Erhan Akkaş((Dr., Durham University))
İslami finansal kurumların ortaya çıkışı ile birlikte bu kurumların mevcut kurumlar ile benzerlik gösterip göstermediğine dair tartışmalar gündeme gelmiştir. İslami finans, kurumsal olarak 1960’lı yıllarda ortaya çıkmasına rağmen asıl sıçrama, 1970’li yıllarda petrol fiyatlarının artışı nedeniyle Arap körfez ülkelerindeki artan sermaye ile birlikte, gerçekleşmiştir. Bu tarihten itibaren, İslami finansın, finansal piyasada artan bir talep görmesine rağmen bu alanda yapılan akademik çalışmalar son dönemlere kadar pek fazla değildi. Günümüzde yapılan çalışmalar ise genelde fıkhi tartışmalara ve finans ağırlıklı ampirik çalışmalara dayanmaktadır. Ancak, meselenin politik iktisat ve sosyolojik boyutu genelde arka planda kalmıştır. Bu nedenle, İslami finansal kurumların, daha özelde İslami bankaların, ortaya çıkışını politik iktisat açısından ele almakta fayda vardır.
Üretim tarzını oluşturan toprak, emek ve sermaye, politik iktisat açısından, toplumun sosyal yapısını oluşturan temel esaslar olarak yorumlanır. Daha açık bir ifade ile, politik iktisat açısından, kapitalistler sermayeyi, sosyalistler ise emeği merkeze koymaktadırlar. Dolayısıyla, toplumda ekonomik yapıdan bağımsız bir sosyal oluşumun varlığından bahsetmek pek mümkün değildir. Ekonomi biliminin ortaya çıkışında politik iktisatçıların rolü büyüktür. Bu nedenle, politik iktisat çalışmalarının, ekonominin temelini oluşturduğunu ve sosyal oluşumların merkezinde bulunduğu söylemek mümkündür. Sosyal oluşumları meydana getiren süreç, normatif ve pozitif tartışmaları ön plana çıkarmaktadır. Böylece, toplum içerisinde cereyan eden sosyal ve ekonomik meseleleri “olanlar” (what is to be) ve “olması gerekenler” (what ought to be) çerçevesinde tartışarak, sosyal oluşumların evirildiği süreci detaylı incelemek faydalı olacaktır.
İktisat bilimin kurucusu olarak kabul edilen Adam Smith aslında ekonomi biliminin temelini atmaktan ziyade politik iktisat anlayışını inşa etmiştir. Elbette, bu sürece David Hume, Thomas Robert Malthus, David Ricardo, Max Weber ve Karl Marx gibi düşünürleri de eklemek mümkündür. Örneğin, Weber’in politik iktisat tanımlarına bakıldığında, sosyo-ekonomik kavramların ön plana çıktığını ve normatif kurallar çerçevesinde bir takım ekonomi politikalarını ele aldığını görmek mümkündür. Günümüze daha yakın dönemlere geldiğimizde ise, Weberci yaklaşımları geliştiren Schumpeter’in politik iktisat çalışmaları dikkat çekmektedir. Schumpeter’e göre sosyal, politik ve kültürel durumlar dikkate alınmadan politik iktisattan söz etmek pek mümkün değildir. Günümüze daha yakın süreçte dikkati çeken bir diğer iktisatçı, John Maynard Keynes ise politik iktisat meseleleri yerine daha çok o dönemde yaşanan büyük buhrana çözüm olacak makroekonomik yönetim şekillerine odaklanmıştır.
İktisat ve politik iktisat tartışmaları “olması gerekenler” ve “olanlar” üzerine inşa edildikten sonra Karl Polanyi’nin belirttiği üzere ‘ahlak’ tartışmaları ön plana çıkmaktadır. Böylece “olması gereken” bir ekonominin en önemli unsurlarından biri “ahlaki” değerlerdir. Tartışmayı bir adım daha ileri götürürsek, ahlak ve zihniyet kavramları da toplumun kendi kültüründen beslenen değer ve normları ve dolayısıyla bir iktisat anlayışını, hatta iktisat ahlakını, ortaya çıkarmaktadır. Böylece normatif yapılar ve gerçeklikler birbirleri ile zaman zaman ters düşerek yeni kurumları ve yapıları oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, İslam ekonomisi ve finansının ortaya çıkışını politik iktisat çerçevesinden “olanlar” ve “olması gerekenler” olarak ele almak mümkündür. İslam ekonomisi ve finansı alternatif ekonomik paradigmaları meydana getirmek için post-kolonyal bir girişim olarak ortaya çıkmıştır. Aslında İslam politik iktisadı, İslam’ın bir parçası olarak, insanoğlunun üretim, tüketim ve dağıtım meselelerini ele alır. Dolayısıyla, İslam anlayışı çerçevesinde iktisadi ve finansal kararlar alınmasını hedefler. Böylece, iktisadi aktiviteler tevhid inancıyla başlar ve şer’i kurallara bağlı muamelatlar ile birlikte insanoğlunun iktisadi, siyasi ve sosyal davranışlarını belirler. İktisadi ve finansal aktiviteler de bu iktisadi davranışlar ile şekillenir. Ancak, bu noktada, iktisadi, siyasi ve sosyal davranışların ahlak çerçevesi sınırları içerisinde, şer’i kurallara göre belirlenmesi gerekmektedir.
“Olması gereken” İslam politik iktisadının genel bir şematik yapısını çizdikten sonra bu iktisadi davranışların meydana geleceği ve pratiğe dönüşeceği kurumların ortaya çıkışını incelemekte fayda vardır. Örneğin, modern İslami bankaların ortaya çıkışı Arap coğrafyasının kapitalizmle ilişkisinin başladığı dönemlere denk düşer. Arap körfez ülkeleri, petrolden yüksek oranda gelir elde etmeye başlayınca, bu gelirleri finansal piyasalara kanalize etme araçlarına ihtiyaç duymuşlardır. Bankacılık sistemi bu amaca hizmet ediyordu, dolayısıyla, modern bankacılık sistemi, bilginin İslamileştirilmesi yoluyla benimsenip şer’i kurallara uygun hale getirilerek Müslüman toplumlarda uygulanmaya başlanmıştır. Ancak, bir kurumun organik olarak ortaya çıkması ancak o toplumun norm ve değerlerine bağlı olarak meydana gelmesi ile mümkündür. Tam aksine, İslami bankaların ortaya çıkışı organik bir yapıda gerçekleşmemiş, mevcut sistem üzerinde belli form değişiklikleri yapılarak adapte edilmiştir. Bu nedenle, İslami bankaların ortaya çıkış süreci göz önüne alındığında, İslami bankalar, tarihsel ve kültürel olarak toplumun değerleri ve normları içinden otantik bir yapıda oluşmamıştır. Aksine, önce kurumlar kurulmuş, sonrasında toplumun norm ve değerlerine göre bu kurumlar uyarlanıp toplumca benimsenmiştir. Dolayısıyla, İslam politik iktisadı normatif kuralları olan bir sistem olarak ortaya çıkarken, İslami bankacılık bu sistemin bir aracı olarak ortaya çıkmıştır. Böylece, İslami bankalara organik kurumlardır demek yerine kurumsal yeniliklerdir demek daha uygun olacaktır. Zira, bankaların yapılarına bakıldığında, oluşumları uluslararası organizasyonlar tarafından belirlenen düzenlemelere bağlıdır. Basel kriterlerine benzer kuralların İslam Kalkınması Bankası ve İslami Finans Hizmetler Kurulu gibi kurumlar tarafından geliştirilmesi örneği de bu yapılanmanın kurumsal bir yenilik olduğunu kanıtlayan bir örnektir. Genel olarak özetlemek gerekirse, İslami bankacılık kurumsal olarak ele alındığında, İslami bankacılığının ortaya çıkışının ve yapısının mevcut bankacılık sisteminden farklı olmadığını, ancak, şer’i kurallara uyması gerektiğinden, formda yapılan birtakım farklılıklar olduğunu söylemek mümkündür. Böylece, formda yapılan bu değişiklikler ile birlikte İslami bankalar için “kurumsal yenilik” kavramını kullanmak yerinde olacaktır.