Prof. Dr. Hamdi Döndüren
Riba sözcüğü arapça olup; ziyade, fazlalık ve faiz demektir. Sözcüğün kökeninde “mutlak çoğalma” anlamı vardır. Bir fıkıh terimi olarak; bedelli akitlerde taraflardan birisi lehine şart koşulan fazlalığı ifade eder. Riba cereyan eden şeylerden birisinin peşin, diğerinin veresiye olması halinde miktarlar eşit bile olsa fazlalık hükmen var sayılır. Yüz gram altının 120 gram altınla peşin veya veresiye mübadele edilmesi halinde, 20 gram fazlalık riba olduğu gibi, 100 gram altın peşin verilerek, bedeli olan 100 gram altın bir ay sonra alınmak üzere sarf akdi yapılsa, burada fazlalık hükmen var kabul edilir ve “nesie ribası” meydana gelir.
Riba kelimesi yerine Türkçe’de daha çok “faiz” terimi kullanılır. Faiz; taşan, taşkın, dolu, ödünç verilen paradan alınan gelir anlamlarında kullanılır. Elmalılı Hamdi Yazır riba ile faizineş anlamlı olduklarını şöyle açıklar: “Riba; aslı sözlükte, ziyadelenmek, fazlalanmak anlamına mastar olup, faiz dediğimiz özel fazlalığın adı olmuştur. Cahiliyye devrinde asıl borca “re’sü’l-mâl” ziyadesine ise “ribâ” adı verilirdi. Cihanın bugünkü faiz muamemeleri nitelik bakımından cahiliyye devrinin bu adetinden başka bir şey değildir. Zaman zaman faiz mikdarının ve şekillerinin azalması veya çoğalması muamelenin niteliğini değiştirmez. İşte Arap örfünde riba tam anlamıyla zamanımızdaki nükudun (nakit paraların) faizi veya neması tabir olunan fazlasıdır. Karz ve karz (ödünç para)dan başka borçlar (düyûn) da tatbiki dahi böyledir. Şüphe yok ki lügatte bunun en uygun ismi riba, ziyade, artık olması gerekir. Buna faiz veya nema tabirinin kullanılması “Alım-satım ancak riba gibidir” ayetinin delaletiyle, alım-satım ve ticarete benzetilerek yalan bir kullanmadır.”
Bir şeyin nitelikleri değişmedikçe, adının değişmesi, hükmünün değişmesini gerektirmez. Böylece, ribanın hükümleri aynı hukuki özellikleri taşıyan faize de uygulanır. Bu, icare akdine, kira akdi demek gibidir ki, her ikisi de aynı anlama gelen sözlerdir.
İslâm’da Faiz Yasağının Geçirdiği Merhaleler
Faizcilik, Arapların özellikle yüksek tabakalarının yararlandıkları önemli bir kazanç yolu idi. Bunu bir hamlede kaldırmak uygun değildi. Bu yüzden faizin kesin yasaklanışı İslâm’ın son inen ayetleri ile olmuştur. Ancak henüz yasaklanmamakla birlikte faizin kınanması ve geçmiş milletlerden tefecilik yapanların karşılaştıkları sıkıntıların açıklanması, İslâm’ın ilk yıllarından itibaren vuku bulmuştur.
İslâm’ın faiz yasağında görülen tedriciliği aşağıdaki şekilde ifade edebiliriz:
1)Mi’rac Hadisinde Faiz Yiyenlerin Kınanması:
Ebu Hureyre (r.a)’den Hz. Peygamber (s.a)’in şöyle dediği nakledilmiştir:
“Mirac gecesi, karınları evler gibi (büyük) olan bir topluluğun yanına geldim. Onların karınlarında dışarıdan görülen yılanlar vardı. Cebrail (a.s)’e, bunların kimler olduğunu sorduğumda; “faiz yiyenlerdir” cevabını verdi.” Hadisin ravileri arasında bulunan Ali b. Zeyd hakkında bazı tenkitler yapılmışsa da, Ebu Said el-Hudri (r.a) ve başkalarının naklettiği mirac hadislerinde de ribadan söz edilmesi, yukarıdaki hadisi desteklemektedir.
Mirac olayı 621 miladi yıllarında Mekke’de vuku bulduğuna göre, faizin ileride yasaklanabileceğine daha o günden işaret edilmiş olmaktadır.
2)Faizin Malı Arttırmayacağının Bildirilmesi:
Faizle ilgili olarak nazil olan ilk ayette şöyle buyurulur:
“İnsanların mallarında artış olsun diye faiz cinsinden verdiğiniz şey (nakit para, mal, sadaka vb) Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise, işte sevaplarını kat kat arttıranlar onu verenlerdir.”
