Hesap Günü
Hikâye, Arif Bedir Bey’in, alafranga bir muhitte yer alan ve esnaflar arasında para toplanarak yapılan bir camide düzenlenen cenaze töreni ile başlar. Cenazeye katılanlar kendi aralarında konuşurlar. Ölümü düşünürler, sonra hemen dünyayı düşünmeye başlarlar. Fakat musalla taşında yatan tabutu gördüklerinde tekrar ölümü hatırlarlar. Cenazeye katılan birkaç kişi, tabutun içindeki Bedir ile konuşarak ondan helallik ister. Bedir ise onlarla yaşadıklarını hatırlatıp helallik için geç kaldıklarını söyler. Hikâye bu çerçevede Bedir’in hayatını anlatmaya başlar. Bedir, İngiltere’de İşletme alanında doktora eğitimini tamamlar. Henüz doktora yaparken kolejden arkadaşlarıyla ticarete atılan Bedir, hayatı boyunca çeşitli işlere girip çıkar.
Para kazanma konusunda bir sıkıntı yaşamayan Bedir, ne yaparsa yapsın bir türlü mutluluğu yakalayamaz. Hayatına sürekli bir mana vermeye çalışan Bedir, bu süre içinde birden fazla iş değiştirir. Bir zaman sonra yine bu düşüncelerle dükkân sahibi olduğu Şekerci Abdullah’ın dükkânını devralır. Orada okul arkadaşı Enver yardımıyla Cumalara gitmeye başlar. Tekkeye de başlayacakken büyük bir şirketten onu iş için çağırırlar. Böylece Bedir yine zamanın hızla akıp geçeceği koşturmacaya başlamıştır. İş yerinde her şey iyi giderken yaşanan bir deprem sonucu kendisine sarkıntılık eden sekreterinin ölmesi, onu istifa etmeye sürükleyerek devlette bir iş bulmasına yol açar. Burada epey iyi iş çıkaran Bedir’in bir gün annesi Melek Hanım ölüm döşeğine düşer ve ölmeden oğlunun mürüvvetini görmek istediğini belli eder. Bedir, o zaman bir bankada çalışan, kolej zamanı hoşlanıp görüştüğü Asuman ile evlenir. Süha ve Eda isminde iki çocuğu olur. Fakat Bedir’in devlette işleri yoğundur ve çocuklarına zaman ayıramaz. Asuman da çocukların üstüne çok eğilmez. Bunun sonucunda Süha gitar merakına düşer, kötü ortamlara takılmaya başlar ve sonunda bar açar. Fakat açtığı barda sıkıntılar yaşar ve bir gün kumar borcu yüzünden topuğundan vurulur. Eda ise İngiltere’ye antropoloji okumak için gittiğinde Hippi olur ve Hindistan’a gitmek ister. Hindistan’da kaybolan Eda’dan bir süre haber alınamaz. Bunun üzerine üzüntüsünden annesi Asuman felç geçirir. Eda’dan iyi haber gelmesi üzerine Asuman baston yardımıyla yürümeye başlar. Bu arada bir holdingin yolsuzluğunu gören Bedir’e holding oyun oynar ve onu bir kadınla görüntüler. Bu durumu atlatmasına rağmen yorulan ve mücadeleyi bırakan Bedir istifa ederek şekerci dükkânına geri döner. Artık iyice yaşlanan Bedir bir süre daha camiye devam etmeye çalışır fakat sabah namazlarına kalkamaz, yatsı vakti uyanık kalamaz olmuştur. Asuman da kızının iyi haberlerini alınca örtünmeye ve namaza başlamıştır. Bir süre sonra Bedir alzaymır hastalığına yakalanır ve hastanede hayata veda eder. Hikâye cenaze namazının kılınması ile sona erer: Avludaki cemaatin bir kısmı cenaze namazına katılırken bir kısmı da duvar dibinde bekler. Cenaze mezarlığa giderken bazıları da kuaföre, partiye ya da arkadaşıyla eğlenmeye gitmek üzere arabalarına binerler. Mustafa Kutlu, dünyanın bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu söyleyerek hayatın tek manasının İslam olduğunu ifade eder.
“Alın teri ile zengin olan yok mu hocam? Vardır ama nadir. Öyle bir Müslüman bul alnından öpeyim. Nasıl yani? Şöyle: Malını İslâm yolunda harcayacak, Hz. Ebubekir gibi. Ama yok. Bu haksız kazanç yüzünden fakirler arasında zenginlere karşı bir husumet doğmuştur.
Peki hocam, zengin olmak mı efdal, fakir kalmak mı? Önderimiz Hz. Peygamber’in hayatına bakarsan onun fakirliği seçtiğini görürsün. Zaten peygamberler miras bırakmaz. Efendimiz dünyasını değiştirdiğinde geriye birkaç parça değersiz eşya kaldıydı. Peki sonra? Sonrası Hz. Ebubekir halife olarak malını İslâm yolunda harcadığından fakir kalmıştı. Hz. Ömer hutbeye yamalı elbiseyle çıkardı.
Hatta âlimlerin “uydurma” dedikleri bir hadis dahi vardır. Hz. Peygamber buyurmuş ki “Fakirlik iftiharımdır”. Bunu sûfiler çok kullanıyor. Ancak incelik şurada. Buradaki fakirlik manevi mânadadır. Yani mülk Allah’ındır. Kulun elinde bir şey yoktur, o Allah’a muhtaçtır.
Yani sen şimdi bize fakirliği teklif etmiş oluyorsun. Hayır ben diyorum ki fakir sabredecek, zengin şükredecek. Sabırla şükrü terazide tartmayalım. İkisi de makbuldür. Cenab-ı Hak kimini fakirlikle, kimini zenginlikle imtihan eder. Güzellikle çirkinlik gibi. Ancak toplum düzeni için Kuran-ı Kerim şunu söylüyor. Mal-mülk para birilerinin elinde toplanmasın. Yani toplumda kabul edilebilir bir gelir dağılımı olsun. Mal sahibi olanlar kibirlenip şımarmasın, bunun hesabı ağırdır. Böyle düşününce ben zengin müslümanın hesabının daha ağır olduğunu düşünüyorum….
Başa dönersek, helalinden mal kazanıp malını İslâm yolunda harcayanların herkese faydası dokunur. Memleket bayındır olur. Kimse kimsenin malına göz dikmez. Cömertler baş tacı olur….
Yine de mala-mülke güvenmemek lazım.
Burası mühim. Gün gelir elinden uçar gider, meydanda dımdızlak kalırsın. Malı veren de Allah, alan da Allah. “Ben” dersen yoldan çıkarsın. “Ben” demek terk-i edeptir. ” (s. 9-10-11).
Mustafa Kutlu, yerleşik iktisat teorilerine tam karşıt bir anlayış sunmaktadır. Günümüz kapitalist düzeninde var olan anlayış, kazancı, kârı maksimuma çıkarmak, zengin olmaktır. Bu anlayış, seküler bir bakış açısının neticesidir. Maddi olan ve manevi olanı birbirinden ayırarak manevi olanı iktisadi süreçlerden tecrit eden bu anlayış, çıkarcı, bencil bir anlayıştır. Oysa Kutlu, İslami bir bakış açısıyla meseleye yaklaşmaktadır. İslâm’ın temel kaynaklarından olan Kur’an-ı Kerim ve hadislerden yola çıkarak aslında iktisadi süreçlerin nasıl cereyan etmesi gerektiğini söyleyen Kutlu, İslâm iktisadına bağlı olarak İslami bireyin özelliklerini özetlemektedir. Kutlu, kapitalist sistemin bireye bakış açısıyla İslâm’ın bireye bakış açısını adeta kıyaslayarak helal ve harama dikkat çekmektedir. İktisadi bireyin kazanç elde etmesinde helal-haram ayrımı bulunmamaktadır. Hâlbuki İslami bireyin en temel özelliklerinden biri helal ve harama riayet etmesidir. Bu anlamda çalıp çırpma yoluyla kazanç sağlama kapitalist sistemin bir sonucu olarak görülürken bunun İslam iktisadında böyle olamayacağı söylenmektedir. Bu durum da Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin yaşantısıyla tarif edilmektedir. Kapitalist sistem zengin olmayı, kazancı maksimum seviyeye çıkarmayı öğütlerken İslamiyet ise zengin olanın şükür, fakir olanın sabretmesi gerektiğini söylemektedir.
Kapitalist sisteme göre mal ve mülk kişinin bizatihi kendisinindir ve tamamen onun tasarrufundadır. Hâlbuki İslam’a göre mal ve mülk Allah’ındır. Bu durum, halifelik ile açıklanır. Dünyada var olan her şey Allah’ındır. İnsan ise Allah’ın emanetçisidir. Yani kapitalist anlayışta her şey insana aitken, İslâm’da Allah’a aittir. İslâm’ın iktisadi faaliyetler hususundaki emir ve yasakları İslam iktisadı kavramı ile karşılanmaktadır. İslâm iktisadı başlı başına bir iktisat teorisi olmamakla beraber böyle bir iktisat teorisinin oluşması için bir bakış açısı sunmaktadır. Her iktisat teorisinin bireye bir bakış açısı bulunmaktadır. Kapitalist sistemin bireye bakışı iktisadi birey kavramı ile açıklanmıştır. İslam iktisadının bireye bakışı ise İslami birey kavramı ile açıklanmıştır. Buna göre Kutlu’nun iktisadi süreçlere bakış açısının İslam iktisadı ile aynı olduğu ve İslami bireyin özelliklerini yansıttığı söylenebilir.
Hikâyede Arif Bedir, İngiltere’de iktisat alanında doktora yapmaktadır. Kolejden arkadaşları Ekrem ve İsa ihracat işine girmişler fakat yurt dışı bağlantılarını sağlayamamışlardır. Bu konuda Arif Bedir’den yardım talep ederler. Bedir, bu talebi kabul etmesiyle beraber şirkete üçte bir oranında ortak olur. Yurt dışı ağını çok iyi bir şekilde kuran Bedir, doktorasını bitirince yurda dönüş yapar. Bir zaman sonra Ekrem ve İsa’nın hem kendisini hem devleti kazıkladığını anlayan Bedir, bir süre ses etmeden sermayesini biriktirmeye devam eder. Yeteri kadar sermaye biriktirince de ortaklıktan ayrılır. İşin tüm aşamalarını öğrendiği için ihracata girişen Bedir, yurt dışında kurduğu ağa güvenmektedir. Fakat Ekrem ondan önce davranarak iki misli para öder ve Bedir’in kurmuş olduğu ağda çalışan adamları satın alır. Bunun sonucunda malları elinde kalan Bedir iflas eder. Bunun üzerine Bedir de Ekrem ve İsa’nın şirketinin daha önceden şahit olduğu kanunsuz işlerini şikâyet ederek onların da batmasını sağlar. Fakat Ekrem ve İsa yeniden toparlanırlar.
Kutlu bu durumu “Bugünün iş dünyası böyle. Kim kimi haklarsa. Siyaset bir, ticaret iki. Bunlar zalimdir.” (s. 46) şeklinde yorumlar. Kapitalist ekonomik sistemin bencil, maksimum kâr elde etmeye iten, maddi refahı ve gelişmeyi öğütleyen yapısı, günümüzün iktisadi faaliyet alanlarını bu şekilde etkilemektedir. Bunun temel sebebi ise, tüm bu süreçlerin içerisinden manevi olanın çıkartılmasıdır. Dinin yok sayılmasıdır. Sadece bu dünya varmış gibi davranılmasıdır.
Bedir işsiz güçsüz, ne yapacağını bilmez hâldedir. Bir lokantada yemek yerken bir tanıdık masasına yaklaşır. Bu, aynı kolejde okuduğu Cezmi adında birisidir. Eniştesi sayesinde inşaat işine girmiştir. Bedir’in de ihracat işine girdiğini duymuştur. Onunla bu konuyu konuşmak istemektedir. Sohbet devam ederken, Cezmi inşaat işinde paranın nasıl kazanıldığını anlatmaktadır:
“- Bir başka ortakla on sekiz dairelik bir iş yaptık. Yap-sat.
– Evet.
– Yeri güzeldi, iyi gitti. Abi inşaatta para var yani. Altmışa mal edip yüzaltmışa satıyorsun.
– Yuh artık.
-Öyle. Hele devlet işi ise, sen de namusu cebe koymuş isen, bu iş iki yüz altmış olur.” (s. 50).
Kutlu, Cezmi üzerinden bugünün kapitalist ekonomik sisteminin aksaklıklarını, yanlışlıklarını vurgulamaktadır. Kapitalist sistemde yaşayan insanlar, sadece maddiyata odaklanarak maneviyatı yok saymaktadırlar. Bunun sonucunda dinin emir ve yasaklarının dışında davranarak haksız kazanç elde etmektedirler.
Günümüz kapitalist sistemin içerisinde yaşayan insan, maksimum kâr etme derdi içerisinde yaşamaktadır. Öbür dünyayı düşünmeden yaşayan iktisadi birey ölene kadar durulmamaktadır. Bu durum, hikâyede Cezmi üzerinden şöyle anlatılmaktadır:
“Sonunda bir kalp krizi geçirdim.
-Geçmiş olsun.
-O zaman Hanyayı Konyayı anladım.
-Maşallah.
-Dedim ki, oğlum Cezmi torununun torununa yetecek servetin var, bırak artık, bırak.
-Ee! Bıraksaydın.
Cezmi acı acı güldü:
-Alışmış kudurmuştan beterdir abi. Bırak deyince bırakılmıyor. Gecikmemin sebebi budur….” (s. 74).
Cezmi, büyük servet sahibi olsa da bu serveti torunlarının torunlarına yetecek miktara ulaşsa da hâlâ çabalamaktadır. Bunun sebebi doymazlıktır. Ahireti düşünmemektir. Bu durum, aslında tam da kapitalist sistemin istediğidir. Fakat İslam, bunu kesinlikle reddeder. İslami birey bu tür davranışlarda asla bulunmaz.
Bedir’in ağzından konuşan Kutlu, günümüzde Müslümanların istediği şekilde yaşamasının önünde birtakım engeller bulunduğunu dile getirmekte ve bunların başında devletin geldiğini söylemektedir. Madem öyle, biz de teorik bir İslam devleti kuralım diyerek izahata girişen Kutlu bunların tümünün “Müslümanların kulluk ve ibadetlerini huzur ve emniyet içinde, bilinçli ve gönüllü olarak yerine getirmelerini” sağlayacağını söylemektedir. Buradan da anlaşılmaktadır ki Mustafa Kutlu İslam anlayışının her şeye hâkim olmasını istemektedir. Her şeyin İslamiyet’e uygun biçimde yapılmasını arzulamaktadır. Bugünün iktisat anlayışında yerini bulan refah, ilerleme ve zenginlik için de aynı yaklaşımı ortaya koymaktadır:
“Bunlar göreceli şeyler. Müslüman önce kanaat sahibi olmalı; israftan, lüksten uzak durmalı. Sermaye bazı fertlerin elinde aşırı birikip bir müstakil güç haline gelmemeli. Kula kulluk asla söz konusu olmamalı. Zengin ile fakir arasında bir uçurum açılmamalı.” (s. 83).
Bu paragrafta Kutlu, İslam iktisadı anlayışını ortaya koyarak İslami bireyin kanaat sahibi olması, israf etmemesi, lüksten uzak durması gibi özelliklerini dile getirmektedir. Buradan da anlaşılabileceği gibi Kutlu’nun iktisat anlayışı, doğrudan İslam iktisadı anlayışıdır. Bu bağlamda Kutlu, İslam iktisadına bağlı olarak İslami bireyin özelliklerini sık sık vurgulamaktadır.
Yaşantımız süresince çalışıp didinen insanoğlu, ölümü, hesap gününü pek düşünmez. İnsan iş hayatına öyle bir dalar ki başını kaldırıp ileriye bakmaz. Kutlu da dünyaya kazık çakmayacağımızı hatırlatarak iş dediğimiz şeyin “bizi ibadetten, şefkatten, merhametten, Allah yolundan” ayırmaması gerektiğini söylemektedir. Ayrıca “iş bağlantısı için atılacak imza, bizi bir sabah namazını vaktinde kılmaktan alıkoymamalı” diyerek dünya işinin Allah rızası karşısındaki değerini göstermektedir. Bu anlamda hiçbir şeyin İslam’ın insanlara emrettiği ve öğütlediği şeylerin önüne geçemeyeceğini belirten Kutlu, tüm faaliyetler gibi iktisadi süreçlerde de İslam’ın belirleyici olması gerektiğini ifade etmektedir.
Kutlu’ya göre para kazanma hırsı sadece ticaretin içerisinde olanlarda değil, memurlarda da vardır. Kimi evrakta sahtecilik yapmayı düşünür kimi ticarete atılmayı hesaplar fakat genelde kimse bir şey yapamaz:
“Ağa, kredi-mıredi bulacan, yahut babadan kalan tarlayı satacan, toptan bakliyat işine girecen. Garanti bu. Mal kokmaz, çürümez; iyiyi-kötüyü karıştır belli olmaz.
Yahu bırak bakliyatı para emlakte şimdi. Belediyeden bir tüyo alacak, gelişmekte olan bir semtte iki büyük arsa kapatacan, beş seneye âbad olursun âbad.
İşin büyüğü küçüğü olmaz arkadaş. Sizin projeler çok para ister. O kadar para hanginizde var. Hem babadan kalan tarlayı kolay satamazsın, bir sürü hissedar çıkar, sana bir karış yer düşer. Ben size canlı misâl vereyim. Şu bizim dairenin köşesinde köfte ekmek satan köylü ayda kaç para kazanıyor biliyor musunuz? Hep birlikte:
-Yooo.
Bilmezsiniz tabi. Ben üşenmedim sordum. Günde otuz-elli ekmek satıyormuş. İki ile çarp, çünkü yarım ekmek, altmış ile yüz eder. Hadi biz buna elli diyelim. Yarım ekmekten en az bir lira kazansa eder elli, iki lira kazansa eder yüz. Ayda eder üç bin. Vergi yok, kira yok. Temiz üç bin. İçinizde ayda üç bin kazanan var mı?
-Yooo!
İçlerinden biri bu köfte işine içerlemiştir. Karizmayı çizdirmek istemez.
Beyler elinizdeki imkanların değerini bilin. Yeri geldiğinde bir evrakta bir rakam değiştirirseniz istikbal garanti.
Herkes birbirinin yüzüne bakar, tedirginlik artar.
Aman yavaş kardeşim. Ne oldu? Yahu herkesi dinliyorlar bilmiyor musun?
Birinin kulağına gitse bittik.
Böyle projelerle biter öğle tatili. Sigaralar söndürülür. Çalışma masasına doğru giderken çoğunun zihninde ancak şu kadarı kalmıştır. Kimsenin bir şey yapacağı yok….” (s. 106-107).
Kapitalist sistemin içerisinde yetişen, dinden uzak kalan insanlar, her ne iş tutarlarsa tutsunlar yine de daha fazla kazanmayı hesap etmektedirler. Hatta bunu yapmak için ahlaksızlığı bile göze almaktadırlar. Günümüz koşullarına göre birçok kimseden katbekat iyi, düzenli bir gelire sahip olan memurlar dahi, hâlâ daha fazla kazanma derdi içerisine girmektedirler. Şükür demek bilmez, kanaat etmez insanlar aslında hâkim iktisadi sistemin birer yansımasıdır. Oysa İslam, şükretmeyi, kanaat sahibi olmayı ve en önemlisi de helal yoldan para kazanmayı emretmektedir. Hâlbuki bugün birçok insan daha fazla para kazanmak için haram yollara tevessül etmekten çekinmemektedir.
***
Kaynak: DergiPark