Anasayfa Analiz Amerikan Hegemonyasının Sonu

Amerikan Hegemonyasının Sonu

by

Muhalif Düşünür Wallerstein’a göre imparatorluk ilan edilmesi Amerika’nın gücünü değil, güçsüzlüğünü gösteriyordu. ABD yanlısı Joseph Nye ise gücünü akıllıca kullanması şartıyla Emparyeli St Amerika’nın 21. yüzyılda da süper güç olacağını söylüyordu. Oysa ne Wallerstein gibi kökten muhalif, ne Nye gibi sistem yanlısı olan Michael Mann’a göre ABD askerî bir dev, ikinci sınıf bir ekonomi, siyasi bir şizofren ve ideolojik bir hayaletti.

Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S 400 füze savunma sistemini denemeye başlaması üzerine ABD yetkilileri, bu hususta Türk yönetimini ikna edemedikleri için “çok mutsuz” olduklarını belirttiler. Türkiye’nin dış siyasetindeki bu köklü dönüşümün lehinde veya aleyhinde çok şey söylenebilir elbet. Benim üzerinde durmak istediğim husus, bu gibi gelişmelerin uluslararası sistemin yapısal dönüşümünü ne ölçüde yansıtmakta olduğudur. ABD’nin bir tür örtük tehdit sayılan mutsuzluk vurgusuna Türk hükümeti “savunma faaliyetimizi Amerikalılara soracak değiliz” açıklamasıyla cevap verdi. SSCB’nin ancak kısmen dengeleyebildiği Amerikan hegemonyası evresinde (yaklaşık 1945-1990) böyle bir tepki tasavvur edilemezdi. Dünyanın artık hegemonsuz bir çok-kutupluluk evresine girmiş olduğu söylenebilir. Özellikle 11 Eylül saldırılarından ve 2008 finans krizinden itibaren “Amerikan hegemonyasının, Amerikan yüzyılının veya Pax Amerikana’nın sonu”ndan söz etmek adeta klişeleşti. Oysa 27 yıl önce ben Amerikan Yüzyılının Sonu başlıklı kitabımı1 yayınladığımda bu gibi ifadelere bıyık altından gülünüyordu. Türkiye Yazarlar Birliği jürisi meselenin farkında olacak ki, 1993 Fikir Ödülüne bu kitabı lâyık görmüş, ben de ender Ankara seyahatlerimden birini yaparak ödülümü merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun elinden almıştım.

Hegemonya kelimesi Yunancada şehir-devletler arasındaki hâkimiyet ilişkisini açıklamada kullanılan hegemonia teriminden geliyor. Gramsci ile beraber kelimenin kullanımı, modern çağda “kapitalist devletin hayatiyetini” anlamada anahtar bir işlev üstlendi. Gramsci hâkim yönetim tarzının sınıfsal olduğunu düşünüyor ve bu bağlamda somut kurumsal biçimlerin ve maddî üretim ilişkilerinin nasıl öne çıktığını açıklamaya çalışıyordu. “Bir sınıfın üstünlüğü ve dolayısıyla onunla irtibatlı üretim tarzının yeniden üretimi kaba kuvvet veya cebirle sağlanabilir. Fakat Gramsci’ye göre ileri kapitalist toplumlarda sınıf hâkimiyeti büyük ölçüde bir fikir ittifakı, entelektüel ve ahlâkî bir liderlik sayesinde başarıldı.”2 Hegemonya oluşumunda nihaî amaç iktisadî üstünlük sağlamak olsa da, bunun sürdürülebilir olması için düşünce ve sanatla bütünleştirilmesi (“fikrî iktidar”) gerekiyor. İktisadî üstünlüğün sık sık el değiştirmesinden ötürü de hiçbir hegemonya uzun ömürlü olamıyor.

Bir tek rakamla hegemonya şartlarının nasıl değişmiş olduğunu gösterelim: Otuz yıl önce dünyanın en büyük 500 şirketi (Fortune Global 500) arasında 200’ün üzerinde Amerikan şirketi var ve neredeyse hiç Çin şirketi yokken, bugün 500 şirketin 131 tanesi Çin’e ait. Amerika ilk defa ikinci sıraya düştü. 1990 yılında dünyanın en büyük 5 şirketinin hepsi Amerikan iken, bugün ilk 5 şirketten üçü Çinli. Bu iktisadî üstünlük zamanla askerî, siyasî ve kültürel alanlara kayıyor ve hegemonik bir güç ortaya çıkıyor. Hegemon, yeni düzenin işleyiş kurallarını vaz eden ve onlara uyulmasını sağlayacak derecede güçlü olduğunu her an hissettirendir. Çin bu anlamda henüz hegemon değilse de, o yola kararlı biçimde girmiş gözüküyor. Şimdilik hegemonyasız çok-kutupluluğa geçmiş gibiyiz. David Wilkinson, Soğuk Savaş’ın artık sona erdiğinin varsayıldığı 1989 sonrası dönemin tek-kutuplu gözükse de aslında hegemonsuz olduğunu yazmıştı (1999). 11 Eylül saldırıları kutup gerçekliğine de gölge düşürdü. Anlaşıldı ki 21. yüzyıla hegemonsuz tek-kutuplu bir düzen yerine, hegemonsuz çok-kutuplu bir düzenle girmişiz.

Hegemonik düzenin kıstasları

Peki, hegemonlu tek-kutupluluk nasıl bir düzendi; başlıca kıstasları nelerdi? Wilkinson’ın Güliver’in Seyahatleri’nden esinlenerek hazırladığı listeyi “11 T Nazariyesi” başlığıyla Türkçeye uyarlamaya çalışayım:

1.Tayin. (Belirleme) Yerel/ulusal hükümetlerin meşruluğu, (fiiliyatta) hegemonca tanınmalarına mı bağlıdır?

2. Tanzim. (Düzenleme) Yerel elitler ancak hegemonun trenine binerek mi makamlarını koruyabiliyorlar?

3. Tavzif. (Vazifelendirme) Yerel hükümetleri işbaşına getiren ve uzaklaştıran hegemon mudur?

4. Tahkim. (Hüküm verme) Bağımsızlık kazanma, hükümet olma, bir ülkeyi işgal etme, belirli politikaları zorla uygulama gibi hususlara dair yerel anlaşmazlıklar hegemona müracaatla mı çözüme kavuşturuluyor?

5. Tahlis. (Kurtarma, düzen kurma) Yerel savaşlar ancak hegemonun araya girmesiyle mi son buluyor?

6. Takyit. (Sınırlama) Sistemdeki devletleri toplantıya çağıran, onlara başkanlık eden, toplantıları dağıtan veya yasaklayan hegemon mudur?

7. Tahakküm. (Hükmetme) Devletlerin silahlı kuvvetlerinin kolektif eylemlerini tekelinde bulunduran bir hegemon var mıdır?

8. Tağyir. (Veto) Keza devletlerin kolektif eylemlerini yasaklama hakkına veya önleme gücüne sahip bir hegemon var mıdır?

9. Taltif. (Sübvansiyon) Devletlerin ‘uygun’ davranışlarını ödüllendiren bir hegemon var mıdır?

10. Talan. (Haraç kesme.) Hegemon, devletlere sunduğu hegemonik hizmetlerin bedelini onlara ödettirmekte midir?

11. Tahvil. (Değiştirme) Hegemon, diğer devletlerin ithal ve taklit ettikleri kendi ideolojisini, din ve dilini, ahlak, yasa ve kurumlarını ustaca ihraç etmekte midir?3

Mukaddime’nin öngördüğü çöküş belirtileri

Yukarıdaki soruların çoğuna evet diyorsak, hegemonyalı tek-kutupluluk yaşıyoruz demektir. Avrupa sistemi içinde 1814-73, dünya sistemi genelinde de 1945-90 arasında İngiltere ile ABD’nin sırasıyla böyle bir konumda oldukları söylenebilir. Fakat muhtemelen kapitalist sistemin zorunlu rekabetçi niteliği yüzünden, bu görünür üstünlüğün ömrü yarım yüzyılı aşmıyor. Hegemonlar çabuk yaşlanıyor! Bu düşünceyle Amerikan Yüzyılının Sonu’nun girişinde İbn Haldun’un şu tespitini epigraf olarak kullanmıştım: “İhtiyarlık, tabii olarak hanedanlığa ârız olur. Bu, tedavisi veya ortadan kalkması mümkün olmayan hastalıklardandır. Çünkü tabii bir şeydir ve tabii olan şeyler değişmezler. Basiretli hanedanlık mensupları bu ihtiyarlığın araz ve alametlerini görürler. Bunu ortadan kaldırmanın mümkün olduğunu zannederek, ihtiyarlığı devletin mizacından uzaklaştırmakla hanedanlığın bünyesini ıslah ve tamir etmeye teşebbüs ederler. Bunların hanedanlığı tamir ve ıslah etmelerine âdetler mâni olur. Çünkü itiyatlar ve âdetler ikinci bir tabiat hükmündedir.”4 14. yüzyılda yaşayan Tunuslu tarihçi, 21. yüzyılın eşiğindeki ABD’nin hegemonik konumunun niçin aşındığını biliyor gibidir. Yeni dönemde ABD’nin yukarıdaki “11 T Kriterleri”nin bir kısmına göre hegemon, bir kısmına göreyse sadece büyük güçlerden biri sayılacağı açıktır. Bu çerçevede fikir yürüten stratejist ve akademisyenler (çağdaş İbn Haldun’lar) tam bir çok-kutuplu entelektüel sistem oluşturuyor. Kimine göre ABD katıksız bir hegemondur, kimine göre hegemonyasız imparator. Kimine göre Sezar’ı gölgede bırakan kral, kimine göreyse yere çakılan kartal.

Paul Kennedy ünlü eserinde (Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşleri, 1987) Amerikan gücünün gereğinden fazla yayıldığını (“imperial overstretch”), dolayısıyla ABD’nin düşüşe geçtiğini yazmıştı. Sonra bu fikrinden adeta cayarak, yüzyıl başları Amerika’sının tarihin kaydettiği en süper güç olduğunu söylemeye başladı: “Şarlman’ın imparatorluğu ancak Batı Avrupa’yı kaplıyordu. Roma imparatorluğu çok daha ötelere uzandı; fakat onun ötesinde büyük Pers ve Çin imparatorlukları vardı. Dolayısıyla, bu güçlerden hiçbirini ABD ile mukayese edemeyiz. Daha önce hiç görülmemiş bir fenomendir bu.”5 Kennedy’nin makalesi “Kartal kondu” başlığını taşıyordu. Wallerstein sanırım bundan esinlenerek yazılarından birine “Kartal yere çakıldı” başlığını koydu. Muhalif düşünüre göre, ABD kurmaylarının pervasızca “imparatorluk” terimini kullanmaları Amerika’nın gücünü değil, güçsüzlüğünü gösteriyor. Batı Avrupa ve Japonya’nın ekonomik yükselişi ABD’nin ekonomik hegemonyasının, Vietnam yenilgisi siyasî/askerî hegemonyasının, 1968 devrimi ise kültürel/ideolojik hegemonyasının sonuydu. Sermaye bir bütündür ve dünya sermayesinin (Amerikan sermayesi dahil) büyük bir kısmı şahin yönetimlere karşıdır. ABD, dünya sisteminin içine girdiği kaotik durumu kontrol gücüne sahip değildir. Bu kendi başına ne iyi, ne kötüdür; sadece, şahinleri ve dayandıkları gücü gözümüzde büyütmememiz gerektiğini gösterir.6

Paul Kennedy’nin Büyük Güçlerin Yükseliş ve Düşüşü’ne karşı Amerika Liderliğe Mahkûm kitabını yazmış olan düzen-yanlısı Joseph Nye, “Küreselleşme”nin Amerikan emperyalizminin bir kisvesi olduğunu ihsas ettiriyor ve Amerikan öncülüğünün 21. yüzyılda da devam edeceğini söylüyordu: ABD’nin bu gücü akıllıca kullanması şartıyla! Ekonomik ve askerî kudret için “sert güç” (hard power) terimini kullanan Nye, kültürel/ideolojik kudret için “yumuşak güç” (soft power) terimini uygun görüyordu. İddiasına göre, ABD her iki bakımdan da geriye değil, ileriye gidiyordu.7

Bazı siyaset bilimcilere göre rakipsiz bir hegemon, bazılarına göre de yere çakılan kartaldır. Amerikan emperyalizmini konu alan bir karikatür.

Bazı siyaset bilimcilere göre rakipsiz bir hegemon, bazılarına göre de yere çakılan kartaldır. Amerikan emperyalizmini konu alan bir karikatür.

Tutarsız imparatorluk ABD

Michael Mann’ın alimâne kitabı tam da bu kargaşanın ortasında çıkageldi. Mann ne Wallerstein gibi kökten muhalif, ne Nye gibi sistem yanlısıydı. Daha doğrusu, eylemci olmaktan ziyade düşünürdü, bir sosyolog-tarihçi. Toplumsal Gücün Kaynakları başlıklı üç ciltlik kaynak eseriyle ünlendi. Cemil Meriç üslubuyla söylersek, Tutarsız İmparatorluk kanayan bir vicdanın sesiydi. “Pasaportunu taşımakta olduğum iki devlet, ABD ile İngiltere, akıl almaz çılgınlıktaki militarist politikalarıyla dünyanın barış ve düzenini tehdit ediyorlar.” Kitap, yolunu şaşırmış iki siyasî yönetimi akl-ı selime çağırıyordu.8

Mann’a göre, yeni emperyalizmin teorisi 1990-2001 arası dönemde geliştirildi, 11 Eylül saldırılarıyla da uygulamaya geçildi. Birinci Körfez Savaşı’nda Baba Bush, BM’yi tarihî rolünü oynamaya çağırırken, 2. Körfez Savaşı’nda Oğul Bush BM’yi bir yana itiyor, ABD’nin tek yanlı ve tek başına hareketini dünyaya ilan ediyordu. Yeni emperyalizm askerlerin değil, sivillerin militarizmidir. Sivil yöneticiler, daha önce askerlerin bile dillendirmeye çekindiği şöylesine fikirleri yüksek sesle dillendirir oldular:

Bir uzay Pearl Harbor’ını önlemek için ABD uzayı bile silahlandırmalıdır.

ABD potansiyel rakiplerini ciddi bölgesel/küresel rollere kalkışmaktan caydırmalıdır. Sadece Rusya ve Çin’i değil, ileri sanayi ülkelerini, yani elli yıllık müttefiklerini de!

Haydut devletlerin ve ayrıca potansiyel rakiplerin kitle imha silahları geliştirmelerini imkânsızlaştırmalıdır.

Rakiplerin hayatî ham maddelere ulaşımını bloke etmelidir.

Dünya BM öncülüğüne değil, Amerikan liderliğine muhtaçtır. Vesaire.

Michael Mann bunları sıraladıktan sonra Amerikan yöneticilerine ahlâk dersi vermeye kalkmıyor, soğukkanlı bir analizle, tasarılarının tutarsızlık ve imkânsızlığını anlamalarına yardımcı olmaya çalışıyordu. Gücün dört türünü askerî, siyasî, ekonomik ve ideolojik güç olarak tanımlayan tarihçi, bu dört boyutta Amerikan gücünü tartıyor ve imparatorluk projesinin niçin tutarsız olduğunu gözler önüne seriyordu. Mann’a göre ABD bugün askerî bir dev, ikinci sınıf bir ekonomik güç, siyasî bir şizofren ve ideolojik bir hayalettir.

Mann’ın çözümlemesini ve “Amerikan hegemonyasından sonra ne?” sorusunun cevabını gelecek ay konuşalım.

Mustafa ÖZEL

Kaynak: Derin Tarih

Kaynakça:

Mustafa Özel: Amerikan Yüzyılının Sonu, İstanbul: İz, 1993.

Ben Rosamond: “Hegemony,” Britannica Online, 23 Ekim 2020.

David Wilkinson: “Unipolarity without Hegemony,” International Studies Review, Summer 1999.

İbn Haldun: Mukaddime, İstanbul: Dergâh, 1982, Cilt I, s. 721.

Paul Kennedy: “The Eagle has Landed,” Financial Times, February 2, 2002.

Immanuel Wallerstein: “The Eagle has Crash Landed,” Foreign Policy, July-August, 2002.

Joseph S. Nye: The Paradox of American Power, New York: Oxford University Press, 2002.

Michael Mann: Incoherent Empire, London: Verso, 2003.

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun