İslam İktisadi Düşünce Tarihi
Değer Kuramı, Piyasa ve Fiyat Tespiti
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيم
الحمد لله / اللهمّ صلِّ على محمّد وعلى آلمحمّد
Müslüman alimler Antik Yunan çevirilerinden yararlanmışlardır. Özellikle kelamcılar ve hükemâcılar (felsefeciler). Fakat bu çevirilerden önce yani Hicrî 3. yüzyıl ve takip eden senelerde alimler zaten iktisadi düşünce ve iktisat politikası konularında fikir geliştirmişlerdi. Bu iki ekolün birleşimi iktisadi ve siyasi ilimlerin gelişiminde bir katalizör görevi gördü. Sadece Yunan düşünce akımını geliştirmediler, üstüne yeni tasavvurlar da geliştirdiler.
(Bu bölümde İslami gelenekte iktisadi tasavvurların gelişimini görmek amaçlanmaktadır. Dolayısıyla alimlerden ziyade daha çok mefhumlardan bahsedilecektir.)
1. Değer Kuramı Unsurları ve Müslüman Alimler
İktisat bir bilim dalı olduğundan beri “değer” konusunun önemi artmıştır. Adam Smith (1723-1790) “Emek-Değer Teorisini” literatüre kazandırmış ancak değerin üretim maliyeti konusunda kafası karışık bir hâl sergilemiştir. Ricardo (1772-1823) bu muallaklığı gidermeye çalışmışsa da kendi kafasını karıştırmaktan öteye geçememiştir. Marx (1811-1889) her farklı görüşü ikna çabasıyla Smith ve Ricardo’nun Emek-Değer Teorisini, kendi sömürü teorisine almaya çalışmıştır. Marjinalist ekol, klasik ekolün arz yanlı iktisat anlayışına karşı talep yanlı iktisadı yani faydaya bağlı değer teorisi anlayışını vurgulamıştır. Neo-Klasik iktisatçılar da bu münakaşaya son vermek adına değerin belirlenmesinde arz ve talebin etkisini birleştirmeyi denediler.
Bu duruma bakıp, Smith dönemi öncesi değer tespiti konusunda herhangi bir tutarlı teori olmadığı düşünülebilirse de aslında böyle değildir. Şaşırtıcı bir şekilde “değer tespit unsurları” ve bunun temel yapı taşları modern iktisadın mimarlarından önce vardı.
İlginç bir şekilde İslami gelenekte değer teorisi farklı bir şekilde gelişmişti. İleride de değinileceği üzere, tarih boyunca değer tespiti anlayışı talep ve arz tarafından yapılmıştır. Alimler her ne kadar değerin, ürünün tabii değerini mi yoksa geçici bir piyasa fiyatını mı temsil ettiğini belirtmemiş olsalar da onların beyanlarında objektif bir sonuca varmak mümkündür.
Marjinal Faydaya Bağlı Değer
Müslüman alimler, terminolojiyi kullanmaksızın marjinal faydaya dayalı değer tespitini Hicrî 2./ Miladî 9. yüzyılın başlarında kavramışlardır. İmam Şafii (rh)* şöyle demiştir;
“Fakir bir adam bir dinara ederinden çok daha fazla değer verirken, bir zengin yüzlerce değerindeki dinarları dikkate almaz.”
Cüveynî de (rh) benzer bir görüş belirtmiştir. Şeybanî (rh) şu görüşü ile olumsuz fayda (disutility)’dan bahsetmiştir;
“… bir kişi kendi faydası için yemek yerken midesi dolduktan sonra yemeye devam ederse fayda görmez, aksine zarar görür.”
İbnü’l Cevzî (rh) ise şu tanımı ile faydanın öznel tanımı en iyi yapan kişidir;
“Yiyecek ve içeceklerden alınacak memnuniyet açlığın veya susuzluğun ne kadar güçlü olduğuna bağlıdır. O kişinin ilk konumuna (tokluk) ulaştıktan sonra onu yemeye ve içmeye zorlamak o kişide ızdıraba neden olur.”
Dolayısıyla bir nesnenin değerinin öznel ve azalan marjinal faydaya bağlı olduğu bu alimler tarafından belirtildiği açıktır.
Dimaşkî (rh) diğer zaruretleri görmezden gelip yalnıza bir zaruret için çok fazla para harcamayı irrasyonel bulmuştur. Bunun sebebini azalan marjinal fayda olarak belirtebiliriz. O, bu tutumun yerine çağdaş iktisat metinlerinde geçen eşit-marjinal (equimarginal) ilkesine benzer bir şekilde gelir tahsisatını önermiştir.
Değerin Üretim Maliyeti Kuramı
İbn Teymiyye (rh) değerin emek ve sermaye tarafından edinilen bir ‘artırım’ olduğunu savunmuştur. Bu nedenle bu iki unsurun etkisiyle değer belirlenmelidir. Onun bir başka ifadesinde anlaşılır ki, değerin tespitinde bütün unsurların etkisi vardır. Örneğin; su, hava ve hammaddenin de dahil olduğu toprak, emek ve sermaye gibi.
Değerin Emek Kuramı: İbn Haldun (rh) kârın, emekten elde edilen bir değer olduğunu iddia eder. Baeck bir yazısında İbn Haldun’un bu düşüncesini şöyle nakleder: “ İbn Haldun’a göre her ürünün değeri o ürün için harcanan emek gücüne eşittir.”
İbn Haldun her ne kadar mübadele değeri terimini kullanmasa da anlaşılan o ki onun bahsettiği budur. Sonuç olarak onun makalelerinden anlayabiliriz ki, İbn Haldun değer kuramını klasik iktisatçıların başladığı noktadan benimsemiştir.
2. Piyasa ve Fiyat
Bütün insanlığa gönderilen İslam, ilk olarak, en büyük geçim kaynağını ticaretten elde eden bir topluma inmiştir. Bu, o toplumun piyasanın işleyişini ve piyasa ile ilgili meseleleri bilme konusunda tecrübeli oldukları anlamına gelir. Bu nedenle, bu gözlem ve deneylerini kuramsallaştırma konusunda çok fazla vakit kaybetmemişlerdir. Piyasanın işleyişinde arz ve talep hayati bir rol oynar. Müslüman alimler bu piyasa güçlerini (arz ve talep) tahlil etmede derin bir ferasete sahiplerdi.
Arz, Talep ve Fiyatlar
Fiyatların devlet tarafından belirlenmesi sorusu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) döneminde gündeme gelmişti. O (sav) fiyatların sabitlenmesini reddetmişti. İhtikar (stokçuluk – hoarding) ve malın pazara gelmeden karşılanıp sonra pazarda satılmasının[1] (forestalling) yasaklanmasıyla beraber O (sav) fiyat tespitinde piyasa güçlerinin serbest ve esnek bırakılmasını tasdik etmiştir. Müslüman alimler bu mekanizmanın bilincindeydiler. Bu mekanizmayı görselleştiren (visualize) birtakım ulema vardır. Fiyatların tespitinde arz ve talebin tesirinden aşikar bir halde bahseden ilk kişi İmam Şâfiî (rh)’dir. O, “Bir eşyanın değeri her an değişebilir. Bunun nedeni insanların o ürünü alma isteğinin değişimi veya o ürünün miktarının kemiyeti (azlığı çokluğu)dir” demiştir.
Bununla birlikte, hasadın zirai ürünlerinin fiyatları üzerindeki etkisini ilk açıklayan kişi İbn Mukaffâ (rh)’dır. Ancak onun yegane amacı sabit toprak vergisinin, çiftçilerin akıbeti ve devletin gelirlerine olan etkisini analiz etmekti. Benzer bir çalışma Halife Hârûn Reşîd’in (rh) “Zirai-Nisbi Toprak Vergisi”nin (Land Tax with Proportinal Agricultural Tax) getirilmesi konusunda fikrini sorduğu Ebu Yusuf (rh)’un analizlerinde de gözlemlenebilir.
“Ucuzluğun ve pahalılığın tespit edilmiş hiç bir kesin limiti yoktur. Bu, kararı semadan verilmiş bir konudur ve kaidesi meçhuldur. Ne ucuzluk yiyecek bolluğu, ne de pahalılık kıtlığın sebebiyle oluşur. Bu, Allah (Azze ve Celle)’nin inayetiyle belirlenir. Bazen yiyecekler bolluğuna rağmen pahalıdır veya bazen de çok azdır ancak fiyatları ucuzdur.” der.
Bu arza göre fiyatın belirlendiği görüşünü benimseyen ortak akla bir tekzip niteliğindedir. Aslına bakılırsa, fiyatlar sadece arza göre değil, eşit oranda talebe göre de değişir. Hatta başka unsurların da tesiri olabilir. Para arzı, ihtikar/stokçuluk gibi. Ebu Yusuf fiyat tespitinde “başka unsurların” da olduğunu söylese de kendisinden bu unsurların ayrıntılı açıklaması istenmediğinden ve de özlülük (brevity) adına bunları belirtmemiştir.
İlk dönemlerde arz ve talebin öneminin altını çizen bir diğer alim El-Cahiz (rh)’dir. O, el-Tebessür bi’l-Ticaret (Ticaretin İç Yüzünü Kavrama) adlı eserinde şöyle der;
“Miktarı artan her şey ucuzlar; ilim hariç, o arttıkça değeri de artar.”
Kâdı Abdülcabbâr (rh) arz ve talep unsurlarını bir bir sayar ve sonra bunları Yüce Yaratan’a dayandırır. Aynı zamanda bizi, değişikliğin piyasa unsurlarının bir sonucu olarak mı, yoksa insanların yaptığı manipülasyonlardan mı kaynaklandığını ayırt etmeye çağırır. Eğer manipülasyon varsa piyasaya bir müdahale yapılmasını önerir. Cüveynî de arzın ve talebin fiyatı belirlemesindeki rolünün bir şahsın kontrolü altında olamayacağı kanaatindedir. Bu görüş, tam rekabetli piyasadaki alıcı ve satıcıların fiyata etkisinin olmaması anlamına gelmektedir. Yani Cüveynî bu anlamda fiyat belirleyen (price maker) değil, fiyat kabullenen (price taker)’dir.
Cüveynî’nin talebesi olan İmam Gazzâlî (rh), gönüllü ticari faaliyetlerin önemini ve arz-talep güçlerinin fiyat ve kâr oranlarını belirlediği piyasaların oluşumu gibi konulara daha detaylı bir şekilde katkıda bulunmuştur. Ona göre, piyasalar tabii bir nizama göre gelişir. Tabii nizam, başkalarının telkinlerine ihtiyaç duymadan karşılıklı iktisadi ihtiyaçların giderilmesidir. Gazzâlî’ye göre karşılıklı mübadelenin/alışverişin gerçekleşmesi için, uzmanlaşma ve bölgelere ve kaynaklara göre iş bölümü olması gerekmektedir. Ticari işlemler ise, ürünleri uygun zaman ve mekanda mevcut kıldığı için onlara değer katar. Piyasada tarafların çıkarları (self-interest), kâr odaklı tacir ve komisyoncuların oluşmasına neden olmaktadır. Şaşırtıcı bir şekilde piyasa gelişiminin açıkça tanımlamasına karşın GazzâlÎ, arz ve talebin rolünü açıkça tartışmaz. Ancak yüksek fiyatların olması durumunda talebin azaltılarak fiyatın düşürülmesini önermesi, onun piyasa güçlerinin işleyişi hakkında bilgi sahibi olduğunun bir delili niteliğindedir.
Arz ve talebin işlevleri hakkında başka bir ifade Dimaşkî’den gelir. Fiyatlar, piyasa güçleri tarafından medyan veya geçici bir fiyat olarak belirlenir. O, medyan fiyatın üstünde ve altındaki değerlere değişik isimler verir (çağdaş iktisatçıların enflasyonun farklı türlerini çeşitli şekilde isimlendirdikleri gibi). O, medyan fiyatlarının sabit bir şekilde muhafaza edilmesinin gerekliliğini savunur.
İbn Teymiyye arz-talebin ve fiyatların nasıl belirlendiğinin üzerine açık ve daha ayrıntılı bir yorum yapar. Kendisine sorulan bir soruya şöyle cevap verir;
“Fiyatlardaki artış ve azalma, mutlaka bir adaletsizlik (zulüm) sebebiyle gerçekleşmek zorunda değildir. Bazen sebep, üretimdeki yetersizlik veya ithal edilen mallara olan talepteki düşüştür. Bu nedenle eğer bir ürün için talep artarsa ve o ürünün bulunabilirliği düşerse fiyatlar artar. Diğer taraftan, o ürün için talep azalır ve o ürünün bulunabilirliği artarsa da fiyatlar düşer. Bu kıtlık veya bolluğun sebebi illa da kişilerin eylemlerinden kaynaklanmayabilir. Bu içinde adaletsizlik bulundurmayan bir sebepten ötürü de gerçekleşebilir. İnsanların kalbinde arzuları -dolayısıyla talebi- yaratan Allah (Subhanehu ve Tealâ)’tır.”
İbn Teymiyye’nin bu düşüncesi, “yüksek fiyatların sebebinin piyasadaki manipülasyonlar olduğunu” söyleyen genel görüşü kısmi olarak yansıtır. Bunun yanı sıra , fiyatların artış ve düşüşünde piyasa baskılarının olabileceğini de savunur. Bu yüzden belirli bir fiyatta talep artar ve arz düşerse fiyatların yükseleceğine, aynı zamanda arz artıp talep azalırsa da fiyatlarda nihai bir düşüş gözlenir. Benzer bir şekilde, arz ve/veya talepteki değişim derecesine bağlı olarak, fiyatlardaki değişim fazla da olabilir az da olabilir. Hatta değişmeyebilir de. Onun ifadelerinde her çeşit senaryo gözlemlenebilir. Bununla birlikte, bu iki değişikliğin ne aynı anda oluşması ne de birleşmesi gerekmez. Ceteris Paribus olma durumunda bile aynı sonucu elde edebiliriz. İbn Teymiye İslam’da Hisbe adlı kitabının bir bölümünde bu iki değişikliğin ayrı ayrı tanımını yapar: “Eğer insanlar mallarını genel kabul görmüş biçimde ve hiçbir adaletsizlik olmadan satıyorsa ve arz azlığından veya nüfusun artmasından (talep artıyor) fiyatlar yükseliyorsa bu Allah’tandır.” Bu, bu tür değişikliklerin Allah’ın dilemesiyle olacağı anlamına gelir. Tabii ki o diğer unsurların aynı kaldığını varsayar. Talebin artmasından veya arzın azalmasından dolayı ortaya çıkan fiyat düşüşü Allah’ın dilemesiyle olur. Bu piyasaların gayrişahsi doğasını bize gösterir.[2]
İbn Teymiyye’nin fiyatların belirlenmesi mekanizması açıklık ve özenle hazırlanma bakımından bütün diğer Müslüman alimlerinden ayrılır. Onun öğrencisi olan İbn Kayyim (rh), onun görüşlerini benimsemiş ve yer yer yeni çıkarımlar yapmıştır. Bu nedenle onun bu konudaki görüşleri bir daha bahsetmeye hacet yoktur.
Ancak bizim aynı zamanda arz-talebi belirleyen yeni unsurlar tanımlayan ve bunların fiyatlar üzerindeki etkisini inceleyen İbn Haldun’dan da bahsetmemiz gerekmektedir. İbn Haldun, talebi belirleyen unsurlar arasına çeşitli medeniyet ve gelişmişlik seviyesinde olan toplumların satın alım gücünü de eklemiştir. Ona göre, talep edilen ürünlerin bileşimi ve ürünleri alma isteği (willingness to buy) köy/kırsal kesim ve şehirlere göre değişiklik gösterebileceği gibi hanedanlığın kuruluş ve yükselme evrelerinde de farklılık arz edecektir. Arz kira, maaş ve vergi gibi üretim ve tedarikler maliyetlerinden etkilenir. İbn Haldun’a göre: “Uygun/aşırı olmayan kârlar ticareti canlandırırken, düşük kârlar üreticileri üretmekten caydıracağına göre ticareti zayıflatır. Ve çok fazla kâr oranı da talebin düşmesini sağlar.” Görüşlerini desteklemek için çeşitli ülkelerden örnekler verir.
Piyasada ve Fiyatların Kontrolündeki Noksanlar
Müslüman alimler fiyat tespit yöntemi ve piyasanın işleyişi konularında entelektüel ve akademik bir seviyede tartışmamışlardı. Bu konuları daha çok anormal fiyatların olduğu bir ortamda adil bir fiyat tespiti için yapmışlardı. Daha önce belirttiğimiz gibi fiyatların kontrol altında olması durumu Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) döneminde de vardı ve O (sav) bu yöntemi reddetmişti. Ve O (sav)’nun bu tercihi yüzünden alimlerimiz de bu yöntemi reddetmiştir ki, bu yöntem içtihat literatüründe çok tartışmalı bir konu olmuştur.
Biz sabit fiyat uygulamasına karşı ola duralım, Makdisî (rh) bu yöntemi iktisadi bir açıdan incelemek ve zararlarını bulmak için analiz etmiştir. Fiyat sabitleme yöntemi niyet edilen amacın tam aksi yönünde sonuçlanır; zira hiçbir yabancı tacir, malını fiyatına kendisinin karar veremediği bir piyasada satmak istemez ve mukim(o bölgede ikamet eden/yaşayan) tüccar da malını (fiyat seviyesinden memnun olmadığı) piyasaya sürmekten imtina eder/ ihtikar-stokçuluk yapar. Bu arzın daha da düşmesine ve durumun daha da kötüleşmesine sebep olmaktadır. Bu durumda tüketicilerin talepleri karşılanamayacak ve fiyatlar daha da artacaktır. Dolayısıyla hem üreticiler hem de tüketiciler böyle bir uygulamadan zarar görmüş olacaktır. Aynı görüş Ortaçağ Avrupa’sında Peter Olivi tarafından da savunulmuştur.
İbn Teymiyye’ye göre Hz. Muhammed (sav), zamanın iktisadi unsurlarının bir gereği olarak fiyat sabitlemeyi yasaklamıştır. Yani İbni Teymiyye’ye göre bu yöntemin yasaklanması genel bir kural değildir.
Bunlara ek olarak, Müslüman alimlerde eşdeğer fiyat (kıymetu’l-misl) veya adil fiyat (kıymetu’l-adil) fikirleri mevcuttur. Onların adil fiyat mefhumu/kavramı Yunan literatüründen alınmamıştır. Bu mefhum evvelce Peygamberimiz (sav) ve O’nun halifeleri Ömer ve Ali (r.anhum) dönemlerinde gündem oluşturmuştur. İbn Teymiyye’nin izahının gerektirdiği gibi adil fiyat tam rekabetçi pazar güçleri tarafından belirlenir. O, böyle bir piyasanın çeşitli niteliklerinden bahsetmektedir. Pazar güçlerinden dolayı değişen fiyatların bir ihlal olmadığını savunduğundan dolayı hükümetin müdahale etmesini gerektiren bir sebep olmadığını söyler. Yalnız tekelcilik, oligopolcülük gibi durumları bundan müstesna tutar.
İbn Teymiyye’den çok daha önce fiyat kontrolüne karşı çıkan Yahya b. Ömer el-Kinânî de tekelcilik gibi pazar iştirakçilerinin iş birliği ile yaptığı hileleri gidermek için fiyat sabitlenmesinin yapılabileceğini savunmuştur.
İdari fiyat sabitlenmesi için, İbn Habîb (rh) imamın (otoritenin başındaki kişi), pazar temsilcilerinin iştirak edeceği bir toplantı düzenlemesi gerektiğini belirtir. Sonra bu toplantı sonucunda hem tüketicileri hem de üreticileri tatmin eden bir fiyat belirlenmesi gerektiğini söyler. İki tarafın rızası olmadan sabit bir fiyat belirlenmemelidir. Zira üreticilerin rızası dışındaki fiyatlar uzun vadede toplumun zararınadır.
En doğrusunu bilen Allah’tır.
Yazar: Abdul Azim Islahi
Çeviren: Ziya Ekrem Bayrak
Kaynak
[1] O dönemlerde şehrin dışından gelen tacirler şehiriçi piyasasındaki fiyatları şehre gelmeden önce tam olarak bilemiyorlardı, pazara geldikleri zaman sattıkları malın piyasa fiyatını öğrenebiliyorlardı. Şehre girmeden onları karşılamak isteyenler ise piyasa fiyatları hakkında yanıltıcı veriler üzerinden tacirleri kandırabiliyorlardı. Dolayısıyla bunun önüne geçilmesi adına böyle bir yasak yürürlüğe girmişti. Bu Yüce Allah’ın sosyal hayata koyduğu adalet ölçülerinden birini teşkil etmektedir.
[2] Bu şekilde doğal bir işleyiş içinde çalışan arz-talep mekanizmasını Allah’ın iktisadi alana koyduğu bir Sünnetullah olarak değerlendirebiