Osman Muhammed Bilgin
Bireyler hayatta karşılaşabilecekleri tehlikelerin zarar ve masraf doğuran sonuçlarından kendilerini korumak için önceden tedbir alma ihtiyacı duymaktadır. Toplumsal irâde halini alan bu ihtiyaç ve güven arama duygusu, zamanla “sigorta” kavramını ortaya çıkarmıştır. Zira sigorta kavramının temelinde, aynı tehlikelere maruz kimseler arasında yerine göre “karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmanın, istatistik, ihtimaller hesabı, büyük sayılar kanunu” gibi sosyal teorilere dayalı, teknik ve rasyonel bir şekilde organize edilmesi fikri yatmaktadır.
Yazılı olarak ilk kez Hamurabi kanunlarında rastlandığımız sigorta kavramı 1850’lerde Avrupa’da faaliyet gösteren sigorta şirketleri ile Osmanlı Devleti topraklarına girmiştir. 1870 yılındaki Beyoğlu yangını ile daha çok ihtiyaç haline gelen sigorta müesseseleri önceki yıllarda İstanbul’da acente şeklinde konumlanırken bu tarihten sonra şirketleşmeye başlamıştır. Bu dönemde genellikle İngiliz ve Fransız şirketlerinin faaliyet gösterdiği bu ortamda 1893 yılında Osmanlı Umum Sigorta Şirketi ilk yerli sigorta şirketi olarak çalışmaya başlamıştır. Şu an ise Türkiye’de faaliyet gösteren 63 sigorta şirketi bulunmaktadır. Bu şirketlerin 38’i hayat dışı sigorta branşlarında 22 şirket ise hayat ve emeklilik branşlarında faaliyet göstermektedir. Bunların içerisinde 2 sigorta kuruluşu kooperatif tüzüğüyle faaliyet gösterirken 12 şirket ise katılım sigortacılığı prensiplerine göre poliçe üretimi yapmaktadır.
Bununla birlikte Türkiye’de sigortacılık sektörü yüksek suistimal, düşük penetrasyon ve özelikle teknik sigortacılık tarafındaki olumsuz yöndeki karlılık rasyolarıyla devamlı şekilde gündemde yer alan; kamu, STK ve diğer paydaşlarca bu problemlere bulunan çözümlerin ise genellikle bir tarafı memnun ederken diğer yanda ise mağduriyet oluşturan bir yapıya sahiptir.
Burada bir anlaşma/akit olarak, sorunun kaynağındaki sigorta sözleşmesinin bu tarz problemlere neden gebe olduğuna ve mevcut yapıda çözüme nasıl ulaşılabileceğine iki başlık altında değinilecektir.
Belirsizlik Sigortalı ile Sigorta Şirketi Arasında Güven Ortamının Tesisini Engelliyor!
Öncelikle, diğer birçok sözleşmeden farklı olarak sigorta sözleşmesinde verilen prim neticesinde alınacak hizmet belirsizlik arz etmektedir. Hasar olması halinde mağdur poliçede yazan teminat kadar bir tazmine hak kazanmakta aksi takdirde yenileme poliçesindeki cüzi hasarsızlık indirimi dışında sigortalı hiçbir karşılık alamamaktadır.
Bununla birlikte, sigorta şirketleriyle yapılan sigorta anlaşması ve karşılığında alınan poliçe neticesinde tahakkuk eden primin en azından peşinatının sigorta şirketine ödenmesi gerekmekte; aksi takdirde sigorta teminatı başlamamakta bir başka ifadeyle sigortalının üzerinde taşıdığı riskin sigorta şirketine devri gerçekleşmemektedir (bu durumun nakliyat sigortası ve zorunlu poliçeler gibi bazı istisnaları mevcuttur). Özetle, prim tahsili sonrası hasar oluşmaması durumunda tek taraflı bir şekilde tüm prim sigorta şirketine kalmaktadır. Diğer taraftan hasar olması durumunda sadece mağdurlar bu süreçten kazançlı çıkmaktadır. Sigortanın işleyiş mantığında doğru olarak değerlendirebileceğimiz bu süreç esasında her iki durumda da tek taraflı zenginleşmenin, suiistimallerin ve gereksiz harcamaların önünü açmaktadır. Bu durum ise sigortalı ile sigorta şirketi arasında güven ortamının tesisini engellemektedir.
Rekabet Poliçe Priminde Değil, Vade Bitimindeki İade/İndirim Üzerine Olmalı!
Çözüm bireylerin performanslarına göre değerlendirildiği ve esasında poliçenin ilk tanzim aşamasından ziyade hasarsızlık performansına göre poliçe bitişinde iade/indirim tutarının büyüklüğü üzerine sigorta şirketleri arası rekabetin oluştuğu bir yapı olacaktır. Ancak bireysel hasarsızlığa göre iade indirim yapılmasının önündeki en büyük engel sigorta şirketlerinin büyük sayılar kanunu ve sermaye yeterlilik gibi sebeplerle yaşayacağı finansal zorluklardır. Bu problemin çözümü ise aşağıda özetlenmiştir.
İkincil olarak sigorta şirketlerinin poliçe primi olarak verebileceği en düşük fiyat teklifi bireysel risk göstergelerine dayanılarak oluşturulmakta fakat hasarsızlığa bağlı en düşük poliçe primi bile hasarsız sigortalılar üzerinde büyük külfet oluşturabilmektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri de sigorta sektörünün risk analizinde kullandığı fakat tüm bireylere matematik denkleminde aynı statüyü veren büyük sayılar kanunu ve bu kanunun grup içerisindeki bireylerin ortak menfaate yönelik tutumlarını ve davranışlarını göz ardı eden yapısıdır. Mevcut sistem insanı sadece rasyonel bir birey olarak görmektedir.
Arkadaş, Aile Gibi Grupların Ortak Menfaati, Bireysel Menfaatten Üstündür!
Grup içerisindeki bireylerin ortak menfaatleri derken, insanın kendisi için menfaat oluşturan bir olgudan tek taraflı şekilde vazgeçebilmesi veya menfaatin minimize edilmesi ancak bu menfaatin mağdurun sevdiklerine zararının oluşması durumunda söz konusu olabilmektedir. Büyük sayılar kanunu uyarınca herkesin sigorta şirketine direkt menfaat muhatabı olduğu bir yapıda bu davranış yapısı söz konusu olmamakta, bireysel menfaat yolunda her türlü fırsat değerlendirilmektedir. Bu durum suiistimalleri, hasar ödemelerini ve gereksiz harcamaları arttırmaktadır.
Dünyada son donemde yayılan P2P (eşler arası) sigortacılık modeli, bireyleri tekil olarak değerlendirmek yerine onları aileleri, arkadaşları, sevdikleri içerisinde değerli bir birey olarak varsaymakta ve aile, arkadaş gibi grupların hasarsızlık performansına göre grup üyelerine geri dönüş sağlayan (iade, indirim olarak) bir yapı oluşturmaktadır. Dünyada P2P modelli şirketler bu yapıyla alınan prim tutarının %50’lere varan kısmını poliçe sonunda sigortalılara iade edebilmektedir. Yine, sigortacılıkta trend olan paylaşım ekonomisi ve Z kuşağının beklentilerine cevap veren yapılarıyla bu dijital start-up şirketler (Lemonade, Friendsurance) milyar dolarlarla ifade edilen değerlere ulaşmaktadır.
P2P (Eşler Arası) Sigorta Modeli ile Tekâfül’ün (Katılım Sigortacılığı) Benzer Yönleri
Hem Tekâfül hem de P2P sigorta modelleri, geleneksel yapıdaki bireysel sigortalı – sigortacı ilişkisinden bireyler arasında daha dengeli bir yapıya geçerek sigortaya daha büyük bir güven unsuru getirmeye çalışmaktadır. Bu yönüyle her iki modelin de geleneksel sigortadan çok daha şeffaf olduğu söylenebilir. Yine de ikisi arasında teknik olarak bazı farklılıklar mevcut. Teknolojinin kullanımı en belirgin olanı diyebiliriz. Havuzların boyutunda da bir farklılık var ve bu müşteri güvenini etkileyebiliyor. P2P sigortasının havuzları genellikle katılımcıların kendi oluşturduğu bir topluluk “birimine” dayanıyor iken; Tekâfülde ise havuza kimin katılabileceği konusunda bir sınırlama yok (birbirini tanımayan ve hassasiyeti olmayan kişilerde bu risk havuzuna dahil olabiliyor).
P2P sigorta, sosyal ağlardaki arkadaşlarını, aile üyelerini veya benzer bağlılıkları olan bireyleri birbirlerinin zararlarına katkıda bulunmak için bir araya getirmektedir. Tanıdıklarla bir araya gelindiğinde ise model şeffaflığı arttırmakta ve sigorta sahtekarlıklarını engelleyebilmektedir. Bununla birlikte olumlu yönde performans sağlayan grup üyeleri kendilerine iade edilen primleri yardım kuruluşlarına online bağışlayabilmektedirler.
Özetle bu iki modelin başlıca benzer özellikleri ise;
• Yakın bir amaca (aile, arkadaşlar) veya dini duyarlılığa dayalı bir portföye odaklanmak,
• Poliçe sahiplerine para iadesi için bir paylaşım mekanizması kurmak,
• Toplum için sosyal iyiliği ve sigortanın faydalı taraflarına odaklanmasıdır.
Dünyadaki Tekâfül şirketlerinin çalışma modellerine baktığımızda; vekalet, mudaraba, karma ve vakıf vekalet iş modelleri karşımıza çıkmakta. Türkiye’deki sigorta şirketleri ise karma (teknik işlemlerde vekalet, mali işlemlerde mudaraba) modeli kullanmaktadır. Bu modeller daha çok konvansiyonel sigortanın yaşadığı sorunları çözmek yerine primlerin nasıl ve nerede kullanıldığına odaklanmakta, sadece toplanan primlerin İslami finans kurumlarında değerlendirilmesini konu edinmektedir. Teknik olarak gerçekten odaklanılması gereken şey ise tüm sigorta ihtiyacı olan bireylere/sigortalılara bu teknolojik çağa uygun adil ve paylaşımcı bir sigorta hizmetleri sağlamanın gerekliliğidir.
Bir hikaye ile yazıma son vermek istiyorum.
‘’Avustralya’nın keşfinden önce, Eski Dünya’da bütün kuğuların beyaz olduğuna inanılırmış, görünüşe göre bu şüphe götürmez kanının dayanağı gözlemsel delillerdi. Oysa tek bir siyah kuğu, milyonlarca beyaz kuğunun binlerce yıldır teyit etmiş olduğu genel bir kanıyı geçersiz kılabilir. Bunun için tek bir siyah kuğu yeterlidir.”
Ramazan-ı Şerif ayınız mübarek olsun.
Allah (c.c) sağlık, sıhhat ve iman selameti versin.