Anasayfa Makale Kardeşliğin Tezahürü: Yardımlaşma ve Dayanışma

Kardeşliğin Tezahürü: Yardımlaşma ve Dayanışma

by

İslam dini, insanların ebedî ahiret mutluluğuna erişmesini sağlamak için gönderilmiştir. Bu mutluluğu temin etmek ise dünyada bir düzenin kurulmasıyla kolay hâle gelir. Dünyada dirlik ve düzen olmazsa ahiret saadetini kazanmak zorlaşır. Kaos ve karmaşanın yaşandığı, insanların hak ve hukuk bilincinden uzaklaştığı dönem ve şartlarda Müslümanca yaşamak güçleşir. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.s.), dinin yaşanması noktasında ciddi zorlukların yaşandığı Mekke’den siyasi ve toplumsal istikrarın sağlanacağı Medine’ye hicreti, bir düzen arayışının sonucudur. Ayrıca Müslümanların ahlak ve hukuk ilkelerinin egemen olduğu ve insanların gıptayla baktığı düşünsel ve toplumsal bir düzen kurması İslam’ın yayılması için de önemlidir. Tarihte de görüldüğü üzere Müslümanlar, dünya coğrafyasına dağıldığı günden itibaren gerek inanç temeline dayalı oluşturdukları düşünce dünyasıyla gerekse hak ve adalet üzerine kurulu toplumsal yaşantısıyla diğer toplumlara örnek olmuş ve bu örneklik insanların akın akın İslam dinine girmesine vesile olmuştur. Bu tarihî tecrübe de göstermektedir ki insanlığın karşısına bir iyilik ve kurtuluş vadiyle yola çıktıysanız mutlaka bir sözünüzün ve bu sözün sağlamasını yapacağınız bir düzeninizin olması gerekir. 

İslam’ın ortaya koyduğu düzenin temel özellikleri vardır. Hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim’in bütüncül okunmasıyla ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) risalet hayatının dikkatle incelenmesiyle netleşen bu özelliklerin öne çıkanları; hukukilik, ahlakilik, toplumsallık, vasatilik, evrensellik ve en önemlisi sadece Allah’a kulluktur. Bunlardan biri dahi olmazsa İslam’ı medeniyet ve kültür düzeyinde görünür hâle getirmek mümkün olmaz. Bu özelliklerin her biri ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte bu yazıda konumuzla ilgili olması hasebiyle sadece “toplumsallık” özelliğinden ve bu özelliğin dayanışma ve yardımlaşmaya etkisinden bahsedeceğiz.

Öncelikle şunu ifade edelim ki İslam, bireyci bir din değildir. Sadece bireyi dikkate alan, sadece bireyin kurtuluşunu hedefleyen bir anlayışı reddeder. Kur’an’ın, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın…” (Âl-i İmran, 3/103.) fermanında geçen “hep birlikte” ifadesi, Müslümanların topyekûn kurtuluşa ermeyi hedeflemelerini ve bunun için de birlikte hareket etmelerini öğütler. Öte yandan, Allah’ın Müslümanlara sadece kendilerini değil ailelerini de ateşten korumaları gerektiğini ihtar etmesi (Tahrim, 66/6.) kendimizi düşündüğümüz kadar ailemizi ve çevremizi de düşünmemiz gerektiğini hatırlatır bize. “Emir bi’l-ma‘rûf ve nehiy ani’l-münker” ilkesi de toplumdaki yanlışlara kayıtsız kalınmamasını, şayet kalınırsa bireysel yanlışların büyüyerek toplumsal bozulmalara evrilme ihtimalini ifade eder. Öte yandan dinimizin temel ibadetleri de bireysel değil toplumsal bir özellik taşır. Örneğin vakit namazları cemaatle kılınır ve namazda saflar sık tutulur, hac ibadeti Müslümanların senelik büyük buluşmasıdır. Kişiyle Allah arasında kalan belki de en bireysel ibadet olan oruç bile aç olanların halinden anlamak gayesine matuf olmakla bir ölçüde kendi benliğini unutup toplumun fakirleriyle empati kurma kabiliyetini geliştirir. Zekât ibadetine gelince toplum olma bilincinin en üst düzeyde olduğu bu ibadet, zenginle fakir arasındaki sanal engelleri kaldırarak İslam ümmetinin kaynaşmasını sağlar.

İslam, bireyci bir din değildir. Sadece bireyi dikkate alan, sadece bireyin kurtuluşunu hedefleyen bir anlayışı reddeder.

“İnsanları bir dizi ortak yaşam kuralları ile aralarında barışı ve bağlılığı sağlayacak biçimde birlikte yaşamaya iten ortak eğilim” olarak tarif edilen toplumsallık meselesine İslam dini açısından bakacak olursak Müslümanların birbirlerine bağlılığını temin eden ortak eğilimin “din kardeşliği” inancıyla sağlandığını görürüz. Nesep kardeşliğine sıla-i rahim kavramıyla büyük önem atfeden dinimiz bütün inananların kardeş olduğunu ilan ederek (Hucurat, 49/10.) daha üst bir aidiyet bilinci oluşturmuştur. Bu aidiyet bilinci Müslümanları yekvücut yapacak derecede kuvvetlidir. Bu konuda Resul-i Ekrem’in Müslümanlar hakkındaki şu iki temsili çok önemli mesajlar barındırmaktadır: “Müminler; birbirlerini sevme, birbirlerine acıma ve şefkat gösterme hususlarında tıpkı bir vücut gibidir. Nasıl ki vücudun bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu Müslüman, dünyadaki bütün mülkün Allah’a ait olduğu bilincini taşır. Kula verilen nimetler, ona verilen bir emanet hükmünde olup bir imtihan vesilesidir. acıyı hissederlerse Müslümanlar da birbirlerinin acılarını öyle hissederler.” (Buhari, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66.), “Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı tutan binalar gibidir.” (Buhari, Salat, 88; Müslim, Birr, 65.) 

Müslüman, dünyadaki bütün mülkün Allah’a ait olduğu bilincini taşır. Kula verilen nimetler, ona verilen bir emanet hükmünde olup bir imtihan vesilesidir.

“Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı tutan binalar gibidir.” (Buhari, Salat, 88; Müslim, Birr, 65.) Bu iki temsili incelediğimizde birincisinin duygu birlikteliğine vurgu yaptığını görürüz. Zira sevgi, acıma ve şefkat, insanın temel duygularını ifade eder. Bu temel duygularda birlikteliği yakalamak İslam kardeşliğinin ilk basamağıdır. Öyle ki başkalarının sevincine sevinmek, acısını hissetmek iyilik için harekete geçmenin ilk şartıdır. İnsanın kendi acısını hissetmesi onun canlı olduğunu gösterir. Ancak başkalarının acısını duyması ve o acıyı kendi benliğinde de hissetmesi onun insanlığına işaret eder. İşte İslam da aslında beşeri, canlı olmak derecesinden insan olma seviyesine çıkarmayı amaçlamaktadır. İkinci hadiste çerçevesi çizilen temsilde ise maddi ve toplumsal manada birliktelik ifade edilmektedir. Bu temsile göre Müslümanlar bölük pörçük olmaz, bir arada olur ve birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenir. Biri diğerinin düşmesine engel olur. Şayet düşerse diğeri onu kaldırır. Dışarıdan gelecek saldırı ve musibetlere karşı ortak bir duruş sergilenir, bütün imkânlar seferber edilir.

Bu iki rivayeti birlikte değerlendirdiğimizde şunları söyleyebiliriz: Hz. Peygamber (s.a.s.), İslam kardeşliğini manevi-duygusal birliktelik ve maddi-toplumsal birliktelik esasına oturtmuştur. Bu birliktelikler olmadan bir İslam toplumun dan bahsedilmez. Duygusal birliktelik, toplumsal birliktelikten önce gelir. Zira duygu birlikteliği olmadan toplumsal birliktelik mümkün olmaz. Her şeyden önce gönüllerin birleşmesi ve aynı idealler uğrunda atması gerekir.

Müslümanların maddi ve manevi birlikteliği en çok da paylaşma, yardımlaşma ve dayanışmada tezahür etmektedir. Buradan şöyle bir sonuca ulaşmak mümkündür: Paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma kültürü ve geleneği güçlü olan toplumlar, birliktelikleri güçlü ve üst aidiyet bilinçleri derin olan toplumlardır. Allah’ın hidayetiyle gönülleri İslam’a açılmış Müslümanlar bunun en güzel örneğidir. Bu, dinimizin Müslümanlara kattığı bir güzelliktir. Zira İslam dini yardımlaşmaya o kadar önem vermiştir ki Kur’an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye yardımlaşma teşvikleriyle ve örneklikleriyle doludur. Dinimiz yardımlaşmayı hayatımızın her alanını kapsayacak şekilde çok geniş bir ufukla ele almış ve dinî bir görev ve ahlaki bir fazilet olarak ortaya koymuştur. Nitekim dinî metinlerimizde yardımlaşma ve paylaşmayı karşılayacak çok fazla terim bulunmaktadır. Zekât, sadaka, ihsan, in’am, it’am, infak, ikram, bezl gibi terimler dinimizde yardımlaşmanın çok yönlü ve geniş olduğuna işaret etmektedir. 

İnsanı Allah’a yaklaştıracak her kulluk eyleminin ahlaki ilkelerini ortaya koyan dinimiz, yardımlaşma ve dayanışma ahlakını da en güzel şekilde belirlemiştir. Bütün ibadetlerde olduğu gibi yardımlaşma ve dayanışmada da söylenecek ilk söz, niyetin halis olmasıdır. Bütün ibadetlerin kabulü buna bağlı olduğu için yardımlaşma ve dayanışmanın da gösterişten uzak, yalnızca Allah rızası için yapılması gerekir. Yüce Rabbimiz, yaptıkları iyilikten dolayı teşekkür ve karşılık beklemeyenleri ve sadece Rabbinin rızasını umanları övmektedir. (İnsan, 76/9.) Öte yandan yardımlaşma ve paylaşma yaparken düşüncenin halis olması da çok önemlidir. O düşünce de şudur: Müslüman, dünyadaki bütün mülkün Allah’a ait olduğu bilincini taşır. Kula verilen nimetler, ona verilen bir emanet hükmünde olup bir imtihan vesilesidir. Allah kimine dünyada çok mal vermiş ve onu zenginlikle sınamış kimine de az vermiş ve onu fakirlikle sınamıştır. İslam’da zenginlik bir imtiyaz sebebi değildir. Allah katında tek değer ölçüsü takvadır. Bu düşüncenin benimsendiği İslam toplumlarında zengin fakir iç içe yaşamış, aynı mahallede oturmuş, aynı safta namaz kılmış ve zengin, fakire karşı bir üstünlük iddiasında bulunmamıştır. Bu duygu ve düşüncede olan Müslümanlar, vakıflarıyla, hayır kurumlarıyla, sadaka taşlarıyla yüzyıllardır kardeşçe yaşamış ve yaşamaya da devam edeceklerdir.

Allah katında tek değer ölçüsü takvadır. Bu düşüncenin benimsendiği İslam toplumlarında zengin fakir iç içe yaşamış, aynı mahallede oturmuş, aynı safta namaz kılmış ve zengin, fakire karşı bir üstünlük iddiasında bulunmamıştır.

Son olarak dinimizin paylaşma ve yardımlaşma ahlakı noktasında ortaya koyduğu ilkelere de kısaca temas edelim. Öncelikle ifade edelim ki yardımlaşmada dikkat edilecek en önemli husus, yardım edilen kişinin onurunu ve haysiyetini zedeleyecek davranışlardan kaçınmaktır. (Bakara, 2/262-263.) Bu tutum, yapılan iyiliği boşa çıkarır. Zira insanın gönlü Kâbe’den daha saygındır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) Kâbe’yi tavaf ederken şöyle buyurmuştur: “Ey Kâbe, ne kadar hoşsun! Kokun ne kadar da güzel! Şanın, hürmetin ne kadar da yüce! Ancak canım elinde olan Allah’a and olsun ki bir müminin saygınlığı Allah nezdinde senin saygınlığından daha büyüktür.” (İbn Mace, Fiten, 2.) Diğer bir husus da yapılan yardımın, en güzel ve kaliteli mallardan yapılmasıdır. Zira Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Kendinizin ancak içiniz çekmeye çekmeye alabileceğiniz adi şeyleri hayır diye vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah zengindir, bütün iyilik ve güzellikler O’na mahsustur.” (Bakara, 2/267.) İşe yaramayacak, elden çıksın diye verilen mallar, muhtaç olana faydalı olmayacağı gibi verene de sevap kazandırmayacaktır. Ayrıca yardımlaşma ve dayanışmanın doğru yerlere ve zamanında ulaşması ve bunun için de çalışma yapılması önemlidir. Daha muhtaç varken onların es geçilmesi veya temel ihtiyaçlar temin edilmemişken zaruri olmayanlara para harcanması kardeşlik ahlakına aykırıdır. Bu konudaki problemlerin, yardımlaşma faaliyetlerinin kurumsallaşmasıyla büyük ölçüde giderilebildiği düşünüldüğünde vakıf ve hayır kuruluşlarının ne kadar önemli bir işlev gördüğü de ortaya çıkmaktadır.

Kaynak: Diyanet

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun