Anasayfa Araştırma Bir İnovasyon Kritiği

Bir İnovasyon Kritiği

by

“Tüm toplumlar yenilikler hakkında sanki aşk, kardeşlik, cesaret, güzellik, haysiyet ya da sorumluluk gibi kendi doğası gereği arzu edilen bir şeymiş gibi konuşmaya başladılar. İnovasyon yeniliğin mihrabında ibadeti konuşur ama nadiren kime ve neye yaradığını sorar. Maişete odaklanmak, teknolojiden gerçekten ne istediğimiz hakkında sorular sormaya olanak sağlar. Gerçekten neyi önemsiyoruz? Nasıl bir toplumda yaşamak istiyoruz? Bu bize oraya varmamız konusunda yardımcı olur mu? Gündelik eylemlerimizin temelini oluşturan, teknolojiler de dâhil olmak üzere, araçlardan, teknolojinin sunabileceği birçok sosyal fayda ve iyileştirme türü de dâhil olmak üzere olan amaçlara geçmeliyiz.”

Andrew Russel’dan alıntı:

(Bu denemenin tümünün okunmasını tavsiye ediyorum)

2005’de Desing Observer’da yazan Michael Bierut, “İnovasyon, yeni siyahtır!” adlı iğneleyici başlıklı makalesinde “İnovasyon çılgınlığından yahut “inovasyon” kelimesinin sonsuz kez tekrarlanmasından” yakındı. Kısa süre içerisinde ticari yayınlar bile içsel değer sorununu dile getirmeye başladı. 2006’da, Economist, Çin’in eğitim sisteminin “uyumluluğu vurguladığını ve fikri bağımsızlık/bağımsız düşünce için çok az şey yaptığını” kibirli bir şekilde bildirmesine rağmen Çin yetkililerinin inovasyonu klişe bir sözcük hâline getirdiklerini kaydetti ve Komünist Parti’nin meşhur sloganının retoriğin çamurlu suyuna düştüğünü söyledi. O yılın ilerleyen vakitlerinde ise Businessweek, “İnovasyon aşırı kullanımından ötürü klişe bir sözcük olmak gibi büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Biz Businessweek olarak üzerimize düşeni yapıyoruz” diyerek uyardı.  Yine Businessweek’de, 2008’in son gününde, tasarım eleştirmeni Bruce Nussbaum konuya geri dönerek, inovasyon 2008’de aşırı ve yanlış kullanım, dar görüş, artırımlılık ve gelişememe tarafından öldürüldüğünü ilan etti. Sonuçta, “inovasyon” sosyal ve ekonomik kargaşa anında hem taktik hem de strateji kadar zayıf olduğunu kanıtladı.

2012’de Wall Street Bülteni bile “Terim manasını yitirmeye başladı” diyerek, inovasyona-hakaret hareketine dâhil oldu. O dönemde, son üç ayda yayımlanan 250’den fazla kitabın başlığında “inovasyon” kelimesi yer alıyordu. Bir profesyonel inovasyon danışmanı, müşterilerine bu kelimeyi şirketlerinde kullanmamayı tavsiye etti. Bunun “yalnızca içerik eksikliğini gizlemek için kullanılan bir kelime” olduğunu söyledi. Yoğun inovasyon bölgelerinin eşitsizlik ile ilgili ciddi sorunları olduğuna dair kanıtlar meydana çıktı. 2013 yılında San Francisco’da Google otobüslerinin ve diğer özel banliyö otobüslerinin sembolize ettiği soylulaştırma ve sosyal katmanlaşma üzerine eylemler patlak verdi. Bu servisler yüksek teknoloji çalışanlarını, modaya uygun, pahalı şehir evlerinden yemyeşil banliyö kampüslerine, toplu taşıma araçlarının rahatsızlığına ya da Silikon Vadisi’ni evleri olarak gören yoksullara ve evsizlerin geniş nüfuzuna maruz bırakmadan getiriyordu. Ekonomik eşitsizliğin bu kadar dip dibe gelmesiyle ortaya çıkan dramatik, gereksiz acılar son derece yenilikçi bölgelerin bir hatası değil aksine bir özelliği gibi durmaktadır.

“İnovasyon” yörüngesinin özünün, distopik toplumların sloganı için değerli bir uygulama olması aslında çok da büyük bir sürpriz değildir. Bir terimin popülaritesi, zamanın ruhuyla yankılanmasından, klişe statüsüne yükselmesinden, sonrada aşırı maruz kalmaktan ve absorbe edilmesinden muzdarip hâle gelmesinden dolayı artması diye, basmakalıpsal bir duygu var. Şu anda, basmakalıp topluma bir soru getirdi: İnovasyonun işportacılık olduğu ortaya çıkmasından sonra, toplum ve teknoloji arasındaki ilişkiyi karakterize etmenin daha iyi bir yolu var mı?

Bu soruya cevap vermenin üç basit yolu var. İlki, teknolojinin inovasyon olmadığını anlamak çok kritiktir. İnovasyon, teknolojide gerçekleşen şeylerin yalnızca çok küçük bir parçasıdır. Yeniliklerle ilgili bu zihin meşguliyeti talihsizdir çünkü yaygın kullanımdaki teknolojileri hesaba katmaz ve çevremizdeki birçok şeyin ne kadar eski olduğunu gizler. Bu kitapta, Eskinin Şoku (2007), tarihçi David Edgerton teknolojinin kullanımını inceler. Genel nesnelerin, elektrikli vantilatör ve arabanın birçok parçalarının yüzyılı aşkın süredir neredeyse hiç değişmediğini bulur. Bu daha geniş perspektiften ele aldığımızda, değişik coğrafi, kronolojik ve sosyal vurgularla türlü hikayeler oluşturabiliriz. Bayat inovasyon hikayeleri, küresel güneydeki insanların da teknolojiyle yaşamalarına rağmen, Kaliforniya’nın küçük bir bölgesindeki garajlarında oturan varlıklı beyaz adamlara odaklanıyor. Hangileri? Nereden geliyorlar? Nasıl üretildiler, kullanıldılar, onarıldılar? Evet, yeni nesneler ayrıcalıklıları meşgul eder ve büyük getiri meydana getirir. Ama insanların teknolojilere nispet ettikleri kurnazlık, çaba ve özen hikayeleri, buluş ve yenilik ile ilgili aynı eski anekdotların çok öncesinde var olurlar.

İkincisi, inovasyonun düşmesiyle, biz altyapının esas rolünü farkına varıyoruz. “Altyapı” en ilgi çekici olmayan terim, muazzam sosyal öneme sahip bir şeye değinmeseydi uzun zaman önce sözlüklerimizden kaybolacak bir kelimedir. Dikkat çekici bir şekilde, 2015’de Amerikan yaşamının birçok kesiminde “altyapı” konuşmaların öznesi hâline geldi. Filedelfia yakınlarındaki ölümcül bir Amtrak kazasından sonra Başkan Obama, Cumhuriyetçilerin engellediği ancak Ocak 2015’de yürürlüğe sokabildiği bir altyapı tasarısını kabul ettirmek için adeta Kongre ile güreşe tutuldu.  “Altyapı” tarih ve antropoloji alanlarındaki bilimsel çevrelerde odak noktası hâline geldi ve hatta Amerika Antropoloji Derneği’nin yıllık toplantısında 78 kere yer edindi. Sanatçılar, gazateciler ve hatta komedyenler, John Oliver’ın en sıkıcı konularda hayali bir gişe rekorları kıran filmin fragmanında başrollerini Edward Norton’nun ve Steve Busceme’nin paylaştığı komik skeçle akıllara kazındı ve şekilde bu mücadeleye katıldı. 2016’nın erken dönemlerinde New York Review of Books, depresif makale başlığı “Bir ülke çöküyor” ile okuyucularının dikkatini “ağırbaşlı ve pasif kelimeye” çekti.

İşin sonuyla ilgili yinelenen fantezilere rağmen, sanayi toplumumuzun temel gerçeği, çoğu inovasyon alanın çok dışında kalan, işgücüdür.

Altyapı alanındaki bu söyleşilerin en iyisi bile daha derin ahlaki çıkarımlar yapmak için dar teknik konulardan uzaklaşıyor. Altyapı başarısızlıkları -tren kazaları, köprü faciaları, kentsel taşkınlar vb.- Amerika’nın işlevsiz politik sisteminin, yıpranmış sosyal güvenlik ağının ve gösterişli, parlak, önemsiz şeylere olan daimî hayranlığının manifestosu ve alegorileridir. Ama özellikle akademi dünyasının bazı köşelerinde günlük yaşamın maddi yapılarına odaklanmak, maddi şeylere ‘eylem” veren veya meta fetişizmini yüksek kültürel teorinin diliyle sarmalayan esnek pazarlama ve tasarımlarla gibi çalışmalarda da örneklendiği gibi garip bir hâl alabilir. Örneğin, Bloomsburry’nin “Nesne Dersleri” serisi golf topu gibi insan yapımı şeylerin biyografilerini ve felsefi yansımalarını inceliyor.  Amerikan toplumu, inovasyon konseptinin sığlığının belirginleştiği bir noktaya kadar olgunlaşsa ne kadar yazık olurdu, ancak en göze çapan geri dönüş, golf topları, buzdolapları ve uzaktan kumandalara eşit derecede yüzeysel bir hayranlıktan ibaretti.

Sonuncusu ise, altyapıya ve eskiye odaklanmak, yeni olandan ziyade hâlihazırda var olan şeyler bize tüm dünyayı ayakta tutan şeylerin mutlak merkeziyetini hatırlatıyor. İşin sonuyla ilgili yinelenen ya da otomasyonla ilgili fantezilere rağmen, sanayi toplumumuzun temel gerçeği, çoğu inovasyon alanın çok dışında kalan, işgücüdür. Mucitler ve yenilikçiler bu iş gücünün küçük, anca %1’lik, bir parçasını oluşturmaktadır. Araçlar karlı olacaksa, firmalar bunları üretmesi, satması ve dağıtması için insanlara ihtiyacı vardır. Teknolojik işgücünün bir diğer önemli tarafı insanların bir ürünü gerçekten kullanmaya başlamasıyla meydana gelir. Bazı durumlarda, kullanıcı imajı sizin gibi bilgisayarın başında oturan bir birey olabilirken, diğer durumlarda son kullanıcılar teknolojileri mucitlerinin ve yaratıcılarının asla hayal edemediği şekilde kullanmaya çalışan kurumlar – şirketler, hükümetler veya üniversitelerdir.

Teknolojik işgücünün en değer göremeyen ve değer verilmeyen formu aynı zamanda en yaygın olanıdır: uzun zaman önce “üretilmiş” olanı yenileyenler ve bakımını yapanlardır. Vurgudaki bu değişim medya bilgini Steve Jackson’ın “bozulmuş dünya düşüncesi” adını verdiği sürekli entropi ve yapmama süreçlerine ve yeni şeylerin ortaya çıkmasından ziyade onları yavaşlatmak veya durdurmak için yaptığımız işe odaklanmayı içeriyor. Son yıllarda, bilginler bu tür işleri yapan insanlarla ilgili birçok araştırma yaptılar. Örneğin, bilim araştırmaları araştırmacısı Lilly Irani, “porno, alkol ve şiddeti filtrelemek” için reklamları kontrol eden Hintli işçilerde dâhil olmak üzere, düşük ücretli işçilerin web için dijital bilgileri taramak için yaptıkları çalışmaları inceledi. Neden bu tür analizleri “siber güvenlik” gibi konuları daha net düşünmek için yaygın hâle getirmiyoruz? Siber güvenliğin yazılımcılara ve kodlayıcılara olan ihtiyacı barizdir, ancak siber altyapılarımızdaki temel güvenlik açıklarının mezarlık vardiyalarında çalışan gardiyanlar ve engelleri ve kimlik kartı okuyucularını tamir eden personel tarafından korunduğu da aynı derecede açık olmalıdır.

Bakıma ve onarıma giden işgücünü, yeni şeyleri tanıtmak yerine, işleri sıradan varoluşu hâlinde sürdüren bireylerin ve bakıcıların işi olarak düşünebiliriz. Kısa bir tefekkür, insan emeğinin büyük bir çoğunluğunun çamaşır ve çöpleri çıkarılmasından temizlik işlerine ve yiyecek hazırlamaya kadar bu tür bir bakıma ayrıldığını görmekteyiz. Bu fark edişin, teknoloji içindeki ve çevresindeki toplumsal cinsiyet ilişkileri üzerinde önemli etkileri vardır. Feminist teorisyenler uzun zamandır teknolojik yeniliklere olan saplantıların kadınların aşırı biçimde hayatı yolunda tutmak için yaptıkları ev işleri gibi tüm emeği gizlediğini savunuyorlar. Ev içi emeğin büyük finansal sonuçları vardır, ancak bu sonuçlar Gayri Safi Yurtiçi Hasıla gibi ölçeklerin dışındadır. Ruth Schwatrs Cowan, 1983 tarihli klasik kitabı, Anne İçin Daha Fazla Çalışma’da çamaşır makineleri ve elektrikli süpürgeler gibi teknolojilerin kadının sürekli ev bakımı işine nasıl da uyduğunu inceledi. En ünlü buluğlarından birisi, işçilik tasarrufu vaat eden yeni temizlik teknolojilerinin kelimenin tam anlamıyla daha fazla iş yaratması ve kadınların buna ayak uyduramamasıydı.

Daha derin sorunlarla yüzleşmeden sadece kahramanların kadrosunu değiştirerek kahramanlara duyulan aşırı hayranlık pratiğini sürdürmenin bir anlamı yoktur. Pek çok konuda hatalı olan Nixon, ev aletlerinin Amerikan ilerlemesini apaçık bir delili olduğunu göstermekte de hatalıydı. İronik olarak, Cowan’ın çalışması ilk olarak, odak noktası mucitlerin erkek ulusal kahramanlar anıtı olan teknoloji tarihinde çalışan erkek bilim adamları arasında şüphecilikle karşılaştı: Bell, Morse, Edison, Tesla, Diesel, Shockley vb. Bakım ve onarıma yeniden odaklanmanın, Anne İçin Daha Fazla Çalışmanın gün ışığına çıkardığı cinsiyet politikasının ötesinde etkileri de var. Bilim adamları, yenilikçilik takıntısını bir kenara koyduklarında, birçok Afro-Amerikan, Latin ve diğer ırksal ve etnik azınlıklar tarafından gerçekleştirilen çeşitli düşük ücretli emeklerle yüzleşebilirler. Bu açıdan bakıldığında, fastfood çalışanları da dâhil olmak üzere asgari ücretin artırılması konusundaki son mücadeleler, bakıcı olmanın onurunun argümanları olarak görülebilir.”

islamiktisadı.net için çeviren: Ahmet Hamza Yıldırım

Kaynak: P2P Foundation

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun