Anasayfa Analiz Meta Dini ve Piyasa

Meta Dini ve Piyasa

by

Piyasa İlişkileri üzerine kurulmuş modern toplum ve son dönemdeki kutuplaşmayı müteakiben daha da güçlenmiş dünya piyasasının ortaya çıkışı, insanlık tarihinde gerçek bir devrimi simgelemektedir. Azık sağlamanın dış üreticilerle, özellikle de çiftçilerle olan ticari ilişkilere bağımlı bulunduğu piyasa, modern toplumlardan hiç şüphesiz çok daha eskidir ve kentlerin teşekkülüyle ilintili bir olgudur.

Piyasa ilişkileri önceleri, toplulukların kendi aralarındaki karşılıklılık ilişkilerinden bağımsız değildi. Topluluklar, kendi öztüketimleri -aralarındaki toplumsal ittifakların temellendiricisi işlevine haiz- hayır hizmetleri ve takas için üretim yapmaktadır. Piyasaya sürdükleriyse, bunlara karşı yine de ellerinde kalmış, artmış ürünlerden ibarettir.

Ne var ki bu durum, modern toplumlarda köklü bir değişime uğramıştır. Piyasa, diğer tüm ilişkilerin belirleyicisi olan bir toplumsal kuruma dönüşmüş; karşılıklılık ilişkilerini de marjinalleştirmiş ve kişilerin özel yaşamları çerçevesinde sürgün etmiştir.

Piyasa toplumu, XVI. Yüzyıldan itibaren Batı’da ortaya çıkmıştır: Üretim, artık insanların gereksinimlerine göre değil, piyasanın gereksinimlerine göre belirlenmektedir. Bundan böyle üretici, ürettiğinden artakalanları satmak değil, tam tersi talebe göre üretmek durumundadır. Böylesi bir üretim biçimi ise karşılıklılık ilişkilerini bozmuş ve yeni sosyal ilişkilerin oluşumuna yol açmıştır. Nitekim -toplumun merkezi kurumu haline gelmiş- piyasa, gündelik yaşamın her alanını fiilen işgal etmeye ve her alanda tek başına hüküm sürmeye başlamıştır. Dolayısıyla iş, gıda, ilaç, evlilik, dini işleri simgesel değerler vb. türden akla gelen ne varsa her şeyin piyasasından ve pazarından bahsedilir olmuştur.

Piyasa toplumunun karakteristiği, herkesin eşitliğidir. Bu toplumda insanlar sadece ya müşteri ya da satıcı olarak görülürler. Başka bir deyimle, özgürlük sayesinde, piyasa herkese açıktır. Müşteri her kim olursa olsun aynı fiyatı ödemek durumundadır. İnsan türünün tüm grupları arasında tedavüldedir matalar! Piyasa eşitsizliği de iyice perçinleyip güçlendirmektedir. Zira Kuvvetli ile zayıf aynı basamaktadır ve sonuçta paradoksal bir biçimde, kuvvetli olan isteğini dayatabilirken, zayıfın elindeyse boyun eğmekten ya da piyasadan çekilmekten başka hiçbir alternatif kalmamaktadır. Dolayısıyla piyasa, bir kurbanlar üreticisidir.

Söz konusu realite sadece ahlak (iyi ya da kötü) bağlamında değil, aynı zamanda ilahiyat (Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu) açısından da gerçekten etüd edilmesi gereken bir konudur. Piyasa denilen bu sosyal kurum, kapitalist düzen sayesinde, az sayıdaki uluslara hayat, öte yandansa insanlığın büyük kesimine toplumsal bedbahtlık ve ölüm üretmede ne denli rol oynamaktadır? Bu, Tanrı’nın tarihe ilişkin tasarımının yadsınması ve İsa ‘nın (yoksullardan hareketle Krallık ve gani gani hayat biçimindeki) özgün ütopyasıyla düpedüz çatışan bir duruma sebep olunması değil midir? Ancak bizler bu yazımızı söz konusu çizgiyi izleyerek sürdürmeyi, şimdilik bir kenara bırakmak durumundayız.

Bizler, kapitalist dünya piyasasının kökeninde, temel bir teolojik sapkınlığın göstergesi, tüzel bir kokuşmuşluğun söz konusu olduğunu düşünüyoruz. Piyasa modern bir din biçiminin ortaya çıkışına kaynaklık etmektedir: Meta dini! Ve piyasa, insanlık tarihinin bugüne dek hiç tanık olmadığı türden, akıllara zarar bir putperestliği beraberinde getirmektedir.

Bir başlangıç niteliğinden de olsa, sözünü ettiğimiz bu karşıt olgunun çözümlemesini yapmaya çalışalım. E. Durkheim, “hiçbir dinin cemaatsiz olamayacağını” çok iyi ortaya koymuştu. Bir başka deyişle din karşılılık ilişkilerini ilzam etmekte ve neticede cemaat de sürekli bu ilişkiler üzerine bina edilmektedir. Dolayısıyla, cemaat ile din arasında, yapısal bir ilişki ve tarihsel bir doğadaşlık vardır.

