İklim değişikliği ve küresel ısınma konusu bugün iklim bilimcilerin (klimatolog) hemen hemen hepsinin üzerinde ittifak ettikleri bir sorundur. Küresel ısınma, insan kaynaklı faaliyetler nedeniyle atmosfere salınan sera ve benzeri gaz dağılımının bozulması ve bunun sonucunda ölçümler yapıldığında dünya üzerinde yıl genelinde kara, deniz ve havadaki ortalama sıcaklıkların arttığı tespitine dayanmaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak da birtakım iklim değişiklikleri, kavurucu sıcaklar, artan orman yangınları, yangınlara bağlı olarak azalan nem oranı, yağmurlardaki değişiklikler ve bu yağmurların ani sellere sebep olması küresel ısınmanın insan yaşamını ve yeryüzündeki doğal nizamı tehdit eden ciddi bir sorun olduğunu göstermektedir. Bu durum, sadece bir bölge halkını değil tüm insanlığı ilgilendirmektedir.
İnsanlığı ilgilendiren böylesine küresel bir sorun karşısında Müslümanların ilgisiz kalması düşünülemez. Zira kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, dünyanın ve içindekilerin (yaş ve kuru, çift ve tek olan her şeyin) yaratılışından yok olacakları güne kadarki sürece, insanın ham maddesi olan su ve topraktan ekolojik sistemi oluşturan zerreye varıncaya kadar bazen ayrıntılı bazen de işaret türü bilgiler bulunmaktadır. Örneğin yeryüzü, tabiat ve göklerin yaratılışı, yağmur, rüzgâr ve hava olayları Allah’ın kendi varlığına, nimetine (lütfuna) ve azametine delil olarak gösterdiği ayetlerdendir. Tabiata, yeryüzüne ve gökyüzüne dair verilen mesajlar başka bir açıdan yorumlandığında İslam dininin mesajlarının ve hükümlerinin evrensel olmasıyla da tutarlı ve anlamlıdır. Bu yorumun doğal bir sonucu olarak dinin bu derece hassas bir konuda insana nasıl bir sorumluluk yüklediği de merak konusu olmaktadır.
Tabiatta bu tür bozulmalara ve sebeplerine Kur’an’da bazı ayetlerde işaret edilmiştir. O ayetlerden biri şöyledir: “İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rum, 30/41.) Bu ayetteki “karada ve denizde bozulmanın ortaya çıkmasıyla” ilgili kısım genelde “karada ve denizde kasırga çıkma endişesi, bazı arazilerin tarıma elverişsiz hâle gelmesi, tatlı suların tuzlu su hâline dönüşmesi, kaynak sularının azalması, kıtlık, yangın, sel gibi felâketlerin ve ölümlerin çoğalması, her şeyin bereketinin kaçması” şeklinde açıklanmıştır. Aynı ayetteki “insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden” kısmı ise genellikle “işledikleri günahlar ve yaptıkları haksızlıklar sebebiyle” şeklinde yorumlanmıştır. (Kur’an Yolu, 4/322-325.) Buradan bakıldığında insanın tabiata hoyrat bir tüketici tavrıyla yaklaşmasının dünyada yukarıdaki türden iklim ve tabiat dengesinin bozulmalarına sebep olduğu söylenebilir. İnsanın karşılaştığı durum bizzat kendisinin yaptıklarının bir neticesi olarak görülmektedir. Dolayısıyla iklim değişikliğinin asıl sorumlusu doğa değil insanın kendisidir. Çünkü yeryüzünü, imar etmesi ve orada adaletle muamele etmesi için insanlığın hizmetine veren Yüce Allah, insanlara iyilik yapmakta lakin insanlar, yeryüzünü imar değil istismar ederek imha etmeye devam etmektedir. Aslında insanoğlu kendisine emanet olarak verilen doğanın ve tabiatın sahibi olmaya kalkışmış ve bir yönüyle haddini aşmıştır. Allah’ın mülkünde olan yeryüzü, modernleşme, şehirleşme ve sanayileşmeyle birlikte sanki insana ait ve tamamen onun hâkimiyetindeymiş gibi algılanmaktadır. Oysa insanoğlu kendisinin halife kılındığını hatırlamalı ve yine kendisine emanet olarak verilen tabiatı ve içindeki mükemmel dengeyi koruma gayreti göstermelidir. İnsanoğlu sadece tüketme içgüdüsüyle hareket ederek bizzat kendisinin sebep olduğu yıkıma, kıtlığa, yıkıcı doğa olaylarına ve çevre felaketlerine maruz kalmaktadır. Açgözlülük, bilinçsizlik ve israf sonucunda yaşanmaya başlanan su sıkıntılarının mevcut sorunları başka bir seviyeye taşıyabileceği idrak edilmelidir.
İnsanın çevreyle ve tabiat ile olan ilişkisi, ona nasıl baktığıyla yakından ilgilidir. Sadece onu kullanan ve tüketen anlayışın yerine onunla bütünleşen ve kendisinin de ondan bir parça olduğunu düşünen anlayış daha kadim bir gelenek ve daha derinliklidir. Zira bu şekilde çevreye bakıldığında bakanla bakılan arasında derin ahlaki bir bağ kurulur. Yoksa tek taraflı bakış, aslında ondan kopuşu da beraberinde getirir. Bunun için de canlı cansız tüm varlıklar arasında yaratılıştan gelen bir bağın olduğu fark edilmelidir. Çünkü tamamının yaratıcısı Allah’tır.
