İslam İktisat Düşüncesinde Para, Banka ve Finans
Günümüzde iktisadi sistemlerin temel kurumlarının başında para, banka ve finans kurumları gelmektedir. Bugün ekonomik sorunların başlıca nedenlerinden biri mübadele aracı ve hak ölçüsü olan kâğıt paranın üretime ve reel değerlere bağlı olmadan artırılmasıdır. Diğer önemli bir sorun ise banka kurumunun finansal değerleri üretime yönlendirmede yetersiz kalışıdır. Bugün para ve kredi piyasalarında dolaşımda olan değerlerin önemli bir kısmı maalesef reel değerleri temsil etmemektedir. Oysa üretilen reel değerlerle oynamak mümkün değildir. Bununla birlikte para-kredi piyasasında dolaşımdaki değerler sembolik olduğu için bu değerlerle oynamak nispeten kolaydır. Devletin iktisadi alanda temel görevlerinden biri sembolik değerlerin reel değerleri temsil etmesine özen göstermesidir. Bu durumda devlet hukuki kurallar yolu ile sembolik değerlerle oynayanlara mani olması gerekir. Herkesin kabul ettiği ölçü ve tartıların kandırmak amacıyla değiştirilmesine engel olmalıdır. Kur’an ölçü ve tartı birimlerini değiştirerek insanların aldatılmasının ne denli tehlikeli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. “Eksik ölçüp tartanların vay haline! Onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçerler. Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar” (Kur’an: Mutaffifin, 83/1-3).
İslam İktisat Düşüncesinde Para
Para reel değerleri temsil eden, ticari faaliyetleri kolaylaştıran ve değerlerin tasarrufunu sağlayan bir ölçü aracıdır. Paranın değeri mutlaka reel değerler ile tanımlanmalıdır.
İslam iktisadının temel ilkeleri ile ilgili önemli açıklamalar yapan Gazali, parayı, kullanım değeri olmayan ve malların değerlerini eşitlendiren ve dolaşımı kolaylaştıran bir araç olarak kabul eder. Para mal değildir. Malı temsil eden bir ölçüm birimidir. Gazali, faizi, paranın para ile satılması sonucu elde edilen haksız bir kazanç kabul eder. O, parayı aynaya benzetir, “onun rengi yok, fakat her rengi gösterir.” Ona göre “…paranın maddesinde de arzulanacak bir şey olmadığı halde o, her arzuyu karşılamanın aracıdır”(Gazali, IV, 1986, s. 91). Gazali’nin yaşadığı dönemde metal para kullanılmaktaydı. Düşünür paranın değeriyle oynamayı doğru bulmaz. Paranın içindeki değerli metali değiştirerek piyasaya “Kalp Para” (Züyüf Akçe) sürmenin zulüm olduğunu savunur (S. Orman,1984, s.132). Dolaşımdaki karşılıksız para haksızlıklara yol açar. İslam iktisadında mal=para dengesinin korunması esastır. Bu dengenin bozulduğu ortamda adil bölüşümden söz edilemez. Bundan dolayı karşılıksız para basmak bir suçtur ve haksızlık sayılmalıdır. Faiz, mal=para dengesini bozduğundan dolayı makro dengeyi ihlal edici bir kurum sayılmaktadır. Çağımızın en önemli sorunu karşılığı net ve açık bir şekilde tanımlanmayan sembolik değerlerin ticaretinin dünya ticaret hacmi içindeki payının giderek artması ve yaygınlaşmasıdır. Bu sorun reel üretimi yeterince artırmadığından dolayı gelir paylaşımındaki adaletsizliği dayanılmaz boyutlara ulaştırmış ve beşeriyetin büyük çoğunluğunu yoksulluk ve sefaletle baş başa bırakmıştır. Oysa İslam iktisadında parasal değerlerin karşılığı net belirtilerek reel değerlerin üretimini artırmak ve paylaşımda ise adaleti sağlamak amaçlanmaktadır.
