Anasayfa Makale Millî İktisattan İslam İktisat Düşüncesine: Ekonomik Çağdaşlaşmada Özgünlük Arayışı

Millî İktisattan İslam İktisat Düşüncesine: Ekonomik Çağdaşlaşmada Özgünlük Arayışı

by

İbn Haldun’un ortaya koyduğu organizmacı devlet kuramına göre ‘devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler’ tezi yaklaşık altı asır boyunca cihan devleti olarak ayakta kalan ve bu sürede çeşitli siyasi kazanımlar ve kayıplar yaşayan Osmanlı Devleti için de geçerlidir. 13. yüzyılda Anadolu’da siyasi bir güç olarak ortaya çıkmış, 15. yüzyılda İstanbul’un fethi ile siyasi ve coğrafi genişlemesi önlenemez hale gelmiş olan Osmanlı Devleti özellikle 17. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’da yaşanan bilimsel devrimin sanayi ve teknoloji gibi iktisadi ve politik alanlarda Batı lehine üstünlük sağlamasıyla birlikte giderek güç kaybı yaşamaya başlamıştır. Bunun neticesinde Osmanlı Devleti kendi içerisinde ve uluslararası düzlemde askeri, siyasi, sosyal ve iktisadi alanda geri kalmışlık hissiyatına kapılırken Avrupa’da ise Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan yüksek refah üretimi tüm Batı’ya yayılmıştır.

Osmanlı devlet adamları ve aydınları Avrupa’da gerçekleşen bu değişim karşısında farklı tepkiler vermişlerdir. Kimisi bu gelişmelerin getirdiği maddi refah boyutuna odaklanarak Osmanlı’nın ekonomik gerileyişi karşısında Batı’nın terakkisini Osmanlı için bir model olarak kabul etmeyi savunurken, kimisi de Batı’nın önerdiği maddi refahın beraberinde sosyal ve ahlaki yıkımlara sebep olacağını düşünerek Batıdaki gelişmelere karşı topyekûn bir karşı koyuşa başvurmuşlardır. Avrupa’nın gerisinde kaldıklarını kabul edip Batı’nın kalkınma reçetelerini uygulayarak tekrardan altın çağa dönme arzusu olan devlet adamları ve aydınları özellikle ahlaki sonuçları hesaba katarak ‘geri kalmışlık’ durumunu sorgulayan karşıt görüşe zamanla üstün gelmiş ve birçok alanda Batı’nın ilerleme modelinin takip edilmesini ve karşılaşılan sorunlara Batılı reflekslerden beslenen çözüm önerileri aramayı önermişlerdir. Çözüm arayışında olan Osmanlı aydınları ilkin mevcut durumun tespiti ve tahlilini yapmışlardır. Bunun için önce geri kalmışlık varsayımı kabul edilmiş ve bu geri kalmışlığın sebepleri etraflıca araştırılmıştır. Bu araştırma neticesinde bir ‘değişim’ sürecinin başlamasının zaruri olduğunu işaret etmişlerdir (Sayar, 2008).

Aydınların şart koştuğu değişim sürecinin çeşitli politikalara dönüşmesi ve bu değişimin resmî bir dil ile ilan edilmesi Tanzimat Fermanı ile gerçekleşmiştir. Bu ferman ile askeriyeden sosyal hayata, iktisattan hukuka kadar birçok konuda yeni hükümler ortaya konmuştur (Bulut, 2012, s. 81). Fakat her ne kadar Tanzimat Fermanı ilan edilmiş olsa da gerek Osmanlı münevverlerinin gerekse Osmanlı devlet adamlarının bu ferman ile amaçladıkları tam anlamıyla gerçekleşmiş değildir. Bundan dolayı Tanzimat Fermanı sonrası Osmanlı Devleti içerisinde bulunduğu sosyoekonomik durumdan daha iyi bir duruma gelmek şöyle dursun daha da sancılı süreçlere girmiştir.

Genel hatlarıyla Tanzimat Dönemi ve sonrası böylesi bir siyasi ve toplumsal atmosfer mevcutken iktisadi alanda Avrupa ülkelerinde yoğun bir bilimsel çalışmanın yakından takip edildiği ve Batı’da bilimsel buluşlar ile teknolojinin bir araya gelmesiyle özellikle üretim alanında meydana gelen kapasite artışı karşısında geri kalmışlık hissini barındıran bir düşünce dünyası yaygındır (Pamuk, 2018). Osmanlı toplumu iktisadi hayatında üretim konusunda Batı’dakine benzer bir sıçrama gerçekleştiremezken, temelde kendine yetecek kadar ürün üretmeyi esas alan ve bu üretimi de büyük oranda insan gücü ile gerçekleştiren bir anlayış ve tatbikat mevcuttur (Genç, 2014). Bu anlayış ticaretin küresel boyut kazanarak iktisadi serbestiyetin giderek yaygınlaşması ve Osmanlı’nın yerel pazarda daha fazla yabancı yatırımcıya alan açmak zorunda kalmasıyla mevcut üretim tarzını karmaşık bir hale getiren bir süreçle de yavaş yavaş değişmekteydi. Bu değişime paralel olarak, yerli tüccarlardan alınan yüklü vergilerden dolayı yerel esnaf ekonomik darboğaz yaşarken kendilerinden alınan düşük vergiler sayesinde de yabancı tüccarlar mukayeseli bir üstünlük kurmuş oluyorlardı. Yerli tüccarlar ağır vergilerin yüküyle ürünleri daha pahalıya satmak durumunda kalırken yabancı tüccarlar malları daha ucuza satabiliyor, böylelikle ticarette üstünlük sağlıyorlar ve yerli tüccarlar yabancı tüccarlar ile rekabet edemeyecek hale geliyordu. Bu durum sosyoekonomik açıdan Osmanlı tebaasına olumsuz yansımakta ve geçim anlamında ciddi güçlükler yaşatmaktaydı.

Tüccarlar ve tebaa bu durumda iken Osmanlı münevverleri yaşanan iktisadi buhrana karşı bir çözüm bulmak için çaba gösteriyordu. Elbette bu tartışmaların temelinde geri kalmışlığın kabulünden yola çıkarak Avrupa’nın iktisadi gelişiminin nasıl yakalanabileceği fikri yatıyordu. Bu arayış Osmanlı düşünürlerini zamanla Adam Smith, Friedrich List ve David Ricardo gibi Avrupalı entelektüellerin fikirleri ile tanışmaya sevk etmiş ve onların temel düşünceleri Osmanlı ekonomik modernizasyonunun sac ayaklarını oluşturmuştur. Bu etkilenmeler Tanzimat dönemini de kapsayan 19. yüzyılda ortaya konan iktisadi eserlerde belirgin olarak görülür (Budan, 2018, s. 84).

Dönemin ilgili eserlerinde yaygın görüş ana akım ekonomi bilimi çerçevesinde Batı’nın iktisadi ilerleyişinin Osmanlı’ya taşınmasını sağlayacak ekonomi politikalarını tercüme edilecek Avrupalı eserlerdeki temel iktisadi teorilerden çıkarmaya çalışmaktır. Böylesi bir Avrupamerkezci yaklaşımın karşısında ise millî iktisat düşüncesi yer almaktadır. Bu düşünce temelde mevcut siyasi, toplumsal ve iktisadi durumu iyi analiz etmeye çalışmakta ve ekonomi biliminin evrensel olma iddialarının ötesinde toplumsal etkenleri dikkate alan bir iktisat teorisinin geliştirilmesi gerekliliğini vurgulamaktadır.

Osmanlı önde gelenleri mevcut iktisadi buhran durumuna bir çözüm bulma konusunda ortak bir kanaate ulaşamamış ve temelde iki farklı görüş etrafında karşı karşıya gelmişlerdir. Bunlardan ilki iktisadi liberalizm, diğeri ise iktisadi korumacılık politikasıdır (Özcan, 2013). Tanzimat döneminde iktisadi liberalizmin önemli temsilcileri arasında Sakızlı Ohannes Paşa ve Portakal Mikael Paşa vardır. Her iki isim dışında Osmanlı aydınları da benzer şekilde bu fikir etrafında toplanmışlardır. Bu görüşün temsilcileri temelde Türkiye’nin esas olarak bir tarım memleketi olduğu ve öyle kalması gerektiği görüşünü paylaşır. Bunun için, tarım ürünleri ihraç edebilmek adına serbest dış ticaretin benimsenmesi gerekir (Georgeon, 2006). İktisadi serbestiyetin karşısında yer alan iktisadi korumacılık fikrinin savunucularına göre ise Avrupa’yı refah yönünden yakalamak için sanayileşmek kaçınılmazdır. Ancak, Avrupalı güçlerin dayattığı serbest dış ticaret yerel ve yabancı sanayiciler arasında eşitsiz bir rekabet doğurduğu için ve bu yüzden millî sanayi her zaman savunmasız kalma tehlikesi içerisinde olduğu için, korumacı önlemlerle yeni doğan sanayinin yetişmesine dek iktisadi serbestiyetten uzak durmak gerekir. Bu politikayla amaçlanan bir Müslüman Türk girişimci sınıfının ortaya çıkması sayesinde iktisadi korumacılık ile güçlenen millî bir burjuvazi yaratmaktır (Georgeon, 2006).

Korumacı politikaları esas alan millî bir iktisat inşa etme çabasında olan önemli isimlerinden biri de esasen bir iktisatçı kimliği ile ön plana çıkmadığı halde bulunduğu dönemde gazetecilik yapmış, çeşitli konularda eserler kaleme almış, yaşadığı dönemin en ciddi münevverlerinden biri olan Ahmet Midhat’tır. Entelektüel olmanın sağladığı çok boyutlu düşünme, alana özgün fikirler sunma gibi birçok özelliği kendisinde toplayan Ahmet Midhat iktisadi uzmanlığının sınırlı olmasına rağmen dönemindeki birçok iktisatçının tercüme eser yazmanın ötesine geçemediği bir zaman diliminde Ekonomi Politik gibi yerel ve kimi yönleriyle özgünlük içeren bir eser ortaya koymuştur.

Başta Ekonomi Politik olmak üzere kaleme aldığı tüm iktisat yazılarında Ahmet Midhat daima içerisinde bulunduğu toplumun dinamiklerini ve öznel yönlerini dikkate almış ve Avrupa’daki herhangi bir ülkenin benimsediği iktisat politikasının toplumsal etkenleri göz önüne almadan aktarılamayacağını iddia etmiştir. Buna rağmen kendisi iktisadi anlamda çok yönlü bir uzmanlık sahibi olmadığı için Ekonomi Politik eserinde Belçikalı iktisatçı Brouckère’in eserini temel almış ve onun yazdıklarını Osmanlı toplumuna uygun bir forma dönüştürmeye gayret etmiştir. Fakat Ahmet Midhat’ın gerek Ekonomi Politik eserinde gerekse diğer iktisat metinlerinde korumacı bir milli iktisat arayışına girme çabasına rağmen ortaya koyduğu tezler Avrupa’nın yaşadığı ekonomik tecrübeyi Osmanlı içerisinde tekrar ettirme iddiasından öteye geçememiştir.

Millî iktisat projesinin başarısızlığı uğradığı Tanzimat döneminden sonra Cumhuriyetin ilan edildiği ilk yıllarda devlet müdahalesine dayanan iktisadi girişimlerle geri kalmışlık sorunu aşılmaya çalışılmıştır. Birinci Dünya Savaşından iktisadi, siyasal ve sosyolojik olarak yorgun ayrılan ve üstüne ilk küreselleşmeye hazır olmayan yeni Türkiye Cumhuriyeti iktisadi kalkınmasını birbirini takip eden iktisat kongreleriyle projelendirirken aynı zamanda tek parti rejimi altında siyasi istikrarsızlıkla baş etmektedir. 1950’lere gelindiğinde ise her açıdan giderek küreselleşen ve modern ulus devlet anlayışının yerleştiği bir dünyada tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Müslüman toplumlar sömürge döneminde dayatılan hukuki, siyasal, kültürel ve ekonomik kalıntıları sömürge sonrası dönemde üzerinden atmaya ve yeni bir alternatif düzen ortaya koymaya gayret etmişlerdir. İslam iktisat düşüncesinin ortaya çıkışı bu yönüyle mevcut kapitalist düzene alternatif arayışlarının bir başka örneğini teşkil eder. Tanzimat döneminde kapitalizmin kuşatıcılığına karşı verilen millî iktisat yanıtı, ekonomik sınırların giderek silikleştiği bir zeminde küresel bir iddia ile ortaya çıkan ve finans kapitalizminin eziciliği karşısında yer edinme gayesi güden İslami finans ile bu anlamda benzerlik göstermektedir.

Bu çalışma kapitalizmin son iki asırda evrensel boyuta taşınarak alternatifsiz bir sistem olma iddiasına karşın Müslüman toplumların ve idarelerin kapitalizm karşısında geliştirdikleri düşüncelerin özgünlük iddiasını ele almaktadır. Ahmet Midhat’ın millî iktisat modeli ile İslami finansın tarihsel serüveninden yola çıkarak bu çalışma kapitalizm ile yüzleşmede alternatif özgünlük ortaya koymaktan çok mevcut küresel ekonomik paradigma içerisinde ‘soft-kapitalist’ uygulamalar üretildiğini iddia eder. Bu manada, Ahmet Midhat’ın millî iktisat düşüncesi Batı’nın kapitalist gelişme sürecindeki merkantilist aşamaya, ya da bir diğer ifadeyle ticari kapitalizme, karşılık gelirken İslami finans ise finans kapitalizmine karşılık gelmektedir. Çalışma, bu amacı gerçekleştirmek üzere yöntem itibariyle Ahmet Midhat’ın iki temel eseri üzerinden millî iktisat söylemi ile çağdaş İslam iktisadı arasında mukayeseli bir söylem analizi benimser.

(Bu metin makalenin giriş bölümünden alınmıştır. Makalenin tamamını okumak için kaynakta yer alan bağlantıyı tıklayınız.)

Kaynak: İslam Ekonomisi Dergisi

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun