ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde 2008 ile 2015 yıllarında ortaya çıkan ekonomik krizler, dikkatleri tekrardan finans sektörünün üzerine çekmiştir. Küresel finansal mimarinin bir sonucu olarak bu krizlerin etkisi neredeyse tüm ülkelere tesir etmiştir. Her bir ekonominin sahip olduğu yapısal duruma göre krizin etkileri farklılaşmıştır. Türkiye’de ise 2001 bankacılık krizi sonrasında alınan önlemler ve düzenleyici kurumların etkin bir şekilde çalışması sayesinde bahsedilen krizlerden asgari düzeyde etkilenilmiş, finans sektörü de süreci başarılı bir şekilde atlatmıştır. Ancak küresel ekonomideki durgunluk nedeniyle finansal baskı, farklı kanallardan kendini göstermiştir.
İçerisinden geçtiğimiz COVID-19 salgını hem reel hem de finansal sektörü derinden sarsmıştır. Lojistik ve arz zincirlerinden finansal entegrasyona kadar kapitalist iktisadi sistemin kurmuş olduğu iktisadi ağ akışında, salgın dolayısıyla ortaya çıkan kesintinin maliyeti çok yüksek olmuştur. Bir taraftan devletleri ve şirketleri zor durumda bırakan bu kesinti, diğer taraftan mikro düzeyde tüm hane halklarının gelir kaybına uğramasına yol açmıştır.
Finansal Sistemde Çok Kutuplu Bir Dünyaya Doğru
Sermaye hareketlerinde daha başat bir rol elde etmek, tasarruf açığı bulunan ekonomi için sermaye arzı sağlamak, bilgi transferi yoluyla ülkenin altyapısını geliştirmek, beşerî sermaye birikiminin kalitesini yükseltmek ve benzeri pozitif dışsallıklarla ekonomik kalkınmayı artırmak hedeflenmektedir. Ayrıca yatırımlar için ihtiyaç duyulan sermayenin düşük maliyetlerle elde edilebilecek olması da finans merkezi olma yolunda cazibeyi artırmaktadır.
Türkiye ekonomisi, 2001 krizi sonrasında başarılı bir performans göstermiş ve en büyük 20 ekonomi içerisinde kendisine yer bulmuştur. Ülkemiz, bu ekonomik etkinlik içerisindeki konumundan daha fazla faydalanmak, İFM projesiyle kısa vadeli sermaye hareketleri yerine uzun vadeli yatırımları çekmek ve sağlanacak güçlü kurumsal yapıyla bunu kalıcı hâle getirmek istemektedir. Ayrıca dış sermaye ihtiyacı nedeniyle ortaya çıkan kırılganlıklar da bu kurumsal mimari içerisinde asgari düzeye indirilmiş olacaktır.
İFM, 120 şehir içerisinde 79’uncu sırada yer almıştır. Ancak bahsi geçen ölçütler bağlamında çalışmalar yapılarak daha üst sıralara çıkmayı sağlayacak politikalar geliştirmek gerekmektedir. İstanbul Ataşehir’de inşa edilen projenin tamamlanmasıyla yeni bir atılım yapılacaktır.
Türkiye’nin güçlü kurumsal altyapısı ve hem Batılı hem de Müslüman toplumlarla olan ilişkileri, ekonomik olarak bir avantaj sağlamaktadır. Bu ilişkilerin koordinasyonuyla İstanbul, bir kesişim noktası hâline gelerek Türkiye’ye ekonomik ve siyasi bir prestij sağlayacaktır.