Bu dönemi incelemeden önce İslamiyet öncesi dönemde infak ve isâr kapsamına girebilecek davranışların var olup olmadığına bakalım. Cahiliyye dönemi şiirlerini incelediğimizde zaman zaman bu tür davranışların sergilendiğini görmekteyiz. Ancak cahiliye dönemindeki bu davranışlar, manevi bir karşılık için değil, dünyevi bir menfaat için sergilenmekteydi. Genel olarak bu davranışlar kişisel şeref anlayışı ile yakinen alakalıdır. Şiirlerde geçen “iyilik yapmak, cömertlik, cömert olmak, ikram etmek, yedirmek, yardım etmek” gibi kelimeler bu olgunun ne kadar gelişmiş bir anlayış olduğunu göstermektedir. Cömertçe davranışlara, gerçek asaletin bir kanıtı olarak bakılır ve bu davranışlar ne derece aşın olursa o denli hayranlık celbederdi. Her zaman bu davranışların sebebi iyilik ve yardımseverlik değildi. Çünkü bu davranışların yapılmasındaki en temel etken gösteriş yaparak insanlar tarafından övülmek. Bu nedenle de insanların teveccühünü elde edebilmek için israf derecesinde harcamalarda bulunmaktaydı. Sonuç itibariyle Cahili infak ve isâr örnekleri, her ne kadar güzel davranış örnekleri olarak karşımıza çıksa da mahiyet, niyet ve içerik olarak dinsel davranış şeklinde kabul edilemez. Bu yüzden de Kur’an’ın getirdiği anlayışla asla uyuşmamaktadır. O halde şimdi bu davranışların İslam’ da nasıl karşılanacağını nüzul sırasını göz önünde bulundurarak ayetler ışığında inceleyelim.
İslam, cahiliye dönemindeki israf derecesine varan harcamaları yasaklayarak bu davranışların hangi ölçülerde yapılması gerektiğini şu şekilde ifade etmektedir: “Allah’ın kulları infak ettikleri zaman, ne israf ederler ne de cimrilik ederler; bu ikisinin arasında dengeli olurlar. ” Bir başka ayette de israf derecesinde harcama yapanların şeytanın kardeşi olduğu ifade edilmektedir: “Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü savurganlar, şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”
Cahiliye dönemindeki cömertlik, ikram etme, yardım etme, gibi davranışlar infak ve isâr düşüncesinin var olduğunu göstermektedir. Ancak bu davranışlar eylemsel olarak infak ve isâr düşüncesini göstermekle beraber yapılış amacı açısından İslam’daki infak ve isâr düşüncesine tamamiyle ters düşmektedir. O dönemde israf derecesinde gösteriş için yapılan ikramlar, harcamalar ve yapılan yardımlar İslam’da yapılması tavsiye edilmekle beraber bunların sadece Allah rızası için yapılması tavsiye edilmiştir. “Ey İnananlar! Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını infak eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle başa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bal yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkar eden kimseleri doğru yola eriştirmez. “
Bu ayetten şu anlaşılmaktadır: Cömertlik, ikram etmek, yardımda bulunmak bir erdemdir. Ancak caka satmak, gösterişte bulunmak, insanların teveccühünü kazanmayı amaçlamak, servetini sömürü aracı olarak kullanmak için yapılırsa bu erdemin hiçbir değeri kalmaz, üstelik böyle davrananlar kafir olarak isimlendirilir.
Görüldüğü üzere cahiliye devrindeki cömertlik. ikram etmek, yardımseverlik, infak ve isâr gibi asilzadeliğin ifadesi olan bu davranışlar Kur’an vahyi ile birlikte derin bir anlam değişikliğine uğramıştır. Zira İslam’ a göre gerçek asilzade ve üstün kimse bu şekilde gösteriş için israf derecesinde harcama yapan değil bilakis Allah’a karşı gelmekten en çok sakınan kimsedir. Malın harcanması konusundaki tutum ve davranışları da bu çerçeve içinde değerlendirebiliriz. Netice itibariyle İslam öncesi Arap toplumunda görülen bazı davranış tipleri, infak ve isâr düşüncesinin var olduğunu açıkça göstermekle birlikte bu davranışlar, genel olarak. infak ve isâr kavramıyla değil de “cömertlik, yardımseverlik, kerim” gibi kavramlarla ifade edilmekteydi.
Eylem olarak aynı şeyleri ifade etmekle beraber bu eylemlerin o dönemdeki yapılış amaçlarıyla İslami dönemdeki yapılış amaçları arasında çok büyük farklılıklar olduğu da açıkça görülmektedir. Zira o dönemde bu davranışlar tamamıyla gösteriş için insanlar tarafından takdir edilebilmek için yapılmaktaydı. İslam’la birlikte bu davranışların sadece Allah’ m rızası için yapıldığı zaman bir değer ifade edeceği aksi takdirde ise hiçbir anlamının olmayacağı hatta o dönemdeki amaçlarla yapıldığı zaman kişinin kafir olacağı ifade edilmektedir.
Şimdi, bu davranış örneklerini (infak ve isâr), ilk sergileyen Ensar ve Muhacirûn’dan örneklerde görmeye çalışalım.
İslam’ m ilk temsilcileri, Kur’an’da da, “Onlar, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar… ” şeklinde ifade edildiği gibi İslam’a ilk inanan topluluk olan Muhacirlerdir. Onlar, inançlarından dolayı yurtlarından İslam’ın ikinci önemli temsilcileri olan Ensar’ın yurdu Medine-i Münevvere’ye hicret etmek zorunda kalmışlar ve gösterdikleri kardeşlik tablosuyla tarihte” Asr-ı Saadet” denilen dönemin mimarı olmuşlardır.
Kur’an’ın “muhacirlerden ve ensardan (İslam’ a girmekte) ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlardan Allah razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. (Allah)onlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” ifadesinden de anlaşıldığı üzere bu iki topluluk İslam’ın ilk temellerinin oluşmasında çok büyük rol oynayan ilk nesillerdir. Zira bu iki topluluğun faziletlerini, Hz. Peygamber (s.a.v) de pek çok defa zikretmiştir.
Zira her iki toplulukta Allah’a sarsılmaz bir iman ile bağlıydılar. Hz. Peygamber’in davasına da uğruna canlarını ve mallarını verecek kadar içten inanmışlar. Onlar sabreden ve yalnızca Allah’a güvenen kimselerdi. Allah uğrunda cihat eden kişilerdi.
Ensar ve Muhacirler birbirlerine kardeşlik bağlarıyla bağlıydılar. İhsan, infak ve isâr gibi din kardeşlerini kendi nefislerine tercih edecek yüksek ahlak esaslarına sahiptiler. Kur’an ve Sünnet’e şartsız bağlıydılar. Allah’tan gereği gibi korkuyorlar, Hz. Peygamber (s.a.v)’e saygıda kusur etmiyorlardı. Birbirlerine karşı hoşgörülü ve merhametliydiler. Birbirlerinin yardımına koşar, hakkı ve sabrı tavsiye ederlerdi.
Ensar ve Muhacirûn arasında sıkça görülen, bu infak ve isâr ahlakını şu örneklerde daha iyi görmekteyiz.
Hadis kaynaklarında bazı farklılıklarla beraber bu muhteşem olay Şu şekilde anlatılmaktadır. Bir gün açlıktan zayıf düşen bir adam (Hz. Ebu Hureyre) Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanına geldi, Hz. Peygamber (s.a.v.) de onu, hanımının yanına gönderdi ancak, hanımı evde sadece su bulunduğunu söyleyince Hz. Peygamber de ashabına bu misafiri kimin doyuracağını sordu. Bunun üzerine Ensar’ dan bir kişi (Ebu Talha) onu, evine götürmüş, evde sadece iki çocuğuna yetecek yiyeceklerini misafire hazırlayıp çocuklarını aç yatırmışlar, kendileri de kan-koca aç gecelemişler, hatta aç kaldıklarını düşünerek üzülmesin diye kandili yakıp daha sonra söndürerek karanlıkta yemek yiyor gibi yapmışlardır. Sabahleyin Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanma gittiklerinde, Hz. Peygamber, ensardan olan bu kişiye: ‘Allah, karı-koca olarak sizin bu gece yaptığınız güzel davranıştan memnun oldu ve sizin hakkınızda kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, (göç eden yoksul kardeşlerin muhacirleri) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıya erenlerdir” ayetini indirdi’ buyurmuştur. İşte, ensarın bu güzel davranışı, İslam ahlakına isâr, kendisi muhtaç olsa bile din kardeşini kendine tercih olarak geçmiştir.
Başka bir kardeşlik tablosu da, Ensar ve Muhacirlerin, Bahreyn arazisinin paylaşılmasında ortaya koydukları isâr davranışıdır. Ensar’ın, bu araziden kendi hisselerine düşeni, Muhacir kardeşlerine vermek istemeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.v) de onlar Kevser Havuzu başında kendisine kavuşmakla müjdelemiştir.
Sahabe döneminde yukarıda sunulan örneklerden yüzlercesine ulaşabiliriz. Ancak onların hepsini burada sıralamamız mümkün değildir. Bu nedenle biz, burada sadece bu ahlaki davranışların sahabe arasında nasıl yaygın bir şekilde uygulandığını göstermek amacıyla birkaç örnekle yetindik. Bu örneklerden de anlaşıldığı üzere infak ve isâr ahlakı İslam toplumunun temelini oluşturan, Ensar ve Muhacirler arasında yaygın bir şekilde uygulanan bir davranıştır.
Sonuç
Sosyal adalete, dayanışma ve yardımlaşmaya büyük önem veren Kur’an, insanların mutlu ve huzurlu bir şekilde kardeşlik duyguları içerisinde toplumsal barışı sağlamış olarak yaşamalarını ister. İşte bu toplumsal barışın oluşmasında en önemli etkenlerden birisi de şüphesiz infak ve isâr gibi ahlaki davranışların yerleşmesidir. Çünkü infak ve isârın birey ve toplum üzerinde psikolojik ve manevi birçok faydası vardır. Öncelikli olarak insanda verme ve paylaşma duygusunu geliştirir. Kendi ihtiyacı olduğu halde kardeşini tercih etme davranışı dediğimiz isâr anlayışının gelişmesini sağlar. İnfak ve isâr, fakir ve zayıf insanlara karşı iyilik ve ikram kapılarını açar. Bu kapıların açılması kulların birbirine karşı kardeşlik duygusunu, insanlık şuurunu ve beşeri tesânüdünü meydana getirir. Zayıf ve çaresizlere tam bir emniyet sağlayarak onlara, vahşet ve hırs pençeleri arasında değil, kalplerde, gönüllerde yaşadıklarını hissettirir. Zengin ile fakir arasında oluşacak kin ve nefret duygularını izole ederek, saygı ve sevgi bağlarının oluşmasını temin eder. Böylece insanların, Hz. Peygamberin (s.a.v.) benzetmesiyle, bir binanın tuğlaları gibi birbirlerine kenetlenerek, barış ve huzur içerisinde yaşamalarını sağlar.
Şayet arzulanan şekilde infak ve isâr olgusu yaygınlaşacak olur ve Asr-ı Saadet’ten itibaren geçmiş asırlarda olduğu gibi, günümüzde de infak ve isâr mekanizması işletilirse, dünyanın birçok yerinde görülen açlık, sefalet ve fakirliğin ortadan kalkmasına büyük destek sağlayacak ve o insanların insanî bir hayat standardına ulaşmalarına yardım edecektir. Belli ölçülerde bu mekanizmanın işletildiği toplumlara bakıldığında ifade etmeye çalıştığımız olgunun tezahürleri açıkça görülmektedir. Bu nedenle inanan insanın Allah’ın bir emri olduğu için kendi imkanları nispetinde infak yapması gerekir. Ancak o zaman inanmayan insanların, en azından insani bir davranış olarak kendi imkanları ölçüsünde infak ve isâr gibi ahlaki davranışlarda bulunmaları beklenebilir.
Araştırmamız sonucunda edindiğimiz kanaate göre, sosyal adalet ve barışın sağlanması için infak ve isâr toplumunun oluşması gerekmektedir. Bu noktada dini anlatan ve tebliğ eden kimseler, infak ve isârın insan yaşamında dolayısıyla da toplum hayatında ne derece önemli bir ahlaki davranış ve hatta ibadet olduğunu, infak ve isârın sağladığı faydaları çeşitli çalışmalarla değişik platformlarda insanlara duyurmalıdır.
***
Kaynak: Dergi Park