İklim değişikliğinin sebepleri konuşulurken daha çok aşırı nüfus artışı ve buna bağlı olarak gelişen sanayileşme olgusu üzerinde durulur. Ancak belirtilen bu maddi sebebin yanında bir de sanayileşme ile gerçekleşen dönüşüm ve değişimin insanlarda açtığı bazı manevi hastalıkların da etkili olduğu düşünülmelidir. Zira kapitalistleşen ve giderek küreselleşen bu yaşam tarzı, tabiatı yaratıcının varlığına işaret eden bir ayet olmaktan ziyade tüketilmesi gereken bir depo olarak görmektedir. İktisadın genelgeçer tanımına bile baktığımızda bu anlayışın izlerini görebiliriz: İnsanın sınırsız ihtiyaçları ile sınırlı (doğal-çevresel) kaynaklar arasında bir arz-talep dengesinin sağlanması. “İnsanın sınırsız ihtiyaçları ve doğanın sınırlı kaynakları” varsayımları üzerine kurulu bu sorunlu ve bencil bakış, insan ile tabiat arasında telafisi zor ama tahribatı çok güçlü olan bir savrulmaya sebep olmaktadır. Çünkü tabiata kendini yenileme fırsatı vermeden ondan kazanma duygusu aynı zamanda ondan kopuşun da sebebidir. Dolayısıyla günümüzde iklim değişikliği konuşulurken meselenin kültür, teknoloji, sanayi, bilim ve ahlakla bağlarının olduğu da düşünülmelidir. İklim değişikliğinin sebeplerini sadece görünürdeki nüfus artışı ve sanayileşmeye bağlamak yerine bunun arka planında insanın tabiattan kopmasının ve onunla arasında olması gereken bağın yok olmasının etkisinin de düşünülmesi gerekmektedir. İklim değişikliği her ne kadar görünürde sanayideki kirlilikle izah ediliyorsa da aslında bunun kültür ve ahlaktaki kirlenmenin sonucu olduğu da düşünülmelidir. Bu yönüyle bakıldığında küresel ısınmanın, tüketim çılgınlığının son gaz devam ettiği kapitalist ve seküler anlayış tarafından üretildiğini söyleyebiliriz.
17-18 Ağustos 2015’te, yirmiden fazla Müslüman ülkeden çevre bilimciler ve politikacıların katılımlarıyla İstanbul’da bir seminer yapılmış ve neticesinde oy birliğiyle “Küresel İklim Değişimi İslam Beyannamesi” ortaya konulmuştur. Bu türden seminerlerle İslam dininin çevreye dair koyduğu ilkeler ışığında aklıselimin ve bilimin de kabul ettiği bazı kurallar belirlenmeye ve insanlığın hizmetine sunulmaya devam edilmelidir. Bu türden küresel sorunların çözümü şüphesiz bireysel gayretlerden ziyade daha kapsamlı ve sürdürülebilir kararların alınması ve uygulanmasıyla mümkün olabilir. Okullarda ve camilerde çevreye karşı duyarlılığı artırma bağlamında bazı sosyal sorumluluk projeleri teşvik edilebilir. Bu tür konulara daha çok ilgili olan genç kuşaktan istifade edilerek bu meselenin çözümüne onlar da ortak edilmeli ya da liderlik etmelerine fırsat tanınmalıdır.
Böylesine hassas bir sorunla mücadele ederken iklim değişikliği üzerinden insanlığı kendi çıkarları doğrultusunda bir yere kanalize etmek isteyen küresel güçlere ve organizasyonlara karşı da dikkatli olunmalıdır. Örneğin, küresel ısınmanın nedenleri dile getirilirken sığır yetiştiriciliği ve insan nüfusunun artışı öne sürülmekte ve buna çözüm olarak da bazı hastalıklar üretilerek/yayılarak insan ve hayvan neslinin azaltılmaya çalışıldığı öne sürülmektedir. Böyle bir senaryonun gerçek olması bir yana, varsayımı dahi ürperticidir. Zira ne küresel ısınma ne de başka bir bahane, canlı nüfusu azaltmaya yönelik kabul edilebilir bir sebep olamaz.
Yine bazı ülkeler iklim değişikliği sorununu bilinçli bir şekilde gündeme getirerek politik güç elde etmeye çalışırken (sorunu araçsallaştırırken) bazı yapılanmalar da bu meseleyi müntesiplerinin bağlılıklarını korumada bir araç olarak kullanmaktadır. Bazen de bu durum, siyasi tartışmaların malzemesi yapılabilmektedir. Bunun sonucu olarak da abartılı bazı haberler ve felaket senaryoları insanların doğru şekilde bilgi edinmelerini engellemektedir. Bu konuda da kamuoyunu doğru bilgilendirme hususunda ilgili ve yetkili kurumlara önemli sorumluluklar düşmektedir. Nitekim ülkemizde de bu konuda önemli yapısal ve kurumsal adımlar atılmış, sorunun ehemmiyetine binaen Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adı değiştirilmiş ve yeni adı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olmuştur.
Özetle, iklim değişikliği hızla yaşanmaya devam etmektedir. Birçok problemde olduğu gibi burada da çözümün ve umudun doğaya ve tabiata karşı son derece duyarlı olan İslam dininin öğretilerinde olduğu bilinmeli ve bunlar araştırılarak insanlığın hizmetine sunulmalıdır.
Kaynak: dergi.diyanet.gov.tr