Anasayfa Makale Takıyyüddin İbn Teymiyye ve İktisadi Görüşleri

Takıyyüddin İbn Teymiyye ve İktisadi Görüşleri

by

İdarecilere ödenecek vergiler konusunda hassas davranan İbn Teymiyye, yönetici zalim bile olsa kişilerin vergi ödemekten kaçınmamaları gerektiğini belirtir (İbn Teymiyye 1985: 59). Ancak sözü edilen şer’i vergidir. Nitekim meks gibi gayr-i şer’î vergilerin alınmasını haram kabul eder (İbn Teymiyye 1985: 70).

Devletin gelir kaynağının üç şekilde olması gerektiğini belirten İbn Teymiyye bunların kaynağının kitap ve sünnet olduğunu belirtir. Bu üç gelir kalemi ise ganimet, sadaka ve fey’dir (İbn Teymiyye 1985: 61). Ganimetler konusunda İbn Teymiyye beşte dördünün savaşa katılanlar arasında herhangi bir statü farkı gözetilmeden dağıtılması gerektiğini savunur. Bununla birlikte savaşta dikkat çeken başarı gösterenlere ayrıca mükâfat verilebileceğini belirtir (İbn Teymiyye 1985: 63). Ganimetler hakkında yöneticilerin diledikleri şekilde hareket etmelerini uygun görmeyen İbn Teymiyye şeriat orta yolu tutmayı emrederken bunun haddi aşmak olduğunu belirtmekte ve kendi çağında yöneticilerin ganimetleri diledikleri şekilde dağıttıklarından bahsetmektedir (İbn Teymiyye 1985: 65). Fey’i Allah’ın kâfirlerden alıp savaşmadıkları halde Müslümanlara iade ettiği mal olarak tanımlayan İbn Teymiyye bunun Müslümanlar için mubah mal olmasının gerekçesini şöyle belirtir: Yüce Allah malları insana ibadette yardımcı olsun diye vermiştir. Kâfirler ibadet etmedikleri için o mallar mümin kullara aittir. Cizyeyi, Hıristiyan ülkelerden ve başkalarından yöneticiye verilen hediyeleri, zimmilerden alınan gümrük vergilerini fey’ kapsamında değerlendirmiştir. Aynı şekilde mirasçısı olmayan kişinin malı, sahibi bilinmeyen malları da fey’e dâhil etmiştir (İbn Teymiyye 1985: 68-69).

Maliye yöneticilerinin hediye almasını uygun görmeyen İbn Teymiyye yöneticilerin alım-satım, kira sözleşmeleri ve ortaklıklar yapıp bu yolla elde ettikleri gelirleri hediye kapsamına dâhil eder ve sultanın bunları ellerinden alabileceğini belirtir (İbn Teymiyye 1985: 74). Haksız bir şekilde alınan verginin sahiplerine iade edilmesi gerektiğini belirten İbn Teymiyye bunun mümkün olmadığı durumlarda söz konusu varlığın Müslümanların yararına harcanması gerektiğini belirtir (İbn Teymiyye 1985: 76). Zekât ve ganimetin harcanma yerlerinin belirli olduğunu ancak bunun dışındaki gelir kalemlerinden elde edilenlerin en uygun biçimde kamu için harcanması gerektiğine işaret eder (İbn Teymiyye 1985: 78). Uygun harcama yerlerinin neler olabileceğini örneklendirirken at, silah vb. araçlarla sınır güvenliği, suyolu yapımı, köprü yapımı yanında ücret ve fiyatların istikrara kavuşturulmasında harcanabileceğini belirtir (İbn Teymiyye 1985: 79). Ücret ve fiyatlara bu şekilde müdahale etmeyi önermesi serbest piyasa koşullarına müdahale anlamına gelmekle beraber bunun tes’îr şeklinde olmaması onun fiyatlara yumuşak müdahale taraftarı olduğu anlamına gelebilir.

 Arz Talep

İbn Teymiyye bazen fiyatlardaki düşüş ve yükselişin sebebinin bir zulümden kaynaklanmayabileceğini, bunun sebebinin bazen üretim azlığından ya da ürünün dışarıdan ithal edilmemesinden kaynaklanabileceğini belirtir. Bir şeye olan rağbetin arttığı, arzulanan şeyin azaldığı durumlarda fiyatların yükseleceğini belirtir. Bunun tersi durumlarda fiyatların düşeceğine değinir. Bir şeyin azalmasının ya da çoğalmasının sebebinin insanlardan kaynaklanmayabileceğini belirtir. Bir şeye olan arzuyu kalplerde Allah’ın yarattığına işaret eder (İbn Teymiyye 1997: 523). Ona göre arz ve talebi etkileyen faktörler şöyle sıralanabilir (Ghazanfar 2015: 98):

1. Ürüne olan ihtiyacın yoğunluğu ve büyüklüğü,
2. Bir malın göreceli olarak azlığı ya da bolluğu,
3. Kredi şartları,
4. Peşin yapılan ödemelerdeki indirim.

Yukarıda söylediklerine karşın eğer ortada bir zulüm sebebiyle fiyatlarda yükselme varsa, bir karaborsacılık durumu varsa yöneticinin emsal değerden insanların ihtiyaç duyduğu şeyi satmaya zorlama hakkının bulunduğunu söyler (İbn Teymiyye 1999: 21). Bu iki duruma caiz narh ve vacip narh olarak iki kısımda inceler. İnsanları birinci durumun olduğu sırada bir fiyattan satışa zorlamanın haksız bir zorlama olduğu, ikinci yani zulmün olduğu durumlarda da fiyat belirlemek ona göre vaciptir (İbn Teymiyye 1999: 23). Zulmün sadece bir şeyi satarken ortaya çıkmayacağına işaret eder. Satın alıcıların da bir fiyat üzerinde anlaşıp satıcıları düşük fiyattan satışa zorlamalarının zulüm olduğunu belirtir. Bu durumda emsal bedelden alım satımın yapılmasını gerekli görür (İbn Teymiyye 1999: 25).

Fiyatlara narh koymayı kamu yararıyla ilişkilendiren İbn Teymiyye, kişinin kendi malını istediği fiyattan satmasının onun kişisel hakkıyla ilişkili olmadığını söyler. İnsanların zorunlu ihtiyacı olan gıda, giysi gibi ürünlerde satıcıya dilediği gibi satma konusunda izin verilirse bunun zararının daha büyük olacağına işaret eder (İbn Teymiyye 1999: 48). Hz. Peygamberin narhı yasaklamasıyla ilgili hadisi yorumlarken onun özel bir durum olduğunu her zaman ve her yerde narhı yasakladığı anlamına gelmediğini belirtir. Söz konusu durumda vacip bir işten kaçınan ya da mal satmaktan kaçınıp emsal fiyattan daha yüksek bir fiyatla satış yapmak isteyenin bulunmadığına dikkat çeker (İbn Teymiyye 1999: 42).

  Hisbe

Muhtesib piyasaların denetlenmesinde görevli olan kişidir, ancak o sadece piyasayla ilgilenmez insanların ibadetlerini yerine getirmeleri hususunda uyarılarda bulunur. En temel görevi iyiliği emretme ve kötülükten alıkoymadır. Onun görevlerini İbn Teymiyye şöyle sıralar: Namazların kılınmasını emretme, doğru sözlü olma ve emanetlerin yerine getirilmesini emretme, yalancılık, hıyanet ve buna dâhil edilebilecek ölçü ve tartıda hile, aldatma gibi olumsuzluklardan alıkoymak (İbn Teymiyye 1999: 15).

Daha genel anlamda ise muhtesibin görevleri şöyle sıralanabilir (Ghazanfar 2015: 102):

1. Zorunlu ihtiyaç mallarının piyasaya sunulması ve tedarik edilmesi,
2. İmalatın denetimi ve ürün standartlaştırılması,
3. Hizmetlerin denetimi,
4. Ölçü, tartı, ürün kalitesi gibi ticari uygulamaların denetlenmesi

  İş Bölümü

İnsanların birbirlerinin yaptıkları mesleklere ihtiyacı olduğuna değinen İbn Teymiyye, ister ithalat yoluyla isterse ülke içerisinde yetiştirilerek sağlanan gıdaya insanların nasıl ihtiyaçları varsa aynı şekilde barınmak için inşaata ihtiyaçları olduğunu belirttikten sonra, eğer toplumda bu ihtiyaç duyulan meslekleri yapan kimse bulunmazsa sultanın emsal ücretle bu işleri yaptırmasının zorunlu olduğuna dikkat çeker. İnsanların bir grubun dokumacılık, inşaatçılık ya da çiftçilik yapmasına ihtiyacı olduğu durumda o grup insanın bu işleri yapmasının üzerlerine vacip olduğunu söyler (İbn Teymiyye 1999: 23). Böyle bir durumun ortaya çıkması halinde insanların meslek sahiplerine ödeyecekleri ücretlerde de narh koyulabileceğini öyle ki bunun vacip narh olacağını belirtir. Bu narha da tes’îr-fi’l âmâl olarak isimlendirir.

  Toprak Kiralaması ve Etkin Piyasa

İbn Teymiyye toprağın kiraya verilmesinden çok, toprak üzerinde ortaklık yapılmasının daha hakkaniyetli ve daha adil olduğunu söyler. Eğer ortaklık yapılırsa nimet külfet dengesinin gerçekleşeceğini kiralanması durumunda ise gerçekleşmeyeceğini belirtir. Bunun gerekçesini açıklarken ise, kiracı toprak sahibine kira bedelini öder ancak ektiği topraktan ürün elde edip edememesi de mümkündür (İbn Teymiyye 1999: 30). Dolayısıyla İbn Teymiyye’nin bir tarafın üzerine risk yüklenip diğer tarafın risksiz gelir elde ettiği toprak kiralama yöntemine sıcak bakmadığı ortaya çıkmaktadır.

Etkin piyasa konusu, menkul kıymet borsalarında kullanılan bir tabir olmakla birlikte burada da kullanmasında bir beis bulunmasa gerektir. Zira İbn Teymiyye’nin dikkat çektiği husus fiyat bilgisinin alıcı ve satıcı arasında eşit düzeyde olmamasıdır. Bununla ilgili olarak İbn Teymiyye telakki’r-rukbân konusunda Şarî’nin kamu yararını gözettiğini, zira mal getirenin piyasa fiyatlarından habersiz olup, getirdiği malın emsal değerini bilmemesi ve dolayısıyla aldatılmaya müsait bir konumda olmasından dolayı yasaklandığını belirtir. Etkin piyasanın olmadığı durumlarda satıcıların, müşterilerine emsal fiyattan satış yapması gerektiğine işaret eder (İbn Teymiyye 1999: 50).

   Faiz

İbn Teymiyye menfaat elde edilen her borç vermeyi faiz kabul etmektedir. Bunu ise şu örnekle açıklamaktadır. Bir kimse yüz dirhem değerinde olan evini yüz elli dirheme kendisine verdiği yüz dirhemlik borç dolayısıyla alacaklı olduğu kimseye satsa bu faiz olur (İbn Teymiyye 1997: 533). Allah’ın faizi muhtaç durumda olan kimselere zararından dolayı haram kıldığını söyleyen İbn Teymiyye aynı zamanda faizli işlemlerin bâtıl yolla mal elde etmeyi de içerdiğini belirtir (İbn Teymiyye 1997: 419). Faizli muamelede bulunan kimsenin muhtaç durumda olduğu için böyle bir işe yeltendiğini söyleyen İbn Teymiyye muhtaç durumda olmayan kimsenin daha fazla ödeme koşuluyla borç almayacağını belirtirken fakir kimsenin ödeyeceği fazlalığın zulüm olduğuna değinir (İbn Teymiyye 1997: 341).

Îne konusuna da değinen İbn Teymiyye onun hile olup yapılan iki akdin de bâtıl olduğunu söyler (İbn Teymiyye 1997: 30). Teverruk konusunda ise önce onun nasıl yapıldığını anlatıp daha sonra mekruh olduğunu söyler (İbn Teymiyye 1997: 446). Ancak şuna işaret etmek gerekir ki İbn Teymiyye’nin bahsettiği teverruk bireysel teverruktur. Hükmünü söylemeden önce kişinin bir malı faydalanma için satın alabileceği, ticaret için satın alabileceği ya da amacının nakit elde etme olabileceği şeklinde üç gerekçe belirtir.

Teverruk, îne gibi yapılan muamelelerde faizin yasaklanma sebebi olan mefsedetlerin bulunduğu, buna ziyade olarak içerisinde aldatma bulunduğu için daha fazla kerahet barındırdığını belirtir. Böyle muameleleri yapanların amaçlarının alışveriş olmayıp nakit alışverişi olduğunu, onların yolu uzatmakla birlikte faizin cereyan ettiğini dolayısıyla faiz ehlinden olduklarını söyler (İbn Teymiyye 1997: 445).

  Para

Paranın muamelelerde bir ölçü aracı olduğunu belirten İbn Teymiyye diğer mallarda kendisinden faydalanma bir amaç iken paranın bir araç olduğu, dolayısıyla maddesinin, şeklinin önemli olmayıp kendisinden bekleneni yapmasının yeterli olduğunu söyler (İbn Teymiyye 1997: 201).

