İslam iktisadı modern bir akademik disiplin olarak post-kolonyal dönemde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde klasik dönem İslam iktisadi eserleri modern İslam iktisadı çalışmaları etrafında yeniden gündeme gelmiştir ve aynı zamanda Batıda ekonomi bilimine dair ortaya konan önemli eserler çeviri yoluyla Müslüman dünyaya aktarılmıştır. Bunlarla birlikte, sömürge sonrası dönemde Müslüman toplumların karşı karşıya geldikleri temel problemler arasında yer alan, sermaye oluşması, kalkınma, üretim ve dağıtım gibi temel meselelere dair çalışmaların sayısı giderek artış göstermiştir. Bu çalışmaların önemli bir kısmı kapitalizm ve sosyalizmin karşıtlığı içeren bir dilde ve daha çok emek ve sermayeyi yeniden tanımlamaya dair görüşler içerir (bkz. Kureşi, 1966; Kutub, 2014, 2016; Mevdudi, 1992).
Makro iktisadi meselelere dair çözümler getirme çabalarının beraberinde insanın doğasına dair varsayımlar İslam iktisadında tartışılan konular arasında ilk zamanlar sınırlı kalmıştır, zira bağımsızlık süreci sonrasında gelişen reel politik ekonomi şartları kısa vadede pratik çözümler getirecek makro meselelerin öncelenmesini daha önemli hale getirmiştir. Bu açıdan 1940 ile 1970 yılları arasında geçen 30 yıllık zaman diliminde İslam iktisadı daha çok post-kolonyal dönemde bağımsızlık kazanan ülkelerin iktisadi istikrar ve özgünlüğüne dair çözümler sunmaya çalışırken, diğer yandan modern birey karşısında Müslüman bir şahsın niteliklerinin neler olması gerektiğine dair entelektüel tartışmalar özellikle 1980’li yıllardan itibaren yapılmaya başlanmıştır (Islahi, 2010, 167-8). Bu tartışmaların ortak noktası modern bireyin hazcı, hedonist, faydacı ve rasyonel olması gerektiğini varsayan homoeconomicus kavramsallaştırmasına itiraz edilmesidir. Bu itiraz bir süre sonra homoeconomicus’a karşı homoislamicus kavramını doğurmuştur.
Homoislamicus yaygın olarak kabul gören birey varsayımlarının gerçekle örtüşmediği ya da olması gerekeni karşılamadığı fikri üzerine kuruludur (Zaim, 1992, 166). İnsanın doğasının dünya malına dönük bir meylinin her zaman var olduğunu, ancak bu doğrultuda hareket ederek manevi gelişimi yok sayan ve sadece maddi ihtiyaçlarını tatmin etmek için sürekli rasyonel tercihlerde bulunan homoeconomicus bireyin ötesinde ahlaki öncelikleriyle ve değerleriyle hareket eden homoislamicus’un İslam iktisadında arzulanan insan tipini yansıttığı düşünülür. Bu yüzden homoeconomicus faydasını maksimize eden bir arayış içerisindeyken, homoislamicus daha çok diğerkâmlık niteliği ile ön plana çıkmaktadır (Warde, 2010, 44). Beraberinde, insanın sadece çıkarı için eylemde bulunmak yerine tüm tercih ve davranışlarında ahlaki ölçüt çerçevesinde karar alması gerektiği de vurgulanmaktadır (Tabakoğlu, 2008, 55). Bu bağlamda, homoislamicus piyasa içerisinde salt rasyonel tercihler ile hareket eden bir insan değil hem dünya hem de ahirette felaha erişmek için hayatını düzenleyen kimsedir (Görmüş, 2015, 166). İslam iktisadının önerdiği bu insan modelini rasyonel davranış sergilemeyen bir insan olarak algılayanlar için bu yaklaşım ilk bakışta homoislamicus’u irrasyonel davranan bir birey olarak yorumlamaya sebep olmuştur. Ancak, bu eleştiriye İslam iktisatçıları homoislamicus’un aklı bilgi kaynaklarının izahında ve bunun yerleşmesinde etkin bir araç olarak kullanan bir insan olduğu yönünde bir cevap geliştirmiştir. Tüm bu tartışmaların neticesinde rasyonel olma ile neyin kastedildiği hususunda bir ortak kanaat gelişmemiştir. İslam iktisatçılarının önemli bir kısmı rasyonel davranışı akılcı ve mantıklı hareket etmekle izah ederken rasyonalitenin Aydınlanma çağı ile birlikte araçsal ve teknik hesaplayıcı bir aklı ön plana çıkarmasına ve bunun iktisadi sonuçlarına yeterli vurguyu yapmamıştır. Oysa, kendisini en radikal biçimde iktisat disiplininde gösteren rasyonalite bireysel davranışlarda mantıklı hareket etmenin ötesinde rasyonel seçim teorisiyle ve iktisadın giderek matematiksel bir boyut kazanması sonrası matematiksel bir iktisat biliminin yükselmesinin öncüsü olmuştur (Yılmaz, 2009).
Görüleceği üzere homoislamicus İslam iktisadı çalışmalarında homoeconomicus’a bir tepki olarak gelişmiş bir kavram olarak karşımıza çıkar. Burada geliştirilen metodolojik bir yaklaşım olmaktan çok iktisadi tercih, davranış, süreç ve karar aşamalarında yer alan insanın niteliklerinin neler olması gerektiğine dair varsayımlardır. İslam iktisadı, bireyden yola çıkan ve bireyle sınırlı bir iktisadi sistemin en mükemmel sistem olduğunu iddia eden metodolojik bireyci yaklaşım karşısında yine bireylerden yola çıkan, ancak bu bireylerin ahlaklı olmasıyla sosyal ve iktisadi problemlerin çözüme kavuşacağını iddia ederek metodolojik olarak neoklasik iktisatla benzer bir tutum içerisine girmiştir. Buradaki temel fark homoislamicus’un sadece kazanç/haz oluşturması açısından ahlaki olmayan ürünleri tercih etmemesi (Özdirek, 2009, 233), tüketim hususunda ihtiyacı kadarıyla yetinmesi ve kendi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra ailesinin ve çevresindeki insanların ihtiyacını karşılamak için çalışması (Çobanoğlu, 2013, 94- 95), ihtiyaç sahiplerinin olduğu yerde lüks tüketim gerçekleştirmemesi (Görmüş, 2015, 166) olarak karşımıza çıkar.
İnsanın her zaman rasyonel tercihlerde bulunmadığı ve diğerkâm tavırlar sergilediği varsayımından hareket edildiğinde bu yaklaşıma benzer görüşler öne süren nöro-iktisat, davranışsal iktisat ve deneysel iktisat gibi ekollerle İslam iktisadının aynı kategoride bulunduğu da iddia edilebilir5. Nitekim, yakın dönem İslam iktisadı çalışmalarının önemli bir kısmı İslam iktisadını farklı bir paradigmanın sonucu olarak görmekten çok bu ekollerin bir kesişimi olarak görmeyi tercih etmektedir (bkz. Furqani, 2017; Khan, 2020). Ancak, burada dikkatten kaçan husus neoklasik iktisadın da dahil olduğu bahsedilen bu ekollerin tamamının metodolojik olarak bireyci olması, yani toplumu ilgilendiren tüm sosyal ve iktisadi kararların bireysel tercihlere göre belirlenmesi gerektiğini varsaymasıdır. Bununla kalmamakla birlikte, tüm bu ekoller metodolojik bireyciliği daha radikal bir formda yeniden sunmaktadır. Bedeni bir inceleme nesnesine indirgeyerek toplumsallıktan uzak formalistik bir matematiksel modelleme üzerinden hareket eden bu ekoller doğa bilimleri taklitçiliğinin en ileri versiyonunu gerçekleştirmektedirler (Levent, 2019, 34). Bu yaklaşımlar yoluyla İslam iktisadını ortodoks iktisadın içerisinde konumlandırmaya çalışan yaklaşımlar farkında olarak ya da olmaksızın iktisatta bireysel tercihlerin üstünde daha üstün bir değer sistemi bulunmadığını onaylamış olmaktadır.
Bu yaklaşımın en bariz örneğini 1960 ile 1980 arasında uygulanan sosyal refah politikalarının bıraktığı izde görebiliriz (Şencal – Ekinci, 2021). Sosyal refah devleti politikalarının bir sonucu olarak sosyal harcamaların İngiltere’de ve ABD’de oldukça yükselmesiyle maliyetler artmış ve ekonomik etkinlik giderek azalmıştır. Sosyal refah uygulamalarının ekonomik sonuçlarının piyasa kurallarına göre işleyen ve fiyat mekanizmasının iktisadi adaleti belirlediği neoklasik sisteme göre oldukça fazla maliyetli olması sonrası sosyal refah uygulamalarından vazgeçen İngiltere’de dönemin başbakanı Margaret Thatcher ‘toplum diye bir şey yoktur, sadece tek tek kadınlarla erkekler ve aileler vardır’ (there is no such thing as society: there are individual men and women, and there are families) ifadesini kullanmıştır. Bu düşünceye göre, bireyin ötesinde toplumdan yola çıkarak kurulan iktisadi politikaların ekonomi üzerindeki maliyeti oldukça fazla olduğu için tek tek kadınlar, erkekler ve bu kimselerin bir araya gelerek oluşturduğu birlikteliklerin tercihlerine göre hareket eden politikalar en verimli sonuçlar doğuracaktır. İnsan, çevre, toplum, bitki ve hayvan gibi yeryüzünün belli haklara sahip tüm paydaşlarını merkeze alan bir iktisadi sistem piyasa ekonomisine yabancıdır (Hasan – Asutay, 2017, 507). ‘Toplumsal’ kavramı, bu açıdan içi en boş terimlerden biridir. Zira neoklasik iktisadın toplumdan anladığı, bir araya gelmiş bireylerin toplamından (societas) başka bir şey değildir. Bu bakış açısına göre, bireysel tercihler göz önüne alınarak birey kümelerini yansıtan toplumun sorunları da çözülecektir.
Günümüzde İslam iktisadı ve daha özelde onun kurumsal bir uygulaması olan İslami finansa dönük eleştirilerin merkezinde toplumsal menfaate dönük katkılarının sınırlı kalması gelir (Moghul, 2017). İslami finansal işlemler sermayedarların kârını ya da çıkarını İslami prensipler ışığında maksimize etmeyi hedeflerken bu işlemlerin çevre, doğadaki canlılar ve toplum gibi diğer paydaşlara etkisi bireysel çıkarlardan daha önemli görülmez. Bu yüzden, İslami finans sosyal bir finans olmaktan çok hissedar merkezli bir sistem olarak varlığını devam ettirmektedir. İslami finansı sosyal yönleriyle ön plana çıkmasının önündeki en büyük engellerden biri bireyci bir yaklaşımın İslam iktisadında metodolojik olarak devam ettiriliyor olmasıdır. Zira, bu yaklaşım bireysel menfaat ve toplumsal menfaat geriliminin ötesinde ikisi arasında bir uyum oluşturacak öneriye henüz sahip değildir.
Kaynak: SOBIAD