TOPLUMSAL DAYANIŞMA PRATİKLERİNİN DEPREM SONRASINDAKİ ROLÜ
Dünya genelinde depremin yaşandığı diğer ülkelerde de sosyal ve ekonomik yaşamın alt üst olması, deprem sonrası toplumsal dayanışma gerçeğini su yüzüne çıkartmış, bu alanda görülen eksikliklerinin düzeltilmesine yönelik çalışmalar yapılmıştır. Afetlerden kurtulanların deprem sonrası birbirlerine sosyal destek sağlamalarının arkasında yatan sosyal-psikolojik süreçlerin açıklanmasına yönelik 2010 yılında Şili’de yaşanan deprem sonrası 1240 yetişkinin katıldığı araştırmada sosyal kimliğin geliştirilmesi durumunda ortaya konulan kolektif eylemler sayesinde acil durumlarda bireysel davranış üzerinde etkili olabileceği vurgulanmıştır (Drury, Brown, González ve Miranda, 2015: 209). Başka bir çalışmada Haiti’de (2010) kültüre özgü sosyal sermaye anlayışının deprem sonrası ortaya çıkardığı olumsuzluğa vurgu yapılarak, barınak ve diğer kaynaklara erişimde sosyal sermayenin kullanılmasının depremden etkilenenler üzerinde nasıl bir eşitsizliğe yol açtığı ve şiddeti körüklediği ifade edilmiştir (Rahill, Ganapati, Clérismé ve Mukherji, 2014: 88-89).
Deprem kuşağında yer alan Türkiye, depremler sonrasında devlet, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının ortaya koyduğu dayanışma açısından 1999 Marmara Depremi önemli bir milattır. Söz konusu milat, Türkiye’deki deprem gerçekliği açısından da geçerlidir. AFAD’ın verilerine göre 1999 yılında Marmara bölgesinin tamamını etkileyen depremler sonucunda ise 18.243 kişi hayatını kaybetmiş, 48.901 kişi yaralanmış, 112.752 ev ve işyeri yıkılmış, 263.933 ev ve işyeri hasar görmüştür (Varol ve Kırıkkaya, 2017: 4). Kasapoğlu ve Ecevit tarafından 1999 Marmara Depremi sonrasında devam eden bir yıllık süreçte 500 depremzede ile yapılan görüşmelerde depremzedelerin sosyal dayanışma, bilgi, temel ihtiyaçlar, değişim arzusu ve psikolojik durum açısından olumsuz etkilendikleri belirtilmiştir. İlaveten, eğitim, istihdam, sosyal güvenlik, bilgi ve kadercilik, gelecekteki depremlere hazırlıklı olma konularının ise sorumlu davranış üzerinde etkilere sahip olduğu ifade edilmiştir (Kasapoğlu ve Ecevit, 2003: 339).
Depremin ülkenin ekonomik faaliyetlerinin, sanayileşmenin ve kentleşmenin yoğun olduğu bir bölgede gerçekleşmesi ve yol açtığı can-mal kayıpları, deprem gerçekliği üzerinde daha önemle odaklanılmasını getirmiştir. Nitekim bu deprem sonrası toplum aktif gönüllü sivil toplum kuruluşlarını ismini daha fazla duymaya başlamıştır. Afetlere Hazırlık ve Kentsel Risk Yönetimi Komisyonu Raporu’na göre sivil toplum kuruluşlarının en belirgin özellikleri; hükümetten, merkezi ve yerel yönetimlerden bağımsız olmaları, gönüllülük prensibi içerisinde kamu yararı gözeterek çalışmaları, maddi çıkar beklememeleri ve kar amacı gütmemeleri, merkezi ve yerel yönetimlerle vatandaşlar arasında köprü görevi üstlenmeleri, yalnız kendi ilgi alanları ile değil toplumu ilgilendiren tüm sorun ve konularla da ilgili olmalarıdır (Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, 2009: 127). Marmara Depremi sonrasında kısa adı AKUT olan Arama Kurtarma Derneği, depremde öne çıkan sivil toplum kuruluşlarının başında gelmiştir. Marmara Depremine ilişkin sempozyum konuşmalarının bir araya getirildiği Sivil Toplum Kuruluşları ve Yasalar-Etik-Deprem isimli kitapta dönemin Akut Yöneticisi İskender Iğdır’a göre AKUT’un da diğer sivil toplum kuruluşlarının da devletin de ana görevi bir deprem sırasında, öncesinde ve sonrasında insanlara nasıl davranması gerektiğini öğretmektir. AKUT gibi örgütler devletin oluşturacağı kriz yönetimi organizasyonu ya da bir çatı yapılanması içinde çalışan örgütlerdir (Türkiye Ekonomi ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000: 279-280). Ayrıca Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği de deprem sonrası aktif çalışmalarıyla öne çıkmıştır. Dernek Yöneticisi Ayşe Yüksel, kurulan sahra hastanesine malzeme ve insan gücü olarak destek verdiklerini, kadınlara ve çocuklara yönelik psikolojik rehabilitasyon programı başlattıklarını ve bu programlarda 3.000 gönüllünün çalıştığını ifade etmiştir. Ayrıca deprem bölgelerindeki yurttaşları da yapılan çalışmalara kattıklarını belirtmiştir (Türkiye Ekonomi ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000: 283-284). Deprem için Sivil Koordinasyon Merkezi Yetkilisi Yüksel Selek, depremde sivil toplum kuruluşlarının çok daha inisiyatifli davrandıklarını, devlet ortada yokken bölgeye koştuklarına, ayrıca gönüllülerin ve bireylerin de deprem bölgesinde aktif olarak yer aldığına işaret etmiştir (Türkiye Ekonomi ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000: 283-284). Depremin olduğu dönemin Değirmendere Beldesi (Kocaeli-Gölcük) Belediye Başkanı Ertuğrul Akalın’a göre durum “depremin ilk günlerinde sivil toplum vardı fakat bu örgütlerde de bir amatörlük söz konusuydu. Gelen birçok sivil toplum örgütü, yerel yönetime uğramadan birtakım işler yapmaya başladılar” şeklindedir. Ayrıca Belediye Başkanı Akalın, “yetki karmaşasının olduğunu, örneğin Değirmendere’de yapılacak konutlarda yerel yönetimlerin fikrinin alınmadığını” ifade etmiştir (Türkiye Ekonomi ve Toplumsal Tarih Vakfı, 2000: 324-325).
Marmara Depremi sonrasında en büyük eleştiriyi devlet kurumları ve dönemin hükümeti almıştır. 1939 Erzincan depreminden 60 yıl sonra gerçekleşen bu büyük depreme, devlet kurumlarının yeterince hazır olmadığı ortaya çıkmıştır. Depremler ülkesi Türkiye’de depreme karşı hazırlık, sadece o dönemki hükümetçe değil önceki hükümetlerce de yapılmamıştır. Bu süreçte deprem karşısında devletin hantal kaldığı eleştirileri dillendirilirken, sivil toplum kuruluşlarının depremde işlevselliği öne çıkartılmıştır. 1999 yılında meydana gelen Marmara depremi sonrasında ise Jalali (2002) tarafından sivil toplum kuruluşlarının deprem sonrası etkinliği vurgulanmış olup, afetler, kurumsal güçlerin egemenliğine meydan okuyan siyasi bir olay olarak tarif edilmiştir (Jalali, 2002:136). Ayrıca deprem sonrasında Türk halkı adeta yardım seferberliğine girişmiş ve ülke olarak önemli bir toplumsal dayanışma örneği ortaya konulmuştur. Kasapoğlu ve Ecevit’e göre deprem sonrasında insanlar deprem ve sivil toplum konusunda daha bilgili ve haberdar hale gelmişlerdir. Gönüllü kuruluşlarının bazılarının performansı yüksek olmuştur (Kasapoğlu ve Ecevit, 2001: 44). Marmara Depremi sonrasında yayınlanan Cogito Deprem Özel Sayısı’nda yer alan bir açık oturumda Devlet Eski Bakanı Yılmaz Karakoyunlu’ya göre toplum, sivil toplum örgütlerini, hoşuna giden bir filmi seyreder gibi seyretti ve ona destek verdi. Bundan sonra bunun yerleşmesi için gerekli sorumluluğu almadan sahneden çekildi gitti (Cogito, 1999: 252). Sivil toplum kuruluşları deprem sonrasında devlet ve yerel yönetimlerle iş birliği ve dayanışma içerisine girmeleri önemli olmakla birlikte, bu dayanışmanın sürdürülebilir ve karşılıklı olması esas olandır. Nitekim Saylan’a göre ise özel ve genel sosyal sorunların çözümlenmesi için, devlet, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarıyla göstermelik değil, gerçek iş birliği içinde hareket etmelidir. Sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerin devletle iş birliği sonucu, statik devlet kurumları dinamizm kazanmış olacaktır (Saylan, 1999: 261).
Yukarıda da vurgulandığı üzere Marmara Depremi sonrasındaki gelişmeler dikkat çekicidir. Bu bağlamda Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) kuruluşu; sivil toplumun, belediyelerin ve jandarma, polis gibi kolluk birimlerinin (JAK,PAK) arama-kurtarma ekipleri kurup eleman yetiştirmeleri; sivil toplumun iletişim platformları ve depreme hazırlık eğitimleri; merkezî yönetimin belediye ve sivil toplum kuruluşlarından (STK) uygun bulduklarıyla acil yardım ve kısmen iyileşme dönemlerinde, hatta hazırlık çalışmalarında kurduğu işbirliğindeki sistematikleşme (örneğin yapılan protokola göre köylere yemek ve çadır yardımı, çadır-kentlerde psiko-sosyal destek hizmetleri; AFAD’ın eylem planı hazırlıklarına STK’ları daveti). Üniversitelerdeki deprem merkezleri de Marmara deneyimini takiben artmış; bunlardan bazılarında yönetim ve kentsel dönüşüm, daha ender olarak da depremin sosyal boyutları ilgi alanları arasına katılmış. Marmara deneyimi öncesinden beri bilgi üreten ve kamusal alanda görünürlük kazanan en istikrarlı yapılanmalardan biri ise bazı meslek örgütleri (ör., mimar, mühendis ve tabip odaları) olarak görünüyor (Açıkalın, 2017: 4). Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşadığı Marmara Depremi’nin medyadaki yansımalarına bakmakta da yarar vardır. Bu bağlamda Kolukırık ve Tuna’nın Marmara Depremi ve Türk medyası üzerinde yaptığı çalışmaya göre, medyada tek boyutlu ve moral değer oluşturmaya dayanan haber içerikleri, Türk insanın fedakârlığı ve yardımseverliğiyle işlenmiştir. Kurumsal ve bireysel anlamda devlet-millet ve ordu-millet dayanışmasına ilişkin örnekler gazete haberlerinde sıklıkla vurgulanarak tüm boyutlarıyla desteklenmiştir (Kolukırık ve Tuna, 2009: 294). Yine aynı çalışmada gazete haberlerine yansıyan ifadelerde de yer aldığı gibi deprem öncesi hazırlıklı olma ve deprem sonrası arama kurtarma çalışmalarının önemi bir kez daha ortaya çıktığı vurgulanmıştır (Kolukırık ve Tuna, 2009: 296).
Depremin sosyal boyutlarına odaklanan yazında ortaya konulduğu kadarıyla, Marmara’dan 2011 Van Depremine, depreme hazırlık konusunda belli ölçüde yol alındığı görülüyor. Örneğin, kriz masaları, AFAD, Kızılay, belediyeler ve sivil toplumun kapasitesi, yani örgütlenme ve iş yapma etkinliği artmış; çadır kentlerde psiko-sosyal destek sistematik hale gelmiş; kalıcı konutlar daha hızlı hazırlanmış. Ancak 12 yıl boyunca herkesçe bilinip konuşulan bazı sorunlar giderilememiş: örneğin, konutların yeri ve bina denetimleri, hasar tespitleri, çadır dağıtımları, krizin göç sayesinde yönetilmesi, prefabrik-kentlerde altyapı ve kentte güvenlik sıkıntıları, yeni yapılan evlerden memnuniyetsizlik gibi (Açıkalın, 2017: 1-2). Van depremi sonrasında organizasyon eksiklikleri görülmüştür. 700.000 nüfuslu kentin barınma ihtiyacı için sağlanan toplamda 75.000 çadırın dağıtımında yaşanan aksaklıklar havaların da soğumasıyla beraber sorunlara neden olmuştur. Beslenme ihtiyacının depremden hasar görmeyen ve açık olan fırınlar ve marketlerden sağlanmasının yanı sıra valilik kurumları, belediyeler ve STK’lar tarafından aşevi ve gıda paketi yardımı yapılmıştır. Sağlık hizmetinin genel memnuniyet kapsamında yürütüldüğü deprem anından itibaren ambulans uçaklarla nakiller, mevcut hastaların tahliyeleri, gezici sağlık üniteleriyle köylerde düzenli aralıklarla yapılan muayene ve taramalar, Erciş’te çok hızlı bir şekilde kurulan Sahra Hastanesi sağlık ihtiyacını karşılamıştır (Tuna, Çabuk Kaya, Parin ve Tanhan, 2012: 4-5). Depremden sonra yöreye yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde çok farklı yardımların yapıldığı görülmektedir. Yardımlar genellikle kamu kurumları, sivil toplum örgütleri ve belediyeler aracılığıyla yapılmıştır. Daha önce değinildiği üzere depremin hemen ardından yöre halkının acil ihtiyaçları arasında yer alan barınma, gıda ve ısınma gereksinimlerinin karşılandığı, orta vadede ise hayatın normale dönmesi için gerekli adımların atıldığı görülmektedir (Deniz, Yıldız, Parin ve Erdoğan, 2017: 1435).
AFAD, 2013 yılından başlayarak felaketler konusunda bilinçlendirmek ve Türk toplumunda “felaketlere duyarlı bir yaşam kültürü” yaratmak için “Afete Hazırlanan Türkiye” kampanyasını başlatmıştır. Afete Hazırlanan Türkiye temalı bu eğitim kampanyası kapsamında, “Afete Hazırlanan Aileler”, “Afete Hazırlanan Okullar”, “Afete Hazırlanmış İşyeri” ve “Afet Hazır Gönüllü Gençler” kampanyaları yürütülmüştür. “Afete Hazırlanan Okul” kampanyasını etkili bir şekilde yürütmek için Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ile bir protokol imzalanmıştır. Her okul için afet ve acil durum planları hazırlanmış ve eğitim sonrasında simülasyon çalışmaları İstanbul’da gerçekleştirilmiştir (Varol ve Kırıkkaya, 2017: 7). Özellikle deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrasında alınabilecek önlemlerle ilgili insanların bilinçlendirilmesine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda doğal afetlerle ilgili verilen eğitimlerin teorik bilgiden ziyade daha çok beceriye yönelik olması ve topluma doğru mesajlar vermesi gerekmektedir (Kadıoğlu, 2005’ten akt. Çoban, Sözbilir ve Göktaş, 2017: 115). Öte yandan, yerel toplumun doğal yıkımlara ilişkin eğitim düzeyi ve duyarlılığı arttıkça, doğal yıkımların zararlarını azaltmaya yönelik davranışlar geliştirdikleri gözlemlenmektedir (Koçak, 2010: 354).
Türkiye’de deprem sonrası süreçlerin etkin bir şekilde yerine getirilmesinde; merkezi kamusal gücü temsil eden devlet başat bir unsur olmakla birlikte, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşların da bu sürecin etkin parçaları haline getirilmesi de son derece önemlidir. Ergunay’a göre depremden etkilenen insanlar, her ihtiyaçlarının, devlet baba olarak gördükleri, merkezi hükümet tarafından karşılanmasını beklemektedirler. Sistemin belki de düzeltilmesi en zor olan yönü de bu beklenti ve devlet baba anlayışıdır. Bu anlayış, sisteme yerel yönetimlerin ve halkın etkin katılımını büyük ölçüde sınırlamaktadır. Afet yönetim sisteminin tüm aşamalarında halkın ve gönüllü kuruluşların, etkin katılımı, merkezi ve yerel yönetimlerce yeterince teşvik edilmemektedir. Toplumun desteği ve aktif katılımı sağlanmadan afet zararlarının azaltılması ve afetlere karşı hazırlıklı olunması mümkün olamayacağı gibi, afete müdahale ve iyileştirme faaliyetleri sırasında da hız ve etkinlik sağlamak mümkün değildir. Toplum afet gönüllüleri (TAG), mahalle afet gönüllüleri (MAG) vb. sistemlerin geliştirilip, yaygınlaştırılması gereklidir (Ergünay, 2008: 5-6). Afetlere Hazırlık ve Kentsel Risk Yönetimi Komisyonu Raporu’na göre Afet Risk Yönetimi; “Riskin tanımlanması ve değerlendirilmesi”, “Riskin önlenmesi ve azaltılması”, “Risk iletişimi ve paylaşımı” başlıkları altında değerlendirilir. Bu her adım için; yerel yönetimin, merkezi yönetimin, sivil toplum örgütlerinin, uluslararası organizasyonların ve gönüllülerin iş birliği içerisinde olması gerekmektedir (Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, 2009: 11). Yukarıda da vurgulandığı gibi deprem sonrası dayanışma pratiklerinin araştırıldığı bu çalışmanın odağı İzmir’i etkileyen son depremdir. 30 Ekim 2020’de yıkıcı bir deprem gerçekliğiyle karşı karşıya kalan ve Türkiye’nin üçüncü büyük metropol kenti olan İzmir, birinci derecede deprem riski olan illerden biridir. Bununla birlikte deprem sonrasında kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve gönüllülerin sergilediği toplumsal dayanışma pratiklerinin oldukça öne çıktığı görülmektedir.
Aykut ÇALIŞKAN, Gazanfer KAYA
***
(Bu metin makaleden alıntıdır. Makalenin tamamını okumak için kaynaktaki bağlantıya tıklayınız)
Kaynak: Dergi Park