İslam dininde karz (قرض (tabiri ile ifade edilen ihtiyaç sahibine borç verme fiili Kur’an ve sünnetçe övülmüş, teşvik edilmiş ve salih amellerden sayılmıştır. Kur’an’da, ihtiyaç sahibine borç verenlerin aslında “Allah’a güzel bir şekilde borç (karz-ı hasen)” vermiş olacakları ve bunun karşılığının asla zayi olmayıp kat kat fazlasının geri ödeneceği mecazi bir anlatımla vurgulanmıştır (Hadid Suresi: 11). Borç verme aktindeki ana gaye iyilik, yardımlaşma ve dayanışma olduğundan karz karşılığı elde edilecek bir menfaat faiz olarak kabul edilmiş ve yasaklanmıştır. (DİA: Karz).
Kur’an’da on üç yerde geçen ve makbul bir amel olarak teşvik edilen borç verme fiilinin Peygamber Efendimiz’in (A.S.) sünnetin de de çokça karşılığı vardır. “Kim bir müslüman kardeşinin dünya sıkıntılarından birini giderirse Allah da onun âhiret sıkıntılarından birini giderir” (Buhari, “Mezalim”, 3), “İki defa borç vermek bir kere sadaka vermek gibidir” (İbn Mâce, “Sadakat”, 19) gibi çok sayıda sahih hadis, ihtiyaç sahibine borç vermenin fazileti, erdemi ve sosyal hayattaki faydalarına dikkat çekmektedir.
Borç vermenin gerçekte bir yardımlaşma ve dayanışma akdi olması münasebetiyle borcunu kararlaştırılan vadede geri ödeyemeyen borçluya mühlet verilmesi ve gereksiz yere borçlunun sıkıştırılmaması, hatta mümkün ise alacağın borçluya bağışlanmasının güzelliği vurgulanır. Kur’an ve hadislerde bu güzel hasleti destekleyen hatta emreden ifadelere çokça rastlanmaktadır. Kur’an ayetlerinde darlık içinde olan borçluya eli genişleyinceye kadar mühlet verilmesi, daha da güzeli, borcun sadaka olarak bağışlanması şiddetle tavsiye edilmektedir (Bakara Suresi: 280). Benzer manada zikredilmiş Hadis-i Şeriflerden birisi şöyledir: “Kim bir borçluya ilave mühlet verir, alacağının bir kısmını veya tamamını bağışlar ise Allah o kimseyi kendi gölgesinden başka sığınacak yerin bulunmadığı Kıyamet gününde Arşının altında gölgelendirir” (Tirmizi, “Büyu”, 67).
İslami ahlak öğretisi, borcunu geri ödeme gücüne sahip olmayıp zorda kalan borçlulara yardım etmeyi bir İslami sorumluluk olarak ortaya koyarken diğer yandan borçlunun borcu geri ödeme konusundaki gevşekliğini, kötü niyetini ve suistimalini yermiş ve men etmiştir. İslam ahlakı borçlunun borcunu mutlaka zamanında, hatta mümkünse vadesinden önce ödemesini telkin ederek bu şekilde davranmayan borçlular için manevi tehdit içeren ifadeler kullanmıştır. Sahih Hadis-i Şerifte, imkânı olduğu halde kasıtlı olarak ödemeyi geciktirmenin zulüm, ödeme niyeti olmaksızın borçlanmanın ise hırsızlık olduğu açıkça belirtilmiştir (Buhârî, “İstikraz”, 12 ve Müslim, “Müsakat”, 33). Alınan borcun zamanında geri ödenmesi hem dini hem de ahlaki bir yükümlülüktür. Çünkü, suistimal ve gayri ahlaki niyetlerle zamanında geri ödenmeyen her borç, İslamda çok önemli bir fazilet ve yardımlaşma türü olarak kabul edilen ihtiyaç sahibine borç verme fiiline karşı toplumda bir soğukluk ve isteksizlik oluşturma tehlikesini taşır. Bu da, borcun suistimalini iki kişi arasında cereyan eden şahsi bir meseleden çıkarıp sosyal bir yaraya dönüştürür. Diğer yandan, borcun zamanında geri ödenmemesi, alacaklının haksızlığa (zülme) uğraması neticesini doğuracağından İslam Dini’nde mutlaka korunması gereken beş değerden birisi (Makasıdü’ş Şeria) olan malın korunması ilkesini ihlaldir.
İslam Hukukunda ödeme kudreti olduğu halde borcunu ödemeyen borçluya parasal bir ceza verilip verilmeyeceği konusu oldukça ihtilaflıdır. Mezheplerin genel görüşü, temerrüde düşen borçluya mali bir ceza verilemeyeceği yönündedir. Bunun aksine hükmeden fıkıhçılar olmakla birlikte cumhur ulema parasal ceza verilmesini tasvip etmemiştir. Zekat vermekten kaçınan kişiden daha yüksek bir miktarda zekat tahsil edilebileceğini (Ebu Davud, Zekat: 5) ifade eden hadise dayanan İmam Ebu Yusuf, temerrüde düşen kişiye de parasal ceza verilebileceğine dair hüküm vermiştir. İbn-i Teymiyye ve İbn-i Kayyım el-Cevziyye ile bazı Şafii fıkıhçılarının İmam Ebu Yusuf’un bu görüşünü benimsedikleri görülmektedir. Fakat cumhur ulema, İmam Ebu Yusuf’un kendi hükmünü dayandırdığı yukarıdaki hadisin nesh edilmiş olduğu görüşündedirler. Netice itibariyle fıkhi mezheplerin muteber görüşü temerrüde düşen borçluya ilave bir cezai bedel ödetilemeyeceği şeklindedir (Yaran, 1994: 212).
Kaynak: Dergi Park