dengeli olmasını tavsiye etmektedir. Bu hususta Yüce Allah, “…Ta ki o (mallar) içinizden zengin olanlar arasında dolaşıp duran bir servet hâline gelmesin…” âyetinde kulların arasında maddi gelir bakımından fahiş farklar olmaması gerektiğini bildirmiştir. Yine En’âm suresi 141. âyette Allah-u Teala kullarına verdiği çeşitli nimetleri tüketmelerini söyledikten hemen sonra israfçıları sevmediğini bu yüzden bundan uzak durmalarını emretmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de bu ve buna benzer birçok ayete rastlanmaktadır. Konuyla ilgili hadisler de incelendiğinde, “Kibirsiz ve israf etmeksizin yiyin, için, giyinin ve sadaka verin.” rivâyetiyle Müslüman’ın kazandığını harcarken Allah’ın nimetlerinden helal şekilde faydalanabileceğini ancak insanlara gösteriş yapmaktan uzak durması gerektiğini bildirmiştir.

Allah, insanda bulunan habis duygulardan biri olan bencilliği kötü bir haslet olarak değerlendirmiştir. Nitekim Haşr suresi 9. ayette ve Tegâbün suresi 16. ayette bencillikten kendini koruyan kişinin felaha ereceğinden bahseder. Ancak ana akım iktisat felsefesinde kişi rasyonel hareket eder ve harcama politikasını da buna göre belirler. Batı menşeli bu anlayışta diğerkâmlığa yer olmadığı gibi hem üretici hem tüketici sadece haz odaklı düşünmeye sevk edilmektedir. Diğer insanların muhtaç olması ikinci planda kalmaktadır. Kapitalizmin önerdiği model, tüketerek mutlu olmakla açıklanabilir. Toplumsal ahlakın bu denli yozlaştığı ve herkesin kendini düşündüğü bir toplulukta birey, aile, halk ve devlet uyum içerisinde yaşamını sürdürebilir mi sorusu akıllara gelmeyecektir. Halbuki Allah’ın emirleri göz önüne alındığında kuldan beklenen bireysel çıkarın yanı sıra toplumsal refah ve ortak faydanın dikkate alınmasıdır. Müslüman bireyin zihin dünyası Batı’daki gibi materyalist değildir. Faydacılığı sadece bu dünyaya endeksli maddi bir olgu olarak göremez. Onun için faydalı olan hem bu dünyada hem de ahiretinde işine yarayacak her şeydir. Buna göre bir Müslüman diğer her durumda olduğu gibi tüketici rolündeyken de ahireti düşünerek hareket etmelidir. İtidalli davranarak kendi faydasını düşündüğü gibi diğer insanların haklarını da gözetmelidir. Allah’ın hoş görmeyeceği aşırı lüks harcamalardan ve gösteriş modasından kaçınmalıdır. Allah Teâlâ’nın, mümin kullarından yakın akraba ve eş-dosta yardım etmelerini emrettiğini göz önünde bulundurmalıdır. Nitekim Kur’ân’da kişinin malını boş yere saçıp savurmasını şeytanî bir davranışa benzetilmektedir.

Müslüman toplulukların globalleşen tüketim akımından kurtulmaları ve İslam iktisat ahlakına uygun tüketici olabilmeleri için aynı zamanda üretici/satıcı konumundakilerin de dikkat etmesi gereken şeyler vardır. Şârî, ölçülü harcama emrinden önce temiz ve helal kazancın önemine vurgu yapmaktadır.  İslam medeniyeti çatısı altında olan organizasyon ve firmalar öncelikle tüketicilerin haklarını dikkate alıp bunu destekleyecek adımlar atmalıdır. Tarihte Müslümanların ekonomik yaşantılarında izine rastlanan tüketicinin korunması prensibi böylelikle tekrar hayata geçirilecektir. Binaenaleyh bu hususta atılacak en önemli adımlardan biri zaruriyyâttan sayılmayan emtianın hayati bir ihtiyaç malzemesi gibi sunulmaktan vazgeçilmesidir. Bu sayede insan kendine ve ihtiyaçlarına yabancılaştığı günümüz dünyasında reklam baskılarından biraz daha sıyrılmış olacaktır. Yapay ihtiyaçlar çukurundan kurtularak birikimini Allah’ın rızası doğrultusunda harcamaya başlayacaktır.

Firmaların dikkat etmesi gereken bir diğer mesele ise tüketici sınıfının refahını korumak ve hak ihlaline girmemek amacıyla ürünlerin reklam ve afişlerinde kişileri yanıltacak türden manipülatif hareketlerden kaçınmaktır. Vitrine koydukları ürünü olduğundan daha büyük ya da daha fonksiyonlu göstermekle müşteriyi iştahlandıran, Müslüman’ın ticaret ahlakına uymayan davranışlardan uzak durmalıdır. Bu konuda Hz. Peygamber’in, “Bizi aldatan bizden değildir.” hadisi İslam’ın net tavrını ortaya koymaktadır. Günümüz reklam tekniklerinin tüketici sınıfının iradesine adeta ipotek koyduğu, reel değerinden daha fazla bir fiyatla ürünlerini pazarladığı ve hayali ihtiyaçlar yarattığı göz önüne alındığında İslam ahlakından ne kadar uzak kalındığı görülebilir.

Satıcıların, satış rakamlarını ve dolayısıyla tüketimi arttırmak gayesiyle kullandıkları bir diğer manipüle aracı da indirim silahıdır. İslam ticaret hukukunda satıcının elindeki ürünü uygun fiyattan satışa koyması övülen bir harekettir. Ancak günümüzde övgüye layık görülen bu davranış, müşteriyi tuzağa düşürmek için kullanılan bir politika haline de gelebilmektedir. Bazı firmaların son zamanlarda artan şekilde özel günlere binaen yaptıkları sahte indirimler genellikle kaçırılmaması gereken son fırsatlar olarak reklam edilmekte, tüketici sınıfının satın alma duygusunu iştahlandırmaktadır. Bilinç istilası altında olduğunun farklında olmayan birçok birey kitlesel hâlde “harcama trenini” kaçırmamak gerekir dürtüsüyle gerçekte ihtiyaçları olmayan çeşitli eşyaları satın almaktadır. Böylece belki bir iki defa kullanacakları ya da hiç dokunmayacakları şeyleri satın alan insanlar geçici bir mutluluk yaşayabilmektedir. Genel anlamda göz ardı edilen ancak zikredilmesi gereken önemli bir mesele de din argümanının ürünleri pazarlama sürecinde kullanılarak satış rakamlarını arttırma çabasıdır. Bazı işletmeler reklamlarında İslami sembol ve kutsal değerlerle daha fazla kâr elde etmeye çalışmaktadır. İnsanların dini duygularını istismar etme niteliği taşıyan bu durumlar İslam ahlakına ve iş etiğine aykırı bir davranış olarak kaydedilmelidir.

 

(Bu metin makaleden alıntıdır. Makalenin tamamını okumak için kaynakta yer alan bağlantıyı tıklayınız.)

Kaynak: Dergi Park

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun