Lütfi Bergen
“Melamet söndü şarkın her yerinde” (Yahya Kemal Beyatlı, Eski Şiirin Rüzgarıyla,1974:126)
Sabri Ülgener, 8 Mayıs 1911‘de İstanbul’da doğdu. Babası son devir alimlerinden Mehmet Fehmi Efendi. Annesi Emine Behice Hanım.Baba dedesi İsmail Necati Efendi Nakşibendi şeyhiydi. Anne dedesi ise Hasan Sabri Paşa’dır. Ailesi, Osmanlı’da devlet – tekke ricalini cem eden siyasi – manevi –iktisadi bir muhitin içindedir. Anne tarafından askeri aristokrasiye ve baba tarafından da sufi –edebi mana âlemine vukufiyetleri vardı. Askeri kanat “İttihatçı” idi. Baba Dede, Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin Efendi’nin halifesi sıfatıyla sarayda “Huzur Dersleri” hocalığı yapmakta idi. Siyasi ve kültürel hayatın merkezinde idiler.
Sabri Ülgener‘in, akrabaları Osmanlı ve Türk düşün – siyasetinin tarafı ve dahlidirler. Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Nazım Hikmet, Mehmet Ali Aybar, Samih Rıfat, Oktay Rıfat Horozcu gibi isimler akrabalarıydı. Osmanlıyı çözen ve Cumhuriyet’i kuran süreçteki tüm tartışmaları, fikri ayrılıkları, kavgaları yaşamış bir ailede yetişti. 1935’ te İstanbul Darülfünunu Hukuk Fakültesi‘ni bitirir. 1936 ‘da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi‘nde asistan olur. Hitler‘den kaçan Alman hocalar ile çalışır. Doçentliği 1941 ve Profesörlüğü 1951 tarihinde iktisab eder. 1947 – 1948 tarihleri arasında J. A. Schumpeter ve A. Hansen‘in seminerlerine katılır. Münih ve Colombia üniversitelerinde farklı yıllarda dersler verir. 1981 yılında emekli oldu. 1 Temmuz 1983 yılında vefat etti.
İktisat ve ahlak üzerine akademik eserler verdi
Kitapları: 1) İktisadi İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri (İstanbul, 1951; aynı kitap İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, 1981 ) , 2) Tarihte Darlık Buhranları (İstanbul, 1951; aynı kitap Darlık Buhranları ve İslam İktisat Siyaseti, Ankara, 1984 ) , 3) Zihniyet ve Din (İstanbul, 1981 ) , 4) Zihniyet Aydınlar ve İzmler (Ankara ,1983 ) , 4) İktisat Dersleri ( İstanbul , 1952) , 5) Milli Gelir İstihdam ve İktisadi Büyüme ( İstanbul , 1962 ).
Monografisi konusunda hemen tek kaynak öğrencisi Ahmed Güner Sayar ‘ın 415 sayfaya ulaşan eseridir: “Bir İktisatçının Entellektüel Portresi- Sabri F. Ülgener “ (Eren yay. İstanbul, 1998 ).
İslam şehir dinidir ve şehirle çölün üstün yönlerini bir çeşit füzyonla kaynaştırır. Bir yanda dünya nimetlerine göz kırpan teşvikleri, diğer yanda taşkınlığa giden yolları kapatan tembihleri vardır. Aralıksız çalışmaya verilen önem Kalvinizmin ölçülerini aratmaz. Ülgener, Batı’da sanayiye doğru giden yolun bizde niçin gerilemeye neden olduğu hakkında soruyu tasavvufun yol kavşağına gelmesi ile açıklar: Bir taraf dünya hırsının hiç bir zaman takdir edilenden fazlasını veremeyeceğini öne sürer; öbür taraf ise peygamber ve veliler yolunda gücü yettiğince çalışmaktan geri durmamayı öğütler.
Bu noktada Ülgener İslam tasavvufunu a)Bâtınilik, b) Melamilik kavramlarıyla sınıflar. O’na göre Osmanlıyı çöküşe götüren süreç ticaret yollarının değişmesi olduğu kadar, Osmanlı iktisat zihniyetinin “rant kapitalizmi”ne doğru değişmesidir ve müsebbibi de batıni sufiliktir. Batınî tasavvuf anlayışında dünyadan el etek çekme anlayışı hâkimdir. ‘Melami tasavvuf’ anlayışına göre ise; insan hem dünyayı hem Ahireti inşa etmelidir. Ülgener’in fikirleri bu noktaya kadar ufuk açıcı olmuş ama bu noktadan sonra değişik yazarlarca farklı sonuçlar elde etmeye matuf yorumlara muhatap olmuştur.
Ülgener, Osmanlı toplumunu değişik kültür verileri üzerinden okudu. Bir beyit ya da Kapalı Çarşı’nın kitabesinde yazan bir ibare düşünce dünyasını çalkalamaktadır. Weber temelli düşünceyi içinde bulunduğu muhitin Marksist dünya algısına sosyolojiden cevap üretme gücü nedeniyle önemsedi. Gümüşhanevi dergâhının zihni yapısının da iktisadî yapıların oluşumunu mümkün kıldığına şahit olduğu fikrindeyiz. Nitekim Mehmet Zahid Kotku’nun şu sözleri “melami” fikrin din- iktisat ilişkilerini belirleyiciliğine örnek gösterilebilir:
Aklı başında olan “düz insan” olmamalı
“Çalışmak, ticaret ve san’at erbabı olmak, el ele verip şirketler kurmak, güzel güzel, büyük fabrikalar te’sis ederek, iç ve dış ticarette büyük işler başarmak dururken, muayyen bir ma’aşa razı olup, pasif bir köle gibi çalışmak, aklı başında kafası çalışan bir insan için reva mıdır? Vakı’a me’muriyette bir şeref, bir saltanat var gibi görünürse de, hadd-i zatında hiç de öyle değildir. Bir taraftan aşağıya emir verirken, diğer taraftan yukarıdan aldığı emrin memuru ve tahakkümü altındadır(…) bütün hayatı boyunca işleri, başındaki amirin emirlerine itaatten ibarettir. Amma haram amma günah ma’işet kaygısı hepsini hoş gördürür(…) İşte Almanya, işte Japonya, daha dün ikisi de mahv ve perişan oldular(…) onların hiç devlet kapısına başvurduğunu, yani memuriyet aldığını gördünüz mü?” (Mehmed Zahid Kotku, Tasavvufi Ahlâk, Bahar, 1975: 112).
Ülgener’in ailevi intisabı nedeniyle, Melami zihniyetin, Batı’da görülen “burjuva” kimliğinin çalışkanlık, tutumluluk, zahidlik özelliklerine haiz olduğu hakkında bilgisi vardı. Weber‘in İslam’ı yeknesak gören anlayışından rahatsızdı. ‘İktisad ahlakı’na dinin etkisinin tasavvuf kanalından nüfuz etmiş veya yürümüş olabileceği kanısındadır. Kapitalizmin ortaya çıkmasına engel olan “Ortaçağ ahlakı”dır diye düşünüyordu.
Çünkü Bayramî Melametiliği Anadolu’nun düzenini kuran iktisadi adl / nizam-ı âlem fikrinin merkezindedir. Ülgener’in sorduğu sorunun cevabı da buydu:
“Melamilik dağınık ve üstü örtülü kalarak, tabanda sürekli iz bırakamadı. Bâtınilik zikr, ayin, cezbe, telkinle irili ufaklı şehir ve kasabaların orta sınıf halkına uzandı “ (Ülgener, Zihniyet ve Din, Der yay. 1981:86).
Aslında tam tersine melamilik tasfiye edildi. Tasfiye hem melami şeyhlerinin idam edilmesi ve hem de Anadolu’da dirlik – ahilik sisteminin kasıtlı olarak levanten –yabancı menşeli ticaret karşısında eritilmesi suretiyle tatbik edildi. Melami neşvenin kollektivist ama küçük esnafça yaşanan ruhu tahavvül edildi. Melami zihnin içeriği bağlamından koparılınca “burjuva”/girişimci ruhun zuhur etmesi, büyük holdinglerin kurulması için gerekli teşebbüs fikrinin güçlenmesi kaçınılmazdı. Ülgener, melami zihni ortaya çıkarmaya azmetti. Ömrü bu zihnin uzanacağı kıyılara varmaya yetmedi. Bu zahmet yeni nesillerin boyunlarının borcudur.
Bu çabaya ışık tutmak adına Ülgener’in melamilerinden bir kesit:
“Görünürde halk’la, gönülde Hakk’la beraber. Sade ve gösterişsiz yaşantısı içinde çalışma ve üretmenin ısrarlı takipçisi. Kendi başına bir ‘hiç’, fakat emanet aldığı Tanrı kudretinin taşıyıcı ve aleti olarak ‘var’ oluşun tam eksiksiz bilincine sahip. Dünya, melami için, bir haz ve zevk ortamı olmadığı gibi, günah ve kusurlarına bulaşmamak için uzağında durulması gereken bir ‘ölümlü dünya’ da değil. Tam tersine işlenmek, şekil verilmek üzere mü’minin önüne serili bir madde ve malzeme yığınıdır. Bir yanıyla Tanrı’nın madde ve insan halinde zuhuru, diğer yanıyla da beşeri ihtirasların birikimi olarak alt edilecek düşman. Melami için çile , zühd ve türlü yollarla dünyayı terk etmek yoktur. İkinci devre melamilerinden Sarı Abdullah Efendi şöyle der:
Melamiliğe gönül vermiş kişi, “el kasibu habibullah” gereğince dünya işlerinden meşru bir kâra meşgul olmak lazımdır. Ve ancak menzile (eve) geldikte kirlilik pasından sıyrılmak için Hakk’a teveccüh ve niyaz eylemek gerekir. Tarik-i Hakk erleri üçü – beşi birarada masivayı gönülden atmak için sohbet eyledikten sonra, ‘Allah’ın fazlından taleb-i rızk eyleyin’ kavl-I kerimi üzere herkes dağılıp kârlarına meşgul olalar. Tarik-i Hakk erlerinin menzili ya tevekkül iledir ya da kisb iledir? Ama tevekkül ehl-i fenadan gayre caiz değildir.. zamanımızda tam tevekküle kulun gücü yetmeyeceği malum olmakla el kasibu habibullah kavlince kesb-i helal etmek şarttır. Ebu Said Ebül Hayr’e sual ettiler:
Falan kimase su üstünde yürür dediklerinde, filan kuş da suda yürür buyurdu. Falan kimse lahzada bir şehirden diğerine varır dedikler, şeytan bir nefeste maşrıktan mağrıba varır dedi. Bunlar kıymetdar değilse ehlullah kimdir diye sual ettiler. Buyurdular ki, halk içine karışıp alış veriş eyleyip bir lahza hüda’dan gafil olmaya; velilik rütbesi budur. Gaye ibadeti ittihaz etmek, kimseye muhtaç olmamak için ibadetten hali kalan vakitleri temin-I maişet edecek bir meşgaleye hasreylemek olduğuna göre sonuca varmanın yolu gündüzle gece arasında bir ayırım yapmaktan ibaret görünür: Gündüz iş, gece zikr ve ibadet. İbadet rızk ve maişet tedarikinden ayrı değildir; kisbin ortasında, içindedir. Kâr ve kisbsiz rızık da tıpkı ibadetsiz sevap gibi ham hayaldir.” (S.Ülgener, Zihniyet ve Din, Der Yay.1981: 78–86 ).
Lütfi Bergen pasban olmuş bir ejderdir kalem, diyerek yazdı.
Kaynak: http://www.dunyabizim.com/portre/3043/sabri-ulgenerin-melamileri