İslam İktisat Düşüncesinde Banka
Banka kelimesi masa/tezgah anlamına gelen İtalyanca “Banco” kelimesinden türetilmiştir. Bankacılık hizmetlerinin tarihi ticaret kadar eskidir. Bilinen ilk banka, Sümerlerin Uruk şehrinde kurulan bir mabettir. Parayı koruma amaçlı olarak mabetlerde çıkan bankacılık hizmetleri süreç içinde mabetlerin tekelinden çıkmış ticaretle uğraşan zengin ailelerin kontrolüne geçmiştir.
Bankacılığın aracı olduğu hizmetler çok eskiye dayansa da en önemli değişim 18. Yüzyılda ticaretin yaygınlaşması ile gerçekleşmiştir. Bankalar ticari senetlerin karşılığında banknot ihraç imkanı elde etmiştir. Piyasaya hisse senedi ve tahvil ihracına aracılık yapmaya başlamışlardır. Kendilerine yapılan tevdiat karşılığı tüccarlara açtıkları cari hesaplarını çekle kullandırmak suretiyle hesap parası düzenine ulaşmışlardır. Bu şekilde elde ettikleri paraları büyük meblağlar halinde endüstriyel ve ticari girişimlerin kurulmasına ve işletme ihtiyaçlarına tahsis etmişlerdir.
İslam ülkelerinde ilk bankacılık faaliyetleri cehbez ve sarraflar vasıtasıyla ortaya çıkmıştır. Cehbezler bir tür banka gibi mevduat topluyorlar ve özellikle devlete kredi veriyorlardı. Böylece onlar günümüz bankalarının iki önemli işlevini yerine getirmiş oluyorlardı. Cehbezler Sâsânîler devrinden beri Ortadoğu’da iktisadi faaliyetlerde aktif rol almışlardır. Sarrâfların
da Bâbillilerden beri varlıkları bilinmektedir. Bunlar mevduat kabul edip, bunun karşılığında senet veriyorlar, mevduat sahibi olanlar da (ki bunlar genellikle tüccarlardır) ödemelerini çek ile yapıyorlardı. Çek ve poliçe keşidesine aracılık ediyorlar, bazen devlet gelirlerini toplama (iltizâm) işini üzerlerine alıyorlardı. Yine sarrâfların, takas odası işlevini de gördüklerini biliyoruz. Daha İslâm’ın ilk yüzyılında para naklini ve tedâvülünü kolaylaştıran poliçe (süftece), çek (sakk) ve havale senetlerinin varlığı bilinmektedir. Farsça sıfta (havale senedi) kelimesinden kaynaklanan süftece ismiyle kullanılan poliçe ve kredi mektubu, paranın şehirler arasında naklinden doğan mahzurları ortadan kaldırıyordu. Arapça’da sakk olarak kullanılan Farsça çek kelimesi aslî şekli ve manasıyla bugün Batı dillerinde de yaygın şekilde kullanılmaktadır. Hz. Ömer devrinde de varlığı bilinen çek keşidesi, Beytü’l-mâl’e ve daha çok cehbezlere yapılabilirdi. Bu uygulamalar, İslâm ülkelerinde paranın ve bir tür banka benzeri kurumların (sandıklar vb.) başlardan beri varlığını ve süreç içinde geliştiğini göstermektedir. (A. Tabakoğlu, 2013, s. 132,433).
Banka kavramı modern dünyada fikir düzeyinde ilk olarak Pakistanlı Muhammed Uzeyr tarafından 1955 yılında ortaya atılmıştır. İlk uygulama olarak 1963 yılında Mısır’da Mith Gamr ismi ile bir kasabada sosyal bankacılık tarzında faizsiz kredi sağlayan bir banka kurulmuştur. Bu girişime Ahmed en-Neccar öncülük etmiştir. İlk ticari faizsiz banka Dubai İslam Bankası 1975’te kurulmuştur. Yine bu çerçevede 1975 yılında merkezi Cidde’de olan İslam Kalkınma Bankası kurulmuştur. Ülkemizde ve dünyada bugünkü bankaları andıran ilk kredi müesseseleri sarraflar ve sandıklardır. Burada özellikle Osmanlılardaki Para Vakıflarını anmak gerekir. Paranın ve mülkün kendisi değil de bizatihi gelirinin vakfedilmesiyle oluşan “Para Vakıfları” bir tür banka işlevini yerine getirmekteydiler.
Türkiye’de milli bankacılık denilebilecek organize yapılara ilk defa 1860’larda rastlıyoruz. Memleketimizde milli bankacılık ilk defa Tuna Valisi olan Mithat Paşanın girişimi ile gündeme gelmiştir. Bu çerçevede zirai üretimi desteklemek ve üreticilerin finansman ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla 1863 yılında bazı sandıklar kurulmuştur. Mithat Paşa köylüyü tefecinin elinden kurtarmak için “Memleket Sandıkları” adı altında bir çeşit kredi müessesesi gibi çalışacak bir takım fonlar oluşturmuştur.
İşleyişinde para vakıflarının örnek alındığı memleket sandıklarının sermayesini, atıl durumdaki arazilerin işletilmesi yoluyla elde edilen mahsulün ya da üyelerden alınan bir takım zirai ürünlerin satışından elde edilen paralar oluşturmuştur.
Bu sandıklar köylülere verilen fonların geri dönmemesi dolayısıyla zor duruma düşmüştür. Bunun üzerine 1880 yılında söz konusu kuruluşların adı “Menafi Sandıkları” olarak değiştirilmiş, beklenen fayda sağlanamaması üzerine bu menafi sandıkları 1888 yılında Ziraat Bankası’na dönüştürülmüştür.
Ayrıca 1866 yılında yine Mithat Paşa tarafından önce Tuna vilayetinde bir yıl sonra da İstanbul’da değerli eşyalar karşılığı borç para vermek üzere “Emniyet Sandıkları” kurulmuştur. Bu sandıklar da çeşitli nedenlerle sıkıntıya düşmüş ve yine Ziraat Bankasının yardımıyla düzlüğe çıkmışlardır. İkinci Meşrutiyet döneminde vakıf arazilerinin satışından elde edilecek sermaye ile bir “Evkaf Bankası” kurulması kararlaştırılmıştır. 1938 yılında sermayesini vakıf paraların oluşturacağı “Evkaf Emlak Bankası” adlı bir bankanın kurulması gündeme gelmiş ancak çeşitli nedenlerle bu teşebbüs de başarılı olamamıştır. 1954 yılında sermayesinin büyük bir kısmı vakıflardan temin edilerek “Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Şirketi” kurulmuştur. Bu bankanın sermayesinin önemli bir kısmını 1069 adet para vakfı oluşturmuştur. Ülkemizde bankacılık serüvenini anlatırken Adapazarı İslam Ticaret Bankasını ayrıca ve özellikle ele almakta fayda var.
1913 yılında esas mukavelesinde “Hacı Adem Beyzade İbrahim Sipahizade Hamid ve Şürekası Adapazarı İslam Ticaret Bankası” yazan bir banka kurulmuştur. Bankanın adında İslam kelimesinin olması bir yandan Adapazarı’nda bulunan ecnebi bir bankadan (Osmanlı Bankası) ayrılmasını diğer yandan da sadece İslami prensiplere bağlı kalınarak bir faaliyet yapılmasını işaret etmektedir. 1919 yılında adı “Adapazarı İslam Ticaret Bankası Osmanlı Anonim Şirketi” olmuştur. 1924 yılında bankanın unvanında değişikliğe gidilmiş ve Osmanlı kelimesi yerine Türk kelimesi konulmuş ve bankanın adı “Adapazarı İslam Ticaret Bankası Türk Anonim Şirketi” olmuştur. 1928 yılında şirketin ismi “Adapazarı Türk Ticaret Bankası Anonim Şirketi” olarak değiştirilmiştir. 1937 yılında bankanın unvanında tekrar bir değişiklik yapılmış ve ismi “Türk Ticaret Bankası Anonim Şirketi” haline getirilmiştir.
1952 yılında bankanın idare merkezi İstanbul’a taşınmıştır. Türk Ticaret Bankası 1997 yılında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmiştir. 2001 yılında bankacılık yapma ve mevduat toplama yetkisi kaldırılmıştır (T. Hazıroğlu, 2017, s. 265-267). Ziraat Bankası, Türkiye Vakıflar Bankası, Türk Ticaret Bankası ve Hintli Müslümanların gönderdiği “Hilafeti Kurtarma” paraları ile kurulmuş olan Türkiye İş Bankasının kuruluş ve gelişim hikayeleri son derece ibret ve ders vericidir. İyi niyetlerle yola çıkılmasına rağmen yolda yaşanan bu dönüşümler ve dramlar üzerinde çokça durulacak ve düşünülecek bir konudur.
İslam İktisat Düşüncesinde Finans
Finansal değerler ekonominin kredi kapasitesini belirler. Nerede kredi imkânları üretim, ticaret ve yatırıma kanalize edilirse, orada gelişme ve değişme hızlı olur. Dengeli bir ekonomiye ulaşmada finansal kaynakların makroekonominin hedefleri doğrultusunda kullanılması iktisadi büyüme ve gelişme sürecine süreklilik kazandırır.
Günümüzün faizli konvansiyonel bankaların, genellikle para ve para olma niteliğine sahip olan değerlerin alış-verişinde faiz diye bilinen fazlalık yoluyla kar yapmak banka ve benzeri kurumların temel gayesidir. Başka, bir ifade ile bu tür bankalar para ve benzeri değerlerin ticaretini yapan bir kurumlardır. İslam iktisadında finans kuruluşları para ticareti yapamazlar. Bu kuruluşlar, para dolaşımını sağlayan, kredi mekanizmasını işleten ve girişimcilere bilgi sağlayan altyapı hizmetlerini yerine getiren kurumlardır. Yaptıkları bu hizmetlerinin karşılığını alırlar. Kendi tasarruflarını yatırımlarda değerlendirerek kar ve zarara ortak olabilirler. Sabit yatırım yapmak suretiyle kira geliri elde edebilirler. Ancak yatırıma dönüşmeyen ve üretim sürecine katkıda bulunmayan para ticareti yoluyla kar yapamazlar.
Faizli sistemde para-kredi piyasasında kim kontrolü sağlarsa, mal ve hizmet piyasasında da tekelleşir. Çünkü para-kredi piyasasında güçlü bir konuma gelen firma, faiz maliyetini ürettiği malların fiyatına rahatlıkla yansıtmak sureti ile güçlenerek piyasada tekel haline gelir. Nitekim kapitalist ülkelerde tekel konumunda olan firmalar bir veya birkaç bankaya sahiptirler veya banka imkânlarını kullanmada belli ayrıcalıkları bulunmaktadır.
İslam iktisadında faizsiz finans kurumları, para akışının mal akışına bağlı olarak cereyan etmesine ortam hazırlar. Bu kurumlar, üretilen mal ve hizmet fiyatlarının piyasada oluşmasına katkı sağlarlar. Malın miktarı ile son biriminin sağladığı yarar (marjinal fayda) arasında ters yönde bir ilişki bulunduğundan mal ve hizmetlerin denge fiyatları, fiyat mekanizmasının serbestçe oluşmasıyla sağlanır. Bu nedenle mal ve hizmet piyasasına yapılan her müdahale dengeyi bozar. Müdahalenin devlet tarafında yapılmasıyla tekeller tarafından yapılması durumu değiştirmez. Fiyat mekanizmasının işleyişini aksatan müdahaleler, kaynakların kıtlık veya bolluk düzeylerinin yansıtılmasını engelleyeceğinden arz ile talep arasında dengenin sağlanmasına engel olurlar.
İslam iktisadında kamu kredilerinin makroekonomik hedefler doğrultusunda üretim faaliyetlerinde kullanılması esastır. Devlet, üretimi faizsiz kredilerle destekler. Devlet üretimden vergi aldığından krediden faiz almaz. Çünkü üretim ne kadar artar ise, devletin geliri de o ölçüde artar ve toplumun refah düzeyi yükselir. Bundan dolayı devlet kaynaklı üretim kredileri faizsiz finans kuruluşları yoluyla üreticiye faizsiz ulaştırılır. Bu tür krediyi sağlayan bankalar, faiz almaz; belli bir komisyon karşılığında kamu kaynaklı krediyi üreticiye sağlama hizmetini yerine getirebilirler.