İsmail Özsoy
Ekonomik açıdan faizin toplum üzerindeki en yıkıcı etkisi, diğer etkileri saklı kalmak üzere, gelir dağılımını onarılmaz bir şekilde bozması ile ortaya çıkmaktadır. Emek, sermaye ve üretim araçları faktörlerinin çeşitli oranlarda bir araya gelmesi ile yürütülen ekonomik faaliyetlerden doğan ürünün veya vukû bulan zararın bu faktörler arasında paylaşımı, gelir adaleti açısından büyük önem taşır. Faizli bir kredi işleminde sermayenin hakkı tesbit edilirken, krediyi kullanacak olan emeğin hakkı askıda bırakılır ve belirsizliğe mahkûm edilir. Sonunda ise, gelir dağılımında eşitsizlik kaçınılmaz hâle gelir.
Eşitsizlik ve haksızlıkların büyük kavgalara ve sosyal olaylara sebep olduğu ortadadır. İnsan hakları kavramının baş tacı edildiği bir dünyada, böylesine kötü bir gelir bölüşüm sisteminin uygar insanlığa yakıştığı söylenemez. Nitekim ünlü İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes (1883-1946), sıfır faiz haddini uygar toplumlara yakıştırır ve faize karşı kâr/zarar ortaklığını önerir. Bu sebeple, faize bir insanlık problemi olarak bakmalı ve bu sistemin alternatifleri geliştirilmelidir.
Faiz, hasta ekonomilerin hem bir sebebi ve hem de bir tezahürü olduğuna göre, hastalığın şiddetine göre bunun tezahürü olan faiz oranı da değişecektir. Hastalığı ileri toplumlarda faiz oranı yüksek, nisbeten iyileşmiş olan toplumlarda ise düşüktür. Buna paralel olarak, gelir dağılımı da faiz oranı yükseldikçe kötüleşir, düştükçe gelir dağılımında düzelme görülür. Keynes’in yaklaşımıyla, uygarlık seviyesi ile faiz oranları ters orantılıdır.
Bununla birlikte, bugün nisbeten sağlıklı ekonomilerde görülen düşük faiz oranları, faizin özünde var olan haksız ve eşitsiz paylaşımı, yani gelir adaletsizliğini ortadan kaldırmamakta, sadece bir ölçüde hafifletmektedir. Bu, o ülkelerin faiz problemini hâllettiği anlamına gelmez.