Bu ayet, Mekke’de inmiştir. Ayette ribayı yasaklayan bir hüküm bulunmamakla birlikte, ribanın sevap kazandıran bir amel olmadığına ve onda Cenab-ı Hakk’ın buğzununbulunduğuna işaret vardır.
3)Önceki Şeriatlarda Faiz Yasağı Bulunduğunun Haber Verilmesi:
Kur’an-ı kerim’de daha önceki dinlerde de faizin yasak kılındığı haber verilmiştir. Yahudilere yapılan faiz yasağından şöyle söz edilir: “Yahudilerin yaptıkları zulümden, çok kimseyi Allah yolundan çevirmelerinden, menedildikleri halde faiz almalarından ve haksız yere insanların mallarını yemelerinden dolayı kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara yasakladık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.” Bu ayet Medine-i Münevvere’de inmiştir. Burada müminler faize karşı dolaylı yoldan uyarılmıştır. Çünkü Yahudilerin yasağa rağmen faiz almaları kötülenmiştir.
Toplumda görülen haksız kazançlara engel olmağa çalışan Şuayb peygambere kavminin verdiği şu cevapta da aynı anlam sezilir: “Ey Şuayb, dediler, senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden veya mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor. Oysa sen yumuşak huylu, akıllı (bir insan)sın.”
Günümüzde yahudilerin elinde bulunan Tevrat’ta faiz yasağı bulunmaktadır, ancak bu yasağın yalnız yahudiler arasında geçerli olduğu, yahudilerin yahudi olmayanlarla faizli muamele yapabilecekleri belirtilmiştir.
Hristiyanlıkta kilise M.S. 13. asrın ortalarına kadar faiz ve krediler aleyhinde tavır almıştır. Faizin mahkum edilmesi, başka bir deyişle “paranın para doğuramayacağı” prensibi Aristo’ya (384-322) kadar iniyordu.
Başlangıçta kilisenin ticaret hayatı ve kredi faaliyeti karşısında takındığı olumsuz tavır, Avrupa’da para ve finansman kaynaklarının Lombardiyalılar (faiz konusunda kilise görüşüne uymayan çoğu İtalyan olan ekol), Yahudiler ve Temple Şövalyeleri (1118 M.de kurulmuş askerî ve dinî bir tarikat olup, büyük servetler elde etmişlerdi) elinde toplanmasına yol açmıştı. Bu durum kilise topluluğunu uzun münakaşa ve kararsızlıklara düşürdü. Din adamları arasında iki görüş uzun süre çarpıştı. XI. yüzyılda kurulan Bolonya Üniversitesine mensup ekol hukukçuları Justinien kanunlarına dayanarak faizin lehinde görüş ortaya koydular. Sonunda kilisenin iktisadî doktrinine biraz esneklik vermek gereği duyulmuştur. Bu arada Papa Innocent III (1198-1216), bir tüccara tevdi edilmiş paranın kârından hisse almakla günah işlenmiş olmayacağını söylemiştir. Durumu hristiyanlıkla bağdaştırmak için birçok formüllere başvurulmuştur. Faizin meşru ilan edilmesi Katoliklerin büyük simalarından Saint Thomas d’Aquin’in (1225-1274); ticaret ve kredi rizikosunu göze almış ve parasını tehlikeye atmış kimseler lehine kâr ve kazanç hakkı tanımanın gerektiğini söylemesiyle gerçekleşmiştir.
Ancak faizle ilgili bu ilk kilise görüşlerinde sermaye rizikosundan ve sermayeyi işleten tüccarın elde edeceği kârdan alınacak paydan söz edilmesi, sermayenin tüccara “kâr-zarar” ortaklığı çerçevesinde verildiğini gösterir. Aşağıda açıklayacağımız gibi, böyle bir sermaye geliri “faiz” değil “kâr /ribh)” niteliğinde olur. Nitekim önceleri kiliselerin, ellerinde toplanan sermayelerden çiftçilere kredi verdikleri ve faiz yerine çıkan üründen pay aldıkları nakledilmiştir.
4)Katlanmış Faizin Yasaklanması:
Vade sonlarında anaparaya eklenen faize “basit faiz” anapara ve faiz toplamına yeniden faiz eklenmesine ise “mürekkep (bileşik)” veya “katlanmış faiz” denir. Cahiliye toplumunda ve İslâm’ın ilk dönemlerinde borçluyu altından kalkamayacağı yük altına sokan bu sonuncu riba çeşidi olduğu için önce bu yasaklanmıştır.
Ayette şöyle buyurulur:
“Ey iman edenler! ribayı öyle kat kat arttırılmış olarak yemeyin.” Bu ayet Medine’de inmiştir. Buradaki “kat kat arttırılmış olarak…” ifadesi bir kayıt veya şart olmayıp, cahiliyye devrinde uygulanan fahiş riba olayına dikkati çekmek için kullanılmıştır. Ribanın azının da çoğunun da meşrû olmadığı konusunda görüş birliği vardır. Çünkü bir şeyin azı, çoğunu davet eder. İslâm’da; “seddü’z-zerâyi’ (kötülüğe giden yolu kapama)” prensibinden yola çıkılarak azı zarar veren şeyin çoğu da yasaklanır. Nitekim aşağıda açıklayacağımız kesin riba yasağı bildiren ayet ve hadisler azı ile çoğu arasında bir ayırım yapmaz.
5)Kesin Faiz Yasağının Gelişi:
Faiz yasağı Kitap, Sünnet ve İcma delilleri ile sabittir. Haramlık hükmü sekizinci veya dokuzuncu hicret yılında gelmiştir.
a) Kitaptan deliller: Allahü teâlâ şöyle buyurur: “Allah alış-verişi helal, faizi ise haram kılmıştır.” “Faiz yiyenler kabirlerinden ancak kendilerini şeytan çarpmış kişi gibi kalkarlar.” “Ey iman edenler, Allah’tan korkunuz ve eğer gerçek müminler iseniz faizden (henüz alınmamış olup da) kalanı bırakınız. Eğer böyle yapmayacak olursanız Allah ve Peygamber ile savaş halinde olduğunuzu biliniz. Şayet tevbe ederseniz anaparalarınız yine sizindir. Böylelikle ne zulmetmiş ve ne de zulme uğratılmış olursunuz.”
b) Sünnet delili: Hz. Peygamber (s.a)’den faiz yasağını düzenleyen pek çok hadis nakledilmiştir. Bazılarını aşağıda vereceğiz:
“Yedi helâk edici şeyden kaçınınız. Bunlar; Allah’a ortak koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, savaştan kaçmak, iffetli ve imanlı bir kadına zina iftirasında bulunmaktır.” Bunlar büyük günahlardandır.
Allah’ın Resûlü veda haccı sırasında faiz yasağı uygulamasına kendi yakınlarından başlayarak şöyle buyurmuştur: “Cahiliyye dönemine ait faiz kaldırılmıştır. ilk olarak da bizim (sülaleye ait) faizi, Abdülmuttalib’in oğlu Abbas’ın faizini kaldırıyorum. Artık faizin tamamı kaldırılmıştır.” “Biliniz ki, cahiliyye döneminin bütün faiz çeşitleri kaldırılmıştır. Anaparalarınız ise sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa da uğramamış olursunuz.”
Bir hadiste herkesin ileride faiz muameleleriyle karşı karşıya gelebileceğine işaret edilmiştir: “İnsanlara öyle bir devir gelecek ki, faiz yemeyen kimse kalmayacak. Yemeyenlere de buharından -başka bir rivayette tozundan- isabet edecektir.”
Bazı hadislerde Hz. Peygamber’in, faiz muamelesi ile ilişiği olan kişileri lanetlediği görülür. Bir hadiste; “Hz. Peygamber faiz yiyene ve yedirene lanet etti.” buyurulur. Başka bir rivayette buna; “faizi yazan, muameleye şahitlik yapan” ifadesi eklenir ve “bunların hepsi eşittir” denilir.
Sünnet faizin kapsamını genişletmiş, bütün mislî mallarda fazlalık ve nesîe ribasının gerçekleşme şartlarını belirlemiş ve bu arada kaide dışı faiz çeşitleri de koymuştur.
Faiz cereyan eden standart şeylere altı madde örnek verilerek şöyle buyurulur: Ubâde b. es-Samit (r.a) Rasûlullah (s.a)’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla ve tuz tuzla misli misline, birbirine eşit olarak peşin satılırlar. Bu maddeler farklı cinsten olduğu zaman, peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satın.” Müslim’in rivayetinde şu ilave vardır:
“Kim fazla verir veya alırsa faize düşmüş olur. Bu konuda alan da veren de eşittir.”
Bu maddelerin trampasının, cinsler değişik olsa bile peşin yapılması gerektiği şöyle belirlenir: “Altını gümüşle, gümüş fazla olsa bile, peşin olmak şartıyla satmanın sakıncası yoktur. Fakat veresiye yapılırsa olmaz. Buğdayı da arpa karşılığında, arpa fazla olarak, peşin olmak kaydıyla, satmanın bir sakıncası yoktur. Ancak veresiye yapılırsa olmaz.”
İbn Hazm (ö.456/1063) faiz cereyan eden altı çeşit maddenin zikredildiği hadislerin rivayet bakımından tevatür derecesine ulaştığını belirtir.
c) İcma delili: Faiz yasağı üzerinde görüş birliği vardır. Ancak faizin illeti, çeşitleri ve niteliği üzerinde bazı görüş ayrılıkları olmuştur.
Kaynak: islamekonomisi.org