Yöneticin muamelelerin adil olması için, halkına zulmetmeden para darp ettirmesi gerektiğini söylerken onun para ticareti yapmaması gerektiğini belirtir. İnsanların ellerindeki metallerden para basılması durumunda bu işlemden kâr amacı güdülmemesini, metal işleme ücretinin beytü’l-mâlden karşılanması gerektiğini belirtir. Para ticaretinin toplum için bir zulüm ve onların mallarını bâtıl yolla yeme manasına geldiğini söyler. Eğer ayarı düşük para basılırsa ayarı yüksek paraların ülke dışına çıkacağı ve bu itibarla da insanların mallarının zarara uğrayacağını dile getirir (İbn Teymiyye 1997: 469).

   Sonuç

İbn Teymiyye inancı uğruna hayatı boyunca mücadele etmiş, bunun için yeri geldiğinde hapse girmiş, vefatı da hapisteyken gerçekleşmiş bir âlimdir. Moğol saldırıları ve haçlı seferlerinin Müslüman dünyası üzerinde etkili olduğu bir dönemde yaşamış ve bizzat kendisi bu seferlere iştirak edip cihat etmiştir. Aynı zamanda ilmî faaliyetleri merkeze alan İbn Teymiyye’nin çok sayıda eseri günümüze ulaşmıştır. Onun iktisadi görüşlerini ele alan bu çalışmaya onun bu yönünü öne çıkaran birkaç örnekle son verilecektir.

Fiyatlara müdahale konusunda iki farklı tutum sergileyen İbn Teymiyye, doğal durumlardan kaynaklanan fiyat artışlarında müdahaleyi gerekli görmezken ihtikâr sebebiyle fiyat artışı olduğu durumlarda müdahaleyi zorunlu görmektedir. Doğal durumlar sebebiyle fiyat artışı olması durumunda sarf yerleri naslarla belirtilmeyen gelirlerden aktarma yapılarak piyasaya müdahaleyi öngörmektedir. Bu durumda İbn Teymiyye’nin cebrî müdahaleden çok piyasa kurallarına uygun yumuşak bir müdahaleyi tasvip ettiği ortaya çıkmaktadır.

Toprak kiralaması hususunda ortaklığı tasvip edip kirayı adil olarak görmemesi riski üstlenmeden elde edilen geliri gayri adil olarak sınıflandırmasıyla ilgilidir. Faizin tanımı hususunda ise parasal olup olmamasına bakmadan verilen borçtan elde edilen her türlü menfaati faiz olarak değerlendirmektedir. Onun zihninde faizle borçlanan kimse sadece zor durumda olduğu için borçlanır, zor durumdaki kimseyi sömürmek ise zulümdür. Günümüzdeki yatırım amaçlı faizli borç alma konusuna değinmemektedir.

Îne satışı ve teverruk uygulamalarına sert eleştiriler getirdiği görülen İbn Teymiyye ‘Allah’ı kandırmak’ tabirini kullandığı bu mevzuda, işin sonucuna bakarak faizde ortaya çıkan olumsuz durumların bu tür işlemlerde de var olduğunu, bu işlemleri yapanların yolu uzatmakla birlikte faizden kurtulamadıklarını belirtmesi günümüzdeki faizsiz finans kurumlarının bu türden yaptıkları işlemlere ciddi bir eleştiri olarak kabul edilebilir.

Paranın değerini düşürecek müdahalelerden kaçınmak maksadıyla paranın ayarıyla oynanmasını ve yöneticilerin para ticareti yapmasını şiddetli bir şekilde eleştirmesi ve bunu halkın yaşamına etki eden bir zulüm olarak nitelemesi dikkat çekicidir. İbn Teymiyye’nin metalist para döneminde söylediği hususun günümüzde merkez bankalarının para emisyonu politikalarıyla doğrudan ilişkilendirilmesi mümkündür.

Bu çalışmada özellikle üç eseri üzerinden İbn Teymiyye’nin iktisadi görüşleri gün yüzüne çıkarılmaya çalışılmıştır. Ağırlıklı olarak dönemin iktisadi koşulları ve onun iktisadi görüşleri üzerinde durulmuştur. Şunu belirtmek gerekir ki İbn Teymiyye’nin iktisadi görüşleri bu çalışmada ele alınanlardan ibaret değildir. Bu çalışmada belli başlı fikirlerine yer verilmiştir. Bundan sonraki yapılacak çalışmalarda burada değinilmeyen kira, ortaklıklar vb. konuları incelenebilir. Tasviri çalışma olmasına gayret gösterilmesi ve konunun kısa tutulmaya çalışılması sebebiyle günümüze söyleyebileceği şeyler açıkça belirtilmeyip okuyucunun değerlendirmesine bırakılmıştır.

 

 

***

Kaynak: Maruf İktisat

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun