İktisadi faaliyetlerde dengenin korunması, sosyal dengenin sağlanmasıyla mümkündür. Sosyal denge ancak bölüşümde adaletin tesis edilmesiyle sağlanır ve sürekli hale getirilir. Burada İslam İktisadı’na göre üretilen hâsılanın üretim faktör sahipleri arasında nasıl bölüştürüleceği hususu özetle belirtilmeye çalışılacaktır.
Bölüşüm birden fazla insanın bulunduğu her yerde ve her zaman önemli bir konu olmuştur. Ailede, çalışılan yerde, sosyal guruplar arasında, devlet ve ülkeler arasında bölüşüm tarzının herkesin en çok üzerinde durduğu ve ilgilendiği bir konu olması, bölüşüm tarzının insanın külfet ve nimetteki payını tayin etmesinden dolayıdır. İnsanlar yaradılışları gereği hep nimetteki paylarının arttırılmasını ve külfetteki paylarının ise, azaltılmasını ister. Bundan dolayı sosyal hayatın en önemli sorunu paylaşımda adaleti sağlamaktır. Nimet- külfet paylaşımının adil olması, sosyal dengeye süreklilik kazandırır.
Bölüşüm Kavramı
Bir bütünü parçalara ayırarak dağıtmayı ifade eden bölüşüm kavramının Osmanlıcası inkısam kelimesidir. İnkısam kelimesi Arapçadan alınmış bir kelimedir. Bölünebilen bir şeyi parçalara ayırmak anlamına gelir. İngilizce karşılığı ise “share” kelimesidir. Gelir bölüşümü ile dağılımı çoğu kez aynı anlamda kullanılır. Aslında “bölüşüm” kavramı dağılımdan farklıdır. Dağılımda elde edilen değerlerin dağıtılması söz konusudur. Burada dağıtımla pay alanların hâsılanın üretilmesine katılıp katılmamaları fazla önemli değildir. Hâlbuki “bölüşümde” tarafların doğrudan veya dolaylı olarak üretime katılmaları söz konusudur. Bu bakımdan “bölüşüm”, elde edilen değerlerin, değerin oluşmasında rol alanlar arasında paylaştırılmasıdır. Burada salt pozitif değerden söz etmek yeterli olmayabilir. Negatif değerden de söz edilebilir. Başka bir ifadeyle geniş anlamda bölüşüm nimet ve külfet bölüşümü şeklinde ele alınmalıdır. Dar anlamda bölüşüm iktisadi faaliyetlere doğrudan veya dolaylı olarak katılanların elde edilen pozitif veya negatif sonucu paylaşmaları olarak tanımlanabilir.
Sosyal Hayatta Bölüşümün Önemi
İnsanlar, toplum içinde varlıklarını sürdürmek zorunda olduklarından iktisadi ve sosyal ihtiyaçlarını topluluk içinde diğer insanlarla işbölümü ve işbirliği yaparak karşılamaktadırlar. Bu nedenle elde ettikleri değerleri tek başına kendileri oluşturamamaktadırlar. Toplumun diğer bireyleriyle ortaklaşa gayret sarf ederek değer oluşturmaktadırlar.
Sosyal ilişkilerin dengeli bir şekilde sürdürülmesi ve sosyal barışın sürekli olması, değerlerin oluşmasında aktif rol oynayanların katlandıkları külfetle orantılı olarak hâsıladan pay almalarına bağlıdır. Katlanılan külfetle orantılı olmayan nimet paylaşılması gönüllü işbirliğini engeller ve sosyal hayatta baskı ve zorlamanın egemen olmasına ortam hazırlar.
Bölüşüm kriterleri, sosyal hayatta üretim faktörlerine sahip olanlar arasında bölüşüm tarzını belirler. Bölüşüm kriterleri de farklı iki dünyaya görüşüne göre farklı olmuştur. Burada bölüşümü düzenleyen dünya görüşleri ve bu dünya görüşlerinin ortaya koyduğu bölüşüm tarzı üzerinde kısaca durulması faydalı olacaktır. Bölüşüm sosyal hayatta “hak” anlayışına göre farklı olmaktadır. Hak külfete katlanmanın veya görevi yerine getirmenin karşılığında nimetten alınan pay olduğuna göre bölüşüm açısından belirleyici öneme sahiptir.
İslam İktisadi Düzeninde (Adil Ekonomi- Ortaklık Ekonomisi) paylaşım, Hak Merkezli Dayanışmacı Dünya Görüşüne göre yapılır. Bu dünya görüşüne göre sosyal hayatta esas olan dayanışma ve yardımlaşmadır. Çünkü insanlar, yaratılışları gereği birbirlerine muhtaçtır. Her insan farklı yeteneklere sahiptir. Bu yetenekler dengeli bir şekilde geliştirilir ve herkes kendi yeteneğine uygun işte çalıştırılırsa, emeğin verimi artar. Kaynaklar daha verimli kullanılır. İnsanın ihtiyaçlarını karşılayan mal ve hizmetlerin üretimi artar. İnsanların refah düzeyi yükselir. Sosyal hayatta gönüllü iş bölümü ve işbirliğinin sağlanması için haklının hakkının korunması gerekir. Bu dünya görüşüne göre sosyal kurumların temel görevlerinden biri haklı olanı güçlü kılmaktır. Üretimin külfetine katlanan üretim faktörlerinin sahipleri arasında adil olmalıdır. Devletin dışındaki üretim faktör sahipleri ortaklaşa elde ettikleri hâsılanın paylaşımını kendi irade ve rızalarına dayanan anlaşmalarla gerçekleştirirler. Bir tarafın kendi isteklerini diğerlerine empoze etme hak ve yetkisi yoktur. İhtilafları tarafların seçtikleri hakemlerden oluşan tahkim kurumu çözer.
“Kuvvet Merkezli Çatışmacı Dünya Görüşü’ne” göre sosyal hayatta çatışma süreklidir. Çatışmanın neticesini güç belirler. Bu dünya görüşünün egemen olduğu uygarlıklarda siyasi veya iktisadi tekel konumunda olan egemenlerin nimet-külfet paylaşımın kurallarını belirlemeleri olağan karşılanır. Sosyalizmde siyasi tekel, Kapitalizmde ise iktisadi tekel konumunda olanlar, bölüşümün temel kural ve ölçütlerini belirler.
İslam İktisadi Düzeninde Hâsılanın Paylaşımı
İslam İktisadında üretim faktörlerinin sahipleri kendi irade ve rızalarıyla bir araya gelerek ürettikleri hâsılayı, aşağıdaki Şema 1’de görüldüğü gibi aralarındaki anlaşmaya göre paylaşırlar. Üretimde altyapı hizmetlerini sağlamakla görevli olan devletin hâsıladaki payı anayasada belirlenmiştir. Çünkü devlet güçlüdür. Her zaman dengeyi bozabilir. Yöneticilere kamunun paylarını keyfi olarak belirleme yetkisi tanınmamaktadır. Devlet gücünü kullanarak üretim faktörlerine sahip olan tarafların irade ve rızası dışında onlara yük yükleyemez. Devletin temel görevlerinden biri de üretim faktör sahipleri arasında herhangi birinin tekel kurmasını önlemektir.
İslam İktisadında malı temsil eden paraya hâsıladan pay (faiz) verilmemektedir. Çünkü para üretim faktörü değildir. Üretilen değerlerin dolaşımını kolaylaştıran bir araçtır. Para yatırıma dönüştürülür ve üretim faktörü olursa hâsıladan pay alır. İslam İktisadında sermaye, döner ve sabit sermaye olarak ikiye ayrılarak hâsıladan pay almaktadır. Sabit sermaye kira ve döner sermaye de kar/zarar şeklinde payını almaktadır. Döner sermaye ile sabit sermayenin rizikosu aynı değildir.
Sabit sermaye olarak yatırılan değerlerin riziko derecesi düşüktür. Bundan dolayı sabit sermayenin hâsıladaki payı, ciro ile orantılı olarak anlaşma ile belirlenen kiradır. Döner sermayede riziko oranı yüksek olduğu için döner sermayenin payı, kâr veya zarar olarak hâsılaya oranı anlaşma ile belirlenir.
Üretimin temel faktörü olan emeğe, üretimdeki payı ücret olarak verilmektedir. Emeğin payı, kira ve devletin payı gibi hâsıladan oran olarak belirlenmesi esastır. Ortaklık Ekonomisinde taraflar arasındaki ilişkiler menfaat paralelliği esasına göre düzenlenir. Bu nedenle üretime katılan üretim faktörlerinin bölüşümdeki payları üretim miktarıyla orantılı olarak belirlenir. Üretime çok katkıda bulunanın payı, üretimin artmasıyla artar; azalmasıyla da azalır. Emek faktör sahibi zarara katılmaz. Temel ücreti kadar kamu desteğinden faydalanır. Devlet ücret üzerinden vergi almaz. Ücret düzeyi düşük ise, kamu fonundan işçiye ilave destek sağlanır.
Üretim faktörlerinin sahipleri, küçük firmalarda olduğu gibi tek bir şahıs olabileceği gibi büyük firmalarda olduğu gibi ayrı ayrı işletmeler de olabilirler. Şayet üretim faktörlerinin sahipleri ayrı özel ve tüzel kişiler ise üretimi aralarında serbest pazarlıkla belirlenen oranlarda paylaşırlar. Bu aşamada devletin müdahalesi söz konusu değildir. Taraflardan biri mukaveleyi bozar veya isteklerini zorla empoze ederse, o takdirde devlet veya taraflar ihtilafı çözmek amacıyla tahkime başvurulur. Tarafların belirlediği hakemlerin kendi aralarında seçtikleri başhakemden oluşan tahkim kurulunun kararlarının uygulanmasını devlet sağlar. Mağdur olanların meseleyi tahkime yeniden götürme hakları vardır.
Kapitalizmde bölüşümün kurallarını sermayedar, Sosyalizmde ise, devlet belirler. İslam İktisadında ise, paylaşımın kurallarını üretim faktörlerinin sahipleri kendi irade ve rızaları ile serbestçe yaptıkları anlaşmalarla ortaklaşa belirlerler. Bu bakımdan İslam’ın ilkelerine dayalı olarak oluşturulacak iktisadi düzen, adil ve gerçek anlamda serbest bir ekonomik düzendir. Çünkü devletin ekonomik faaliyetlerde rolü ve konumu diğer ortakların rolü ve konumundan farklı değildir. Ortaklık ekonomisinde işçi de, sermayedar ve devlet gibi bir ortaktır. Bu faktörlerden birinin diğerleri üzerinde üstünlük taslaması veya fiilen üstün olması tekelleşmeye yol açar. Tekelleşmenin her çeşidi nimet-külfet dengesini bozar. Liberal Kapitalizmden söz edenler, faizli bir sistem olan Kapitalizmde tekelleşmenin önlenemeyeceğinin sanırım farkında değillerdir. Kapitalizmde kar marjının faizden yüksek olduğu dönemlerde belli ölçüde liberalleşme söz konusu olabilir. Kâr oranları faiz oranına yaklaştıkça tekelleşme eğilimi artar. Kâr oranı faiz oranına eşit olursa sistem bunalıma girer. Kâr oranı faiz oranın altına düşerse, sistem müdahaleci hale gelir. Kâr oranın faiz oranın üzerine çıkartılması için her çareye başvurulur; gerekirse yapay çatışmalar çıkartılır. Hatta ırkçı-tekelci sermaye savaş bile çıkartan girişimlerde bulunabilir. Dünyada son dört yüzyılda çıkartılan savaşlarının nedenlerini tarafsız bir gözle inceleyen tarihçiler bu gerçeğin farkına varabilirler.
Kaynak: DergiPark