 Eşitliği varsayan piyasanın tam tersine cemaat, beraberindeki insanlar ve gruplar arasındaki eşitsizliği itiraf etmektedir. Yine din de kutsal ile kutsaldışı arasındaki, uluhiyet ile insanoğulları arasındaki eşitsizliğin bilincindedir. Peki bu sorun din ile cemaat arasında nasıl çözümlenmektedir? Söz konusu sorun, bağış (vermek-almak- karşılığını gözetmek) tasarrufu sayesinde ve ittifak aracılığıyla çözümlenmektedir. İttifak, eşit olmayanların varlığının itirafını ve barış içerisindeki beraberliğe birer müttefik olarak onların da dahil edilmesini zorunlu kılmaktadır.

Örneğin aile -tabiatıyla birbiriyle eşitsizliği söz konusu olan, üyelerinin karşılılık ilişkisi içinde bulunduğu ve bu ilişkiler sayesinde üyelerin birbirlerinin müttefiki haline geldiği bir cemaat teşkil etmektedir. İnsanlık topluluğunda da daha geniş bir düzlemde, büyükler ile küçükler, erkekler ile kadınlar, güçlüler ile zayıflar, sağlıklı olanlar ile olmayanlar -bir cemaat olarak varlıklarının korunmasını sağlayan- bağışlar ve bunların karşılığının gözetilmesi sürekli geçerli durumdadır. Yine, uluhiyet ile insanoğlu arasında da dini bir cemaat yatarak ittifakı pekiştiren bağışlar daima mevcuttur. Böylesi bir ittifakta, insanoğlu kendini mutlu hissetmekte, ebedi hayata ilişkin vaatlerini dinlemekte, dünyaya global bir anlam yükleyebilecek bir yaşam sürmektedir.

Oysa piyasa toplumunda, yani ilişkileri piyasanın belirlediği ve karşılıklığa yer verilmeyen bir toplumda din, ya ortadan kaybolmak durumuyla yüz yüzedir, ya da sadece -bağışların karşılıklı mübadelesine dayalı ittifak ve karşılıklılık ilişkilerinin halen varlığını koruyabildiği- ailesel ve özel alanla sınırlı kalmak durumundadır. Gerçi dinler ve cemaatler, piyasa ilişkilerinin hegemonyasına karşın, varlıklarını yine de sürdürmekte; cemaatin sınırları dahilinde, canlılıklarını hala korumaktadır. Ancak dinlerin ve cemaatlerin piyasa ilişkileri egemenliğindeki kamusal alana ve topluma ilişkin söyleyebilecekleri şeylerse, yok denecek kadar azdır.

Buna mukabil, öte yandansa bizzat piyasanın bünyesinde dahilinde modern bir din biçiminin doğduğunu müşahede ediyoruz. Ve bu din de dünyaya, tıpkı eski dinler gibi mutluluk, hayat ve anlam vaad etmektedir. Söz konusu dini burada bizler de özellikle Pedro Ribeiro de Oliveira, Hugo Assman, Julio de Santa Ana, Marcos Arruda, Franz Hnkelhammert gibi üçüncü dünya çözümlemecilerince kullanılmış bir deyimle, meta dini diye adlandıracağız. Bu yeni dini çözümlemekten daha ziyade, kısaca da olsa betimlemeye çalışalım. Sonuçta bu yeni dinin, bildiğimiz dinle gerçekten şaşırtıcı bir benzeşim içerisinde olduğu gözden kaçmayacaktır.

Meta dinin temel dogması şudur: Para her şeye kadirdir; yeri de göğü de yerinden oynatır!.. Piyasa, yazgımızı ve geleceğimizi, vicdanımızdan çok daha iyi belirleyecek olan bir görünmez el konumundadır. Zira, en uygun çözümün ne olduğuna karar veren, sürekli piyasadır.

Tüm bunları belirtmemizdeki amaç, piyasayı yadsımak mıdır? Hayır, yadsıdığımız piyasa değildir. Yadsıdığımız sadece ve sadece, kapitalin hegemonyasındaki sözünü ettiğimiz türden bir piyasadır! Marx eğilimin hangi yöne gittiğini bildirmişti: “Meta Fetişizmi”! Tüketim gelmeye görsün, sentetik bir tarzda betimlediğimiz gibi, meta dinini de üretiveriyor hemen.

Kısacası, insani, dolayısıyla da son derece toplumsal bir vakıa konumundaki piyasayı, kurtarmamız gerekiyor. Piyasa ilişkileri, üretimi, dağıtımı, nimetlerin ve hizmetlerin tüketimini ayarlayan toplumsal ilişkilerdir. Toplumsal ilişkiler olmaları nedeniyle de pazarın merkezini bireysel olan değil, toplumsal olan teşkil etmelidir; öncelikli olanları belirlemede ve bunların tarihsel gerçekleştirimlerdeki mantığın yönlendiriciliğinde ise bizatihi piyasanın talepleri değil, insan yaşamının talepleri esas alınmalıdır.

Kaynak: Idp

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun