İnsanların bütün ihtiyaçlarını kendi üretimleriyle karşılamaları zor olduğundan, tarihi gelişim içinde insanlar arası iş bölümü artmış ve bireyler diğer ihtiyaçlarını başkalarından trampa/takas yoluyla temin etmeye çalışmışlardır. Ancak takas ekonomisinde birçok zorluk bulunmaktaydı: En önemli problem çifte rastlantı problemiydi yani tarafların değiştirmek istedikleri mal ile ihtiyaç duydukları malın birebir denk gelmesi gerekiyordu. Mesela elindeki buğdayı etle değiştirmek isteyen kişi, elindeki eti buğdayla değiştirmek isteyen bir kişiyi bulmak zorundaydı. Ayrıca tarafların değiştirilen malların hangi miktarının birbirine denk olduğuna dair net kanaat getirememeleri ve bütün malların bölünebilme özelliğinin olmaması ek birçok zorluk oluşturuyordu. Bütün bu sebeplerle, malların ve hizmetlerin değişiminde ortak bir değer ölçüsü kullanma zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Takas ekonomisinin yukarıda bahsedilen zorlukları sebebiyle, zamanla insanlar arasında belirli mal türleri kendiliğinden ortak ödeme aracı olmuştur. Böylece tarihi süreç içinde ilk para türü olan ‘mal para’ ortaya çıkmıştır. Mal paralar, genellikle herkesin ihtiyaç duyduğu tuz, buğday, Hindistan cevizi ve hurma gibi mallardır. 3 Farklı bölgelerde hayvan derisi, inci, boncuk ve deniz canlıların kabukları gibi şeyler de mal para olmuştur. Mevcut mal paraların taşınma, bölünme ve saklanma zorlukları sebebiyle, altın, gümüş ve bakır gibi elverişli bazı madenler zamanla para olarak kullanılmaya başlanmıştır. Böylece yine birer mal para olan ‘metal/madeni para’ sistemine geçilmiştir (Orman, 2015, ss. 27-29).
Paranın tarihi gelişimi açısından bakıldığında İslam’ın doğuş ve gelişim dönemleri, madene dayalı mal para dönemine denk gelir. İslâmiyet öncesinde Araplar, Hicaz yarımadasında Bizans’ın altın dinarlarını ve İran’ın gümüş dirhemlerini kullanıyorlardı. Hz. Peygamber (s) ve Hulefâ-yi Râşidîn döneminde de bu paralar kullanılmaya devam etti. Hz. Peygamber (s) döneminde çift metal sistemi (bimetalizm) uygulandığından, altın ve gümüş aynı anda kıymet ölçüsü olarak kullanılmıştır. Bu sistemin sağlıklı işleyebilmesi için iki paranın birbirine sınırsız olarak değiştirilebilmesi (konvertibilite) mümkün olmalıdır. Bu sebeple kanunla belirlenen ödemelerin -bir tercihte bulunulmaksızın- çapraz kurlar esas alınarak iki para türünden biriyle yapılmasına imkân tanınmıştır (Gözübenli, 2015, s. 95).
Altın ve gümüş paralar farklı ağırlıkta darp edilebilmeleri, zamanla aşınmaları veya kırpılmaları sebebiyle adedî değil veznî kabul ediliyordu. Yani aslında sayıyla değil tartıyla tedavül ediyorlardı. Bunların basılmış olması, paranın ayarını/saflığını ve standart ağırlığını garanti ediyordu. Basılmamış külçe halindeki altın ve gümüş de sikke para hükümlerine tâbi tutuluyor ve alışverişte tartılarak kullanılıyordu (Aybakan, 2006, s. 324).
Altın dinarların ağırlıkları standart olmasına rağmen, piyasada birden fazla gümüş dirhem çeşidi mevcuttu. Hz. Ömer döneminde yapılan standartlaştırmayla bütün dirhemler aynı ağırlığa sahip hale getirildi (Haseni, 1996, ss. 63-64). Hz. Peygamber (s) döneminde 1 dinarın değeri 10 dirheme tekabül ediyordu. Ancak dinar ile dirhemin ağırlıkları farklı olduğundan (dinar/miskal 4,25 gr – dirhem 2,975 gr) aslında değer itibariyle 1 gram altın 7 gram gümüşe denkti (Gözübenli, 2015, s. 94). Günümüzde 1 gram altının değeri ortalama 70 gram gümüşe denk gelmektedir. Yani tarihi süreç içinde gümüş 10 kat civarında değer kaybetmiştir.
İslam’ın yayıldığı coğrafyalarda ufaklık madeni paralar da kullanılmaktaydı. Bunlar altın ve gümüş dışındaki çeşitli madenlerden (özellikle bakırdan) basılıyordu. Araplar bunlara 4 muhtemelen Latince follis kelimesinden hareketle fels (çoğulu: fülûs, فلوس. ج فلس (ismini verdiler. Ancak Müslümanlar Bizans’tan fethedilen yerlerdeki bakır felsleri kullanmak yerine, ilki 638’de Dımaşk’ta olmak üzere yeni fels paralar bastılar. Felsler hükümranlık alameti kabul edilmediğinden basımlarında merkezi kontrol uygulanmadı. Bu sebeple çeşitli vilayetlerde ağırlık, boyut ve kıymet itibariyle farklı felsler ortaya çıktı. Bunlar genellikle bakır, demir, nikel veya bunların kalay ve kurşun gibi madenlerle alaşımlarından basılıyorlardı. Felsler genellikle daha küçük ticari işlemlerde kullanıldığından ekonomi üzerindeki etkileri az ve para olarak kullanma sahaları daha dardı. Bu felsler, dinar ve dirhem gibi her yerde tedavül etmediler. Sadece belirli bölgelerde geçerli paralar olarak kullanıldılar (Akyıldız, 2007, ss. 163-164; Artuk, 1995, s. 310).
Müslümanlarca ilk altın ve gümüş paralar Hz. Ömer dönemindeki ağırlıklar esas alınarak 77/696 yılında Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân zamanında basılmıştır (Makrîzi, 1998, s. 159; Akyıldız, 2007, s. 163). Uzun asırlar boyunca İslâm coğrafyasında altın ve gümüş başta olmak üzere çeşitli madenlerden farklı ağırlık ve şekillerde madenî paralar basılmış ve tedavül imkânı bulmuştur.
Altın ve gümüşten basılan paralar, mal para grubundandır. Mal paralar, tedavül değerlerini devletin güç ve otoritesinden değil, basıldıkları madenin değerinden alırlar ve %1’lik darp masrafı göz ardı edilirse piyasa değeriyle hakiki değeri birbirine eşittir (Gözübenli, 2015, s. 99). Bakır vb. madenlerden basılan ve genellikle bozukluk olarak kullanılan felsler ise çifte değere sahiptir: Piyasa değeri daha yüksek iken, içerdiği madenin değeri daha düşüktür. Felsler para olma özelliğini kaybettiğinde, yalnızca içerdiği madenin değeri kadar bir değer ifade ederler (Bayındır, 2000, s. 19). Dolayısıyla felsler mal para olmalarına rağmen, gerçek değerlerinden yüksek değerle işlem görmeleri sebebiyle itibari değere sahiptirler. Bu açıdan günümüzdeki bozuk (ufaklık) paralara benzerler.
Altın ve gümüş paraların taşınma ve muhafaza zorluğu, zamanla kişilerin ellerindeki altın ve gümüşü sertifikalar karşılığında sarraflara emanet etmelerine sebep olmuştur. Bunun neticesinde bu sertifikalar da temsil ettikleri altın ve gümüş gibi piyasada değer görmeye başlamıştır. 17. yüzyıldan itibaren Avrupa’daki bankalar, kasalarda her zaman tam karşılığı olmayan ama istenildiğinde kıymetli madene çevrilme garantisi olan (tam konvertibiliteye sahip) banknotları piyasaya sürmüşlerdir. Bu sistemde, kıymetli madenden 5 basılmış paralar ile banknotlar hukuki açıdan eşit ödeme kabiliyetine sahiptir. Daha sonra yurtiçi ödemelerde altın ve gümüş paraların yerini zamanla banknotlar almıştır. Özel bankaların çıkardığı banknotlar konusunda zaman zaman yaşanan suiistimal ve sıkıntılar sebebiyle, bunların yerini devletlerin merkez bankalarının bastığı ve zorunlu mübadele aracı olarak piyasaya sürdüğü, değerli maden karşılığı olmayan kâğıt paralar almıştır.
Dünyada kalıcı bir şekilde kâğıt para sistemine geçilmesi, 1929 Büyük Dünya Buhranından sonrasına rastlamaktadır. Dünyadaki gelişimle uyumlu olarak İslam dünyasında da 19. yy. başlarından itibaren madeni para sisteminden kademe kademe kâğıt paraya geçilmiştir. Kâğıt paralarla altının bağlantısı bir dönem dolar üzerinden (1 ons altın = 35 $ olacak şekilde) devam etmiş, 1971 yılında bu standardı temin eden Bretton-Woods sisteminin geçersiz hale gelmesiyle kâğıt paraların altınla bağlantısı tamamen ortadan kalkmıştır. Böylece 1971’den beri ülkelerin çoğunun para birimleri birbirine karşı ‘serbest dalgalanmaya’ bırakılmıştır.
Bu yeni sistemde bir ülkenin parasının değeri birçok etken tarafından belirlenmektedir: Temsil ettiği ülkenin itibarı, ekonomisi, merkez bankalarının para politikası kararları, piyasayı etkileyen savaş ve yaptırımlar gibi psikolojik etkenler bunlardandır (Bayındır, 2000, s. 30). Günümüzde paranın değeri tamamen itibaridir. Yerel paralar kanunla ödeme aracı olarak kabul edilmektedir. Altın gibi belirli bir kıymetli madeni temsil etmediği için karşılığının da maden olarak hazinede veya merkez bankalarında tutulması zorunlu değildir.
Kaynak: https://ulifam.asbu.edu.tr/