Modern ekonomiler için büyük bir problem olan enflasyon, yıllar içinde birçok kez sorun olarak ortaya çıkmaya devam etmiştir. Bu duruma 1960’lar ve 1970’lerdeki “büyük buhran (the great inflation)”, 1990’lar ve 2000’lerdeki “enflasyonun ölümü (the death of inflation)”, “enflasyon efsanesine (inflation myth)”, “deflasyon canavarı (deflation monster)” ve yakın zamanda gerçekleşen “30 yıldan uzun süredir görülen en büyük enflasyon artışına” kadar olan olaylar örnek olarak gösterilebilir. Günümüzde para teorisi ve para politikasındaki önemli gelişmelere rağmen, enflasyon hâlâ kontrol altına alınamamaktadır.
Enflasyonla ilgili birçok çalışma, çoğunlukla teknik ayrıntılara odaklandığı için asıl önemli olan büyük resim gözden kaçmaktadır. Biz bu yazıda İslami finans yoluyla büyük resme odaklanmayı hedefliyoruz.
Enflasyon Duaları
Vaizler, her Cuma namazında Allah’tan toplumu “el-ghala (الغلاء)” yani daha yüksek fiyatlardan korumasını isterler. Tarihsel olarak bakıldığında, düşük fiyatlar genellikle mal ve hizmet bolluğuyla yani refah ile ilişkilendirilirken, yükselen fiyatlar genellikle tam tersi ile ilgilidir.
Merkez bankasının ise kendilerine ait duası vardır: enflasyon oranını yılda yaklaşık %2-3’te tutmak. Çünkü hiç şüphe yok ki enflasyonu kontrol altında tutmak merkez bankalarının önemsediği ve aynı zamanda muhtemelen dualarında da olan bir şeydir.
Bugün istikrarlı bir ekonomi için yükselen fiyatlar neden gereklidir? Paranın istikrarlı olması gerektiği doğru, ancak bu durum fiyatların sürekli olarak değer kaybetmesinden ziyade istikrarlı olmasını gerektirir. Böyle bir ortama o kadar alışmışız ki bu konu yeteri kadar sorgulanmamaktadır. Bir sorgulamak başlatmak ve soruları cevaplayabilmek için denklemin diğer tarafına bakmamız gerekiyor: Borç.
Borç
Merkez bankalarının düşen fiyatlardan veya deflasyondan neden korktuğunu anlamak için ilk olarak borç deflasyonunu anlamak gerekmektedir. Bu terim, 1932-1933’te Büyük Buhranın sonunda, Amerikalı önde gelen iktisatçı Irving Fisher tarafından ortaya atılmıştır. Fisher, borç ve fiyat seviyelerindeki bozuklukların, büyüme ve buhran durumlarında diğer tüm ekonomik faktörlerin toplamından daha önemli bir rol oynadığını söylemektedir. Bu iki faktör arasındaki ilişki örnek üzerinden ele alınabilir. Örneğin, borçlular yükümlülüklerini yerine getirmekte zorlandıklarında, vadesi gelen borçlarını ödemek için mal varlıklarını satmaya başlayacaklardır. Bu gibi ihtiyaçtan satma durumu, varlıkların fiyatlarının düşmesine neden olur. Fiyatların düşüşü, borçluların net değerini azaltır ve pozisyonlarını yeniden finanse etmelerini zorlaştırır. Böylece devamında artan bir ‘ihtiyaçtan satma durumu’ meydana gelecektir. Bu durumun sonuçları da döngüsel olarak birbirini takip edecektir. Borçlular, vadesi gelen borçlarını ödemek için mal varlıklarını sattıkça, aslında toplu olarak farkında olmadan borçlarının yükünü daha da artırmaktadırlar. Fisher bu durumu aşağıdaki gibi ifade etmektedir:
“O zaman, hepsinin olmasa da çoğu büyük buhranın başlıca sırrı olan önemli bir paradoksuyla karşı karşıyayız: Borçlular borçlarını ne kadar çok öderlerse, o kadar çok borçlanırlar. Bu durum tıpkı bir teknenin ne kadar yana doğru eğilirse o kadar fazla devrilme eğilimi göstermesine benzemektedir. Bu durumda tekne kendini düzeltme eğiliminde değildir, aksine artık alabora olmaya yüz tutmuştur.”
Özetle, ekonomi borç finansmanı üzerine inşa edildiğinde, iki nedenden dolayı deflasyonist bir dönem tehlikeli olacaktır:
- Borçluların teminatlarının değeri düşecek, bu da onların yükümlülüklerini yerine getirebilmelerini güçleştirecektir,
- Müşteriler artık aynı mal ve hizmetleri elde etmek için daha az dolar ödediğinden işletmelerin geliri düşecektir. Nominal gelirin azalmasına rağmen, borçluların yükümlülükleri azalmayacaktır. Dolayısıyla borcun gerçek yükü artmakta ve böylelikle bu durum da borç sahipleri için sıkıntıya ve temerrüde düşmesine yol açar.
Borç deflasyonu teorisi 1933’te ortaya çıkışından bu yana başta Küresel Mali Kriz olmak üzere birçok durumda haklı çıkmıştır.
Daha yakın zamanlarda, Federal Rezerv Sistemi Başkanı Jerome Powell şu sözleri ifade etmiştir: “Hedefin altında enflasyon, hane halklarının ve işletmelerin borçlu olduğu borçların gerçek değerini artırır ve merkez bankalarının krizleri yönetebilme kabiliyetini azaltır.”
Bir enflasyon hedefi oluşturma, çoğunlukla ekonomiye para enjekte etme yoluyla yapılır ve bu da para biriminin değerinin düşmesine neden olur. IMF’nin eski Baş Ekonomisti Kenneth Rogoff’a göre, bu süreç her ne kadar hükümetlere fayda sağlamak için sıklıkla kullanılsa da yetkililerin enflasyonu artırma eğiliminin gerçek nedeni, senyoraj toplamaktan çok (“yumuşak temerrüt” olarak adlandırılan) borç yükünü azaltmaktır.
Dolayısıyla, geleneksel olarak bolluk ile ilişkilendirilen deflasyon, günümüzün borca batmış ekonomilerinde tehlikeli hale gelmektedir. Ayrıca, modern ekonomilerdeki teknolojik gelişmeler ve verimlilik artışı bilindiği üzere fiyatları düşürmektedir. Bu durum borçla yürüyen bir ekonomide istikrar için tehdit oluşturduğu için, borç hakimiyeti ve refah arasında doğal bir tutarsızlık ortaya çıkmaktadır.
Kısır Döngü
Hikâye sadece bununla da sınırlı kalmamaktadır. Faize dayalı bir sistemde, borç kendi kendine büyüme kabiliyetine sahiptir. Borç yaratma, yapısal olarak zenginlik yaratmadan ayrılmaktadır. Bileşik mekanizmalar, borcun gerçek servetten daha hızlı büyümesine sebep olmaktadır. Ancak borç ve servetin dengesiz büyümesi, en azından kısa vadede dengeleyici bir güç gerektirmektedir. Burada önemli olan güç enflasyondur. Borç, gerçek servetten daha hızlı büyürken, şişirilmiş fiyatlar ikisi arasındaki farkı azaltmaya çalışır. Başka bir deyişle, reel ekonomi kendi kendini tekrarlayan borcun hızına yetişemez, bu nedenle açığı kapatmak için fiyatların sürekli olarak artması gerekmektedir. Eğer fiyatlarda kalıcı bir artış olmazsa, ekonomi borcun ağırlığı altında ezilecektir.
Ne yazık ki enflasyon, borç ve servet arasındaki büyüyen uçurumu her zaman yakalayamayacaktır. Bunun nedeni, borç verenlerin borç vermeye karar verdiklerinde, beklenen enflasyonu finansman maliyetine dahil edecek olmalarıdır. Enflasyonun borç yükünü azaltabilmesi için beklenmedik olması, yani başlangıçta borcun maliyetine dahil edilmemesi gerekir. Ancak enflasyon sistematik olarak beklenmedik bir durum olamaz, enflasyonun beklenmedik bir şey olması beraberinde çelişki doğuracaktır. Eğer sistematik bir durumdan bahsediliyorsa enflasyon beklenir bir şey olmalıdır. Ancak eğer durum sistematik değilse, ekonomi borcun hızına yetişemeyecektir. Borç ve enflasyon kısır bir döngü olmaya devam edecektir. Bu durum faize dayalı bir sistemde enflasyonun kontrol edilmesinin neden çok zor olduğunu açıklamaktadır.
Enflasyonla Mücadele
Enflasyonu kontrol edebilmek için öncelikle borcun kontrol edilmesi gerekmektedir. Ancak faize dayalı bir sistemde bu çok da mümkün değildir. Artan borçların kontrol altına alınabilmesi için belirli önlemler gereklidir. Bu noktada devreye İslami finans girmektedir.
İslami finans, kâr amaçlı alınan borcun ticaret ve üretim gibi gerçek ekonomik faaliyetlerin bir parçası olmasını gerektirir. Borç vererek para kazanmak veya riba, sadece Kur’an’da değil İncil’de de kesin bir dille yasaklanmıştır. İnançların çoğu faize karşı olumsuz bir duruş sergilemektedir.
Faizin yaptığı şey, borç ve servet yaratma durumları arasındaki eşzamanlılığı bozmasıdır. Faiz, iki süreç arasındaki farklılık oranı olarak hareket eder. Her ne kadar başlangıçta küçük bir açı ihmal edilebilir görünse de iki kenar daha uzağa uzadıkça, meydana gelen sapma çarpıcı biçimde büyümektedir.
Dolayısıyla İslami finans, “iyi borç” ile “kötü borç” arasında keskin ayrım yaparak borç finansmanına izin vermektedir. İyi borç, doğuştan servet yaratma ile tamamen bütünleşmiştir; kötü borç ise katma değer yaratan faaliyetlerden sözleşmeyle ayrılmaktadır.
Borç finansmanındaki kısıtlamalar nedeniyle İslami finans öz sermaye, ortaklık ve kiralama vb. gibi borcun dışında kalan araçların kullanımını teşvik etmektedir. İslami finansa göre borç dışı finansmanlar, ekonomik faaliyetlerle doğal bütünleşmesi nedeniyle desteklenmektedir. Bu tür finansman düzenlemeleri yoluyla ekonomiyi, borç-deflasyon sorunlarına karşı da dirençli kılacağı için enflasyonu kontrol etmek mümkündür.
Enflasyona ve diğer ekonomik risklere karşı diğer bir önemli savunma aracı kâr amacı gütmeyen sektördür. İslami finansta kâr amacı gütmeyen faaliyetlerin gerçekleştirilmesi esastır. Bunlar, sadaka ve zekâttan başlayarak vakıflara, bir tür nakit bağışı olan faizsiz borç vermeye kadar bir dizi faaliyeti içermektedir.
İyi organize edilmiş ve kâr amacı gütmeyen bir sektör, ekonomi için “güvenli bir sığınak” işlevi görerek, zayıf ve savunmasızlar için bir güvenlik ağı oluşturur ve enflasyonist baskıları frenlemeye de yardımcı olmaktadır.
Mevcut Ukrayna krizi gibi dışsal bir şok, fiyatlarda keskin bir artışa neden olduğunda şirketler maliyetleri müşterilerin üzerine yansıtarak yarışmaktadırlar. Sonrasında işçiler de daha yüksek ücret talep edeceklerdir. Enflasyon ile baş etmek için yapılan bu rekabet, kendi kendini gerçekleştiren beklentilerin ve enflasyonist sarmalın arkasındaki ana itici güçtür.
Sonuç
Enflasyonun kontrol altına alınabilmesi için öncelikle borçların ehlileştirilmesi gerekmektedir. İslami finans, borçların detaylı bir şekilde düzenlenebilmesi için kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır. Risk paylaşım sistemine sahip olan İslami finans, çeşitli ekonomik risklere direnme ve bunları özümseme yeteneğine sahiptir. Bu durum ekonomiyi risksiz hale getirmeyecek, ancak riskleri yönetilebilir ve kendi kendini dengeleyici bir hale getirecektir. Borçlar kontrolden çıktığında ise bu tür riskler de kendi istikrarını tekrardan bozacaktır.
İki rejim arasındaki fark, Irving Fisher’in 1933 tarihli makalesinde sunduğu kıyaslama yoluyla detaylandırılabilir:
“Başka bir benzetme yapmak gerekirse, böyle bir felaket, olağan koşullar altında her zaman sabit dengeye yakın olan, ancak belirli bir açının ötesine geçtikten sonra artık dengeye dönme eğilimi olmayan, bunun yerine ondan daha fazla uzaklaşma eğiliminde olan ve sonunda da “alabora olan” gemi gibidir.”
Sami Al-Suwailem
IsDBI Genel Müdür Vekili
islamiktisadi.net için çeviri: Ayşenur Topal
Kaynak: IsDBI