Kurak vadiden karşıda yeşilliği görünen vadiye geçmek için çıktık bu iktisat köprüsüne. Neredeyse bir asır geçti üzerinden. Köprüyü geçene kadar modernlerin iktisadına İslâm İktisadı diyecek, sonrasında yeşillikler içinde rahatımıza bakacaktık. Ama umduğumuz gibi olmadı. Köprüde bize sunulanlar oyaladı bizi. Beyin ölümünün en konforlu şekli rehavettir. Fikir üretmeyin, dediler, bizde üretilmişi var, sistem kurmayın efendim, kurulmuşu var, banka, borsa ve daha nice enstrümanlarla siz de kendinize yer edinebilirsiniz, dediler.
Bugünün dünyası bunu istiyordu, zaten zaruretler fıkhı da imdadımıza Hızır gibi yetişiyordu sıkıştığımız yerde. Hele bir de umum-i belva gibi bir çözüm vardı ki, dünyada herkes yapıyorken bizim kaçıp kurtulmamız ne mümkündü. Hâlbuki her pansuman çözümün aslında bir geri çekilme olduğunu görmezden geldik. Bankayı ve sair iktisat kurumlarını yeşile boyadık mı, bu iş olup bitecek sandık. Zaten onlara ait olan bu iktisat köprüsünde iyiden iyiye kamp kurduk zamanla. Manzarası da güzeldi buranın. “Onlar”dan gelenleri bizdekiyle harmanlayınca “bizim” olacak sandık. İşler yürüyordu bir şekilde, çarklar dönüyordu. Ama çarkların dişlileri arasında kaybolup giden bizim emeğimizin, hayatlarımızın olmasına aldırış etmedik. Köprüyü geçebileceğimize de pek inancımız kalmadı zamanla. En iyimiz, nostaljik bir hüzünle zekatını vermekle rahatlattı içini ve karşıda bir zamanlar ulaşma hayalini kurduğumuz vadinin sloganlarıyla geçirdi günlerini.
Derdim, ne melankolik bir tükenmişlik sunmak ne de post modern bir slogan üretip köprüde sizi daha fazla oyalamak. Ama farkına varmak, vardırmak. Köprü onların, bize sundukları çözümler de, her kurtuluş çabamız da, onların elini güçlendirmekte. Onların memleketlerine gidip, bu işin okulunu derecelerle bitirenler, kendi ülkelerine dönünce bir türlü umulan başarıyı gösterememekte. O hâlde ne yapmalı dersen, önce hatırlamalı. Bizim vadileri değil kıtaları birbirine bağlayan köprüler kurabilmiş bir medeniyetimizin olduğunu. Bunu nasıl sağlamıştık onu da hatırlayalım. İman, fıkıh/hukuk ve ahlak ile üçlü bir saç ayağına oturan köprüleri yeniden kurmak için ne yapmak lazım? Bize ait, her şeyiyle bizim olacak bir iktisat tasavvuru için:
Bir, yeniden ahirete iman etmek lazım. Dünyada konar-göçer olduğumuza, biriken servetin ahirette hesabı zorlaştıracak yükler olduğuna gerçekten inanmamız gerek. En zengin olan değil, mahlûkata en faydalı olanın Allah’ın en sevgili kulu olduğuna, dünyaya rağbet etmeyince Allah’ın bizi seveceğine, kulların elindekine rağbet etmedikçe de kullarına bizi sevdireceğine, vermekle eksilmeyeceğine, bereketin nicelikten çok daha ötelerde bir mânâ olduğuna ve maddenin satın alamayacağı nice değerleri mânânın taşıdığına yeniden inanmamız lazım.
İki, fıkha/İslam hukukuna gerçek bir dönüş yapmamız lazım. Zira fıkıh, kural koyarken öncelikle dünya hayatında bizi korumayı amaçlar. Gerçek varlıklarla büyümek varken, varsayımsal metaların piyasayı tutmasına, risk alıp satarak emeksiz büyümeye karşı çıkar. Çünkü insanın bitmek bilmeyen hırsıyla piyasaya soktuğu her gerçek dışı değer, gerçek bir değerin yerine oturmuş haksız kazançtır. Herkes için üstün ahlak söz konusu olamayacağına göre asgari ahlakın sınırlarını belirler. Sadece asayiş olarak değil iktisadi olarak da huzurlu bir kamu ortamı vadeder. Her türlü hak, daha oluşmadan sınırları belirlenmiş ve güvence altına alınmıştır. Sınıf ayrımı ya da kast sistemi oluşması mümkün olmayan bir nizam sunar, çünkü para kimdeyse onun yükü fazla olacaktır. Sadece kazanırken değil, harcarken de başıboş bırakılmamıştır insan. Herkese haklarını hatırlatırken, sorumluluklarını unutturan, bu arada bir el çabukluğuyla aslında sizi köleleştiren sistemlerden değildir. Hele ki bir ütopya hiç değildir, bilakis bin küsur yıllık kökleriyle, yaşamış ve yaşatmıştır insanı.
Üç, ahlak bütün bu malzemenin harcı olarak muhakkak lazımdır. Tükettikçe var olacağını değil, tükettikçe tükeneceğini telkin eder insana. Harcarken aslında kendi hayatının harcandığını, bağımlısı olduğu her metanın kanını emen bir parazit gibi yavaş yavaş onu zayıflattığını hatırlatır İslam ahlakı. İhtiyaçlarını sınırlandırdıkça daha yüksekte bir yer vadeder, sınırsız ihtiyaçların girdabında boğulan modern insana. Üretmek güzeldir ancak üretimi körüklemek kötü. Rekabet akranının ayağını kaydırmakla değil, insana sunulan hizmet kalitesinin artmasıyla olacaktır. Hakikaten, rızıkların zaten taksim edildiğine inanan birinin ahlakı, bunların aksine imkân tanır mı?
Hülasa, köprüyü geçene kadar onların iktisadına İslâmî demek zorunda değiliz, onların köprüsünden geçmek zorunda ise, hiç değiliz. Tek başına tepeden kurgulanmış sistemlerle doğruya ulaşmanın yetmeyeceğini, bilakis en aşağıdan toplumun tepesine doğru, kendi köklerimizden beslenen irfânî bir ruh üflemekle işe başlamamız gerektiğini anladığımız zaman kendi köprümüzü yapmak için de ilk adımı atmış olacağız.
* Bu metin Doç. Dr. Necmettin Güney’in yürütücülüğünde gerçekleşen İDM İslam İktisadına Giriş Okuma Grubu kapsamında kaleme alınmıştır.
BAHADDİN KARAKUŞ
Kaynak: İlmi Düşünce Mektebi