Bu sorunun cevabı için ilk olarak, eski ticaret yollarının İslam’ın yayılmasını kolaylaştırmada oynadığı rol araştırılmıştır. Ticaret ve İslam arasındaki tarihsel ilişki üzerine yapılan çok sayıda vaka çalışmasından hareketle, İslam öncesi ticaret yolları ve limanlar hakkında ayrıntılı veriler oluşturularak MS 600 öncesi ticaret ağına olan yakınlığın, günümüz Müslümanların varlığının önemli bir göstergesi ve etkisi olduğu kanaatine varılmıştır. Analiz hem etnik gruplar arasında hem de ülkeler içinde gerçekleştirilmiştir. Aşağıdaki şekilde, Eski Dünya’daki yaklaşık 3.000 etnik grup arasında bugünkü Müslüman dağılımı ile tarihi anavatanlarının MS 600 için ticaret yollarına ve limanlara yakınlığı arasındaki ilişkiyi göstermektedir. İslam öncesi ticaret ağından daha uzak grupların bugün sistematik olarak Müslüman olma olasılığı daha düşüktür.
Mevcut siyasi sınırlar ve dini politikalar da dahil olmak üzere ülke düzeyindeki özellikler, Müslümanların bağlılığını etkilediğinden, dini kompozisyondaki çağdaş devlet-grup varyasyonu içinde yararlanarak ampirik bir bakış açısıyla saptanmıştır. Bu ampirik bulgular, hem İslam’ın ticaret yolları boyunca yayılmasına hem de İslam dininin ticaretle ilgili konularda verdiği öneme dikkat çekmiştir. İslam dininin bir diğer etkisi, Müslüman tüccarların aracılara güvenmek yerine ticaret yolları boyunca uzun mesafelerde kendileri mal taşıdıkları doğrudan ticaret uygulamasıydı. Örneğin, İslam’ın İç Asya, Güneydoğu Asya ve Sahra Altı Afrika’nın çoğunda kabulünün öncelikle Müslüman tüccarlarla yapılan temaslarla gerçekleştiği bilinmektedir. Buna ek olarak, Müslümanların kendi dininden olanlarla ticaret yapma tercihi yaygınlaşmıştır. Bu nedenle, İslam dinini tercih eden tüccarlar, Müslüman ticaret ağına erişim, istikrarlı ticaret akışları ve işlem maliyetlerinde azalma gibi önemli kolaylıklara sahip olmuştur.
İkinci katkısı, Dünya’da doğası gereği eşit olmayan ve genellikle bu eşitsizliklerin çatışmayı doğurduğu kısımlarda diğer bir deyişle nispeten diğerlerine göre daha şanssız coğrafi özelliklere sahip yerlerde İslam dini gelişmiştir. Böyle yerlerde oluşan kurumlar, siyasi oluşumlar vs. çatışan halkları bir araya getirmeye çalışmalı, bu ilkel eşitsizlikleri ele almak zorundaydı. İslam tam olarak böyle bir hareketti ve bir toplumun kurumsal, sosyal düzenlemelerini nasıl şekillendirdiğinin en önemli örneğidir. Buradan yola çıkarak özellikle, bir bölgenin Arap Yarımadası’na ekolojik benzerliğinin Müslüman toplulukların varlığını etkileyip etkilemediği araştırılmıştır. Bu noktada ‘İslam’ın belirgin coğrafi özellikleri nelerdir?’ sorusu gündeme gelmiştir. Arap Yarımadası, esas olarak çöl ve yarı kurak manzaralardan oluşan, bugünün Yemen’i dahil olmak üzere az sayıda orta verimliliğe sahip bir coğrafyaya sahiptir. Buradan yola çıkarak her ülke/etnik vatan için tarım için toprak kalitesi gini katsayısını kullanarak ve Arap Yarımadası’na ekolojik benzerliğin (bölgeler arasında tarım potansiyelindeki eşitsizlik derecesine yansıyan) Müslüman temsilini artırdığını ortaya koyulmuştur. Ama bir bölgenin Arap Yarımadası’na ekolojik benzerliği İslam’ın yayılması için neden önemlidir? İlk kez ortaya konulan bu durumu rasyonalize edebilecek çeşitli açıklamalar vardır. Coğrafi olarak eşit olmayan bölgeler boyunca ikamet eden grupların, yarı kurak manzaralara hâkim olan mera ve nispeten verimli birkaç bölgede gerçekleşen tarım ile belirli bir üretim yapısına (hem tarihsel hem de bugün) sahip olduğu görülmüştür.
Temeldeki bu farklılıklar ticarete teşvikler yaratır, ancak çatışmaya da yol açabilir. Her iki durum için geçmişte bol miktarda örnekleri mevcuttur. Örneğin, Müslüman dünyasının en büyük filozoflarından biri olan İbn Haldun (1377), Müslüman tarihini anlamak için önemli bir faktörün ilkel bedevi ile hadari yani kent toplumu (“kasaba ile çöl”) arasındaki merkezi toplumsal çatışma olduğunu gözlemlemiştir. Benzer şekilde, günümüzde araştırmacılar, çiftçiler ve çobanlar faaliyetlerini koordine eden kurumsal bir çerçevenin yokluğunda bir arada bulunduklarında, etkileşimlerinin genellikle çatışmalı olduğunu ve bu bölgelerdeki ticaret akışlarını bozduğunu belirtmişlerdir.
Kaynak: LSE