İşin ehli zaten ayrıntılara vakıf, ancak takip etme imkânı bulamayan İslam İktisadı araştırmacıları için olan biteni özetlemek isterim.
ABD’nin en büyük 16. bankası olan California merkezli Silicon Valley Bank (SVB) battı. SVB’nin farik özelliği Venture Capital (risk sermayesi) ile startuplar (sermaye arayışında olan yeni işletmeler) arasında bir aktarım kavşağı olmasıdır. Bankanın bizzat kendisi de bioteknoloji alanı başta olmak üzere birçok startupta yatırımı var.
COVID-19 ile birlikte ortaya çıkan yavaşlama ve daralmayı telafi edebilmek için ABD Merkez Bankası varlık alımları yaparak parasal genişlemeye gitti. Bol ve görece düşük maliyetli paranın risk iştahı, doğası gereği yüksektir. Bu para startup ve kripto varlıklara yöneldi, 2020 ve 2021 yılları her iki piyasa için de çok parlak yıllardı, sermaye sahiplerinin risk iştahı ve startupların net işletme sermayesine olan ihtiyaçları birleşince olanlar oldu, kripto varlıkların ve startupların değerlemeleri gerçeklikten uzaklaştı, büyük bir balon oluştu. İşte tam bu noktada Silicon Valley Bank (SVB)’ı görüyoruz, bu banka tabiri caizse startupların mevduat bankası haline geldi, özellikle kripto piyasasındaki startuplarla yakın ilişkileri olduğu biliniyor. Startuplar aldıkları yatırımların büyük kısmı bu bankada mevduat olarak tutuluyordu. Pandemi sebebiyle uygulanan genişletici para politikası ABD’nin 1981’den bu yana gördüğü en yüksek enflasyon seviyelerinin kayıtlara geçmesine sebep oldu ve 2022 Mart ayında FED varlık alımlarını durdurdu ve faiz artırımı koridoruna girdi. Yani daraltıcı para politikasıyla FED bilançosunu küçültmekle kalmadı, paranın maliyetini de artırdı. Bugün FED’in politika faizi 2007 yılından bu yana kaydedilen en yüksek aralığa erişti. Artık piyasada daha az para daha yüksek maliyetle işlem görmeye başladı, böylece riskli varlıklara olan teveccüh azalınca kripto varlık ve startup piyasalarında keskin bir düzeltme yaşandı (balonun havası söndü). Peki bu durum SVB’yi neden ve nasıl etkiledi?
Özellikle startuplar tarafında yatırım koşulları ağırlaştı, aynı miktarda yatırım için daha çok hisse vermek istemeyen startuplar ihtiyaç duydukları işletme sermayesini karşılamak için SVB’deki mevduatlarına yöneldiler. SVB mevduat çıkışı talebine cevap verebilmek için ellerinde tuttukları uzun vadeli devlet tahvillerin büyük kısmını 9 Mart günü sattı. SVB, ABD’deki bankalar içinde elinde en çok tahvil bulunduran banka olarak anılmaktadır, varlıklarının yaklaşık %55’ini devlet tahvilleri teşkil etmekteydi. Ellerindeki varlıkları satmaya başladığına göre ellerinde para kalmadı, bize mevduatlarımızı ödeyemeyecek düşüncesi piyasada hızla yayıldı, borsada bankanın hisseleri %60 değer kaybetti, risk sermayesi yatırımcıları ve staruplar panikle mevduatlarını talep ettiler. Hepimiz biliyoruz ki kaydî para sisteminde böylesi bir talebin karşılanması mümkün değildir. Diğer yandan faiz oranları ile tahvil fiyatları arasındaki ters korelasyon sebebiyle tahvil fiyatları düşmüş olduğu için tahvil satımından SVB’nin 1.8 milyar USD zarar ettiği ifade ediliyor. Banka 2.25 milyar USD sermaye artışına gideceğini beyan etmesine rağmen 10 Mart Cuma günü sabahı FDIC (Federal Deposit Insurance Corporation- Bizdeki TMSF) bankaya el koyduğunu açıkladı, ancak sorun şu ki her bir mevduat hesabı için FDIC sigorta tutarı 250.000 USD (Türkiye’de bu tutar 400.000 TL). Sigorta tutarı bankadaki mevduatların sadece %11’ini karşılıyor. Bu noktada da ABD Merkez Bankası devreye giriyor.
ABD Merkez Bankası ile Federal Mevduat Sigorta Kurumu yaptıkları ortak açıklamada bu süreçte birlikte hareket edeceklerini ifade ettiler. Bu açıklamanın Türkçesi, 250.000 USD’ye kadar FDIC tarafından ödenecek, üzerini merkez bankası olarak ben karşılayacağım, kimsenin 5 centi kalmayacak, sisteme güvenin ve panik yapmayın anlamına geliyor. Kulağa merkez bankası bağımsızlığı açısından pek doğru gelmiyor, dahası var; sabit gelirli emekçiler aleyhine sonuçlar doğuran enflasyon hedeflemeli para politikalarında bağımsızlığının arkasına sığınan ABD merkez bankası, konu sermaye olduğunda bağımsızlığını bir kenara bırakıp yapılması gerekeni yapmaktan imtina etmiyor. Tüm diğer merkez bankaları gibi ABD Merkez Bankasının bu tavrı ilk değil, son da olmayacak. Merkez Bankaları kapitalist sistemin sınır karakollarıdır ve sistemi korumakla vazifelidir. Ancak ellerindeki finansal regülasyon imkanlarıyla bu vazifeyi gerçekleştirmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Sermaye, kendisini korumayı amaçlayan regülasyonları dolaşarak her koşulda kendisini gerçekleştirmeyi mubah görüyor. Böylece yeni regülasyonlara ihtiyaç duyuluyor. Burada ifade edilenler kapitalizmin giderek derinleşen yapısal sorunlarından sadece birisi.
Bugün iflas haberini aldığımız bir diğer banka New York merkezli Signature Bank, bu bankanın da benzer bir hikayesi var. ABD merkez bankasının daraltıcı para politikası neticesinde değer kaybeden kâğıtların bankaya zararı, bilançosundaki aktiflerin %30’u civarında. Değer kaybeden kâğıtlardan doğan zarar küçük ölçekli bankalarda aktif büyüklüğünün %50sini bulabiliyor. Bu durumun domino etkisiyle küresel bir finansal krize dönüşmemesini umuyoruz ancak ABD’de banka iflaslarının devamı gelecek gibi görünüyor. Zincirin bir sonraki zayıf halkasının San Francisco merkezli First Republic Bank olabileceği söyleniyor, bu süreçte hisseleri %17 değer kaybetti. FED’in son açıklamaları ışığında Mart ayında yeniden faiz artıracağına kesin gözüyle bakılıyordu ancak bu durumda faiz artırımına ara verilmesi gerekebilir.
SVB’nin batışının sadece finansal sonuçları olmayacak gibi görünüyor. SBV’de mevduatı bulunan birçok startup’ı doğrudan etkileyecek. Özellikle bir süredir işten çıkarmaların devam ettiği teknoloji sektöründe, çalışan maaşlarının ödenememesi, işten çıkarmaların artması gibi sonuçları olabileceği tahmin ediliyor. Banka iflasları domino etkisiyle küresel bir finansal krize evirilirse bu kriz sadece basit bir resesyondan ibaret olmayabilir.
Banka iflaslarını yalnızca ABD merkez bankasının daraltıcı para politikasına bağlamak eksik bir tespit olacaktır. Sorunun asıl sebebi, pandemi döneminde tercih edilen kontrolsüz parasal genişlemedir. Kontrolsüz parasal genişleme sebep, daraltıcı para politikası sonuçtur.
Bu hadiseden Türkiye için alınacak dersler var, zira Türkiye’de de son iki yıldır kontrolsüz bir parasal genişleme yaşamaktayız. Böylesine yüksek bir ısınma neticesinde ekonominin hasar almadan soğutulması incelik isteyen hassas bir konu. Çünkü ABD bankalarının iflasına sebep olan devlet borçlanma senedi tehdidi belirli ölçüde Türk bankacılık sistemi için de söz konusu. %400 gibi distopik kârlar açıklayan Türk Bankacılık Sistemi oldukça sağlam bir görünüm sergiliyor ancak küresel bir finansal krizin şiddeti karşısında yıkılıp yıkılmayacağı yapısal durumu kadar üzerine inşa edildiği zeminin niteliklerine de bağlı. Bankacılık sisteminin üzerinde durduğu zeminin kalitesini belirleyen iki önemli nitelikten birincisi bankaların sermaye yeterlilik oranı, diğeri ise finansal regülasyonlar bütünüdür. TCMB bankalara gönderdiği uygulama talimatlarıyla para piyasasını düzenlemektedir, regülasyonlara uymayan bankaların devlet tahvili bulundurma zorunluluğu getirilmektedir. Diğer yandan Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı mikroihtiyati tedbirler çerçevesinde bankalar sabit getirili menkul kıymet alımına yöneltilmektedir. Hazine ve Maliye Bakanlığının Ocak 2023 tarihli Kamu Borç Yönetim Raporuna göre Aralık 2022 itibariyle iç borç stokunun %77’si bankacılık kesiminin bilançosunda bulunmaktadır. Bugün bu oranın daha da yüksek olması beklenebilir. Devlet borçlanma senetlerinin Türkiye Bankacılık Sisteminin konsolide aktif büyüklüğü içindeki ağırlığını net olarak bilemiyorum ancak farklı kaynaklarda bu oranın şu an %5 olduğu ifade ediliyor. Eğer bu seviye muhafaza edilirse ciddi bir sorun olmayacaktır. Diğer yandan oranının büyümesi durumunda, para politikasındaki faiz artırımından yana bir tavır değişikliğinin Türk bankacılık sistemindeki olası etkilerini Silicon Valley Bank tecrübesinde gözlemleyebiliriz.
Yunus Emre AYDINBAŞ
* Yazarların görüşleri kendilerini bağlar.