Anasayfa Makale Kur’ân’ın Ribâyı Mahkûm Etmesinin Sebebi

Kur’ân’ın Ribâyı Mahkûm Etmesinin Sebebi

by

Şimdiye kadar söylenenlerin akabinde, Kur’ân’da müfrit faizin yasaklanmasının altında yatan sebepleri, mantık sırasıyla, aşağıdaki şekilde tasnif edebiliriz:

1-En başta, borçlar öncelikle tüketim maksadıyla alınır ve kullanılır. Kendi gelirine elle tutulur bir ilave yapmayan borçlunun ana paranın geri ödenmesinde bile güçlük çekmesi ihtimâl dâhilindedir. Bu yüzden, sermayesinin üzerinde ve ötesinde bir fazlalık ödemek, borçlunun iktisadî refahına halel getirecek ve onu, ödeme acziyetinin ve iflasın kaçınılmaz olduğu eşik altı durumuna düşmeye mecbur edecektir. Kur’ân’ın “borçlu darda ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verme”yi (Bakara 2/280) açıkça teşvik etmesi bu yüzdendir.

2-Diğer taraftan alacaklı, borçlunun iflasından kaynaklı herhangi bir kaybı telafi etmek için, yukarıda açıklandığı gibi davranmak yerine, gitgide artacak bir şekilde (Kur’ân’ın diliyle söyleyecek olursak “kat kat”), mümkün olan en yüksek faizi talep etmede kendisini haklı sayacaktır.

3-Nihayetinde, ribâ üretim maksadıyla değil tüketim maksadıyla harcanır veya Kur’ân’ın terminolojisini yeniden kullanacak olursak, “yiyip bitirilir”, öyle ki, giderek artan oranda büyüdüğü hâlde fazlalık, giderek azalır ve en sonunda yok olur. Kur’ân işte burada da gerçekte olan ile mükemmel bir uyum içerisindedir: “Allah fâizi eksiltir…” (Bakara 2/276). Çağdaş iktisat teorisi terminolojisine tercüme edildiğinde bu ifade pekâlâ aşağıdaki şekilde okunabilir: müfrit faizin, bütün olarak servet birikimine ve iş çevresinin üretim kapasitesine ilave bir katkısı yoktur.

Özetlemek gerekirse, başı ve sonu, üretim maksatlı olmayan tüketimin aynı sahfası olmaya eğilimli döngüsel bir akış içinde hareket ediyor görünen bir fazlalık ile meşgul oluyoruz. Diğer bir deyişle, kendisi tükenirken sayısız güçlüğe ve çelişkiye yol açan bir fazlalık. Bu yüzden, zararları beklenen faydalarını aştığı sürece, sözü edilen fazlalıktan uzak durulması veya fazlalığın yasaklanması gayet anlaşılabilir bir durumdur.

Yukarıda belirtilen gerçekler, yapılan itirazların sanki kredilere ve faize yönelik değil de aslında bunların altında yatan güdülerin ve maksatların doğasına yönelik olduğunu akla getiriyor. Eleştirinin ana hedefi, çoğunlukla üretime dayalı olmayan tüketime ve kaynakların sömürülmesine yönelik olmak üzere, ekonomi temellidir. İslâm’ın, başlangıcında tüketim alışkanlıklarına karşı diğer dinlere kıyasla daha hoşgörülü olmakla birlikte, tüm aşırı tüketimi ve harcamayı kesin bir şekilde yasaklaması bahse değerdir (İsrâ 17/26).  Herhangi bir kimsenin ileri sürebileceği üzere, böyle bir aşırılık kişiyi kalıcı borçluluğa ve en kötüsü de sefalete ve dilenciliğe mecbur bırakabilir. Bireyin bakış açısından tüketim konusu için bu kadarı yeterlidir. Sosyal tarafa gelirsek, dağıtım yüzdeleri bağlamında mümkün olan en yüksek adaleti temin edecek âdil bir kazancın ve tüketimin de gözetilmesi gerekir. Bu yüzden, haksız bir yolla elde edilen ve tüketilen fazlalığın her türlüsüne hiçbir şekilde hoşgörü gösterilmemelidir (İsrâ 17/27).  Olağan bir ticaret faaliyetindeki karşılıklı rızaya dayalı kâr hariç, fazlalıkların her türlüsü haksız olarak telakkî edilecektir. Bu minvâlde, ribâ mezkûr tasnife dâhildir. Tekrar belirtecek olursak, “Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır.” (Bakara 2/275).

Tarihî gelişimi anlamak ve [mahiyetini] gerektiği gibi değerlendirmek için müfrit faize dair yasağın Hicret’ten sonraki yıllarda başladığının farkına varmak gereklidir. İşin doğrusu, Mekke’de nâzil olan 30’uncu sûrenin13 haricinde İslâm’ın ilk yıllarında açık bir kısıtlamaya dair kanıtımız yoktur. Müfrit faizi açık bir şekilde yasaklayan sûrelerin Medine’ye Hicret’ten sonra nâzil olmuş olması sadece bir tesadüf değildir. Aslında, gayrimüslimlerden (özellikle de Yahudiler’den) müteşekkil azınlıkların, faizin iki katından fazla artış gösterdiği müfrit faiz işlemleriyle yoğun bir şekilde iştigal etmiş olduğu, yakın zamanda keşfedilmiştir (Âl-i İmrân 3/130). Medine’nin daha girift sosyal ve iktisadî yapısının (müfrit faizin yanında başka) meseleler dizisini ortaya çıkarmış olması bahse değerdir. Bu durum, Mekke’de nâzil olmuş sûrelerin çoğu daha ziyade imânî ve ahlâkî konularla sınırlıyken, Medine’dekilerin katı ve kesin kurallar ve düzenlemeler ihdas etmiş olmasını, en azından kısmen, açıklar.

Bu tedricî tutum değişikliğinin sebepleri sonraki birkaç asırda geçerliliğini korudu ve İbn Haldûn’un terminolojisini kullanırsak, “girift bir medeniyetin” neşet etmesi sonucunda etkileri daha da şiddetlendi. Bilhassa burada, başlıca özelliklerinin, 12’nci asrın İranlı büyük tasavvuf şairi Feridüddin Attar’ın diliyle konuşursak, dışlanmışların kıskançlık ve düşmanlıklarıyla atbaşı giden artan borçların, sonu gelmez meselelerin ve yardıma muhtaç birçok kimselerin olduğu malikânelere14 ve çiftliklere dayalı geniş ölçekli bir tüketim ve harcama ekonomisiyle ilgilenmek durumundayız (Arslan, 2009, 74 vd.).

Sonuç itibarıyla meseleler haksız ve hukuka aykırı telakkî edilen müfrit faizle çok az ilintili olsa da müfrit faize karşı artan yoğunluktaki bu eleştirilerin kısmen sorumlusu kısaca anlatılan bu gelişmelerdir. İşte bu yüzden, ilerleyen zamanlardaki uyarı, “Müfrit faiz şüphesi, müfrit faizin hakikati gibidir” [şeklinde] olmuştur (Çeker, 2021, 76 vd.).

Yücel Kamar

Kaynak: Dergi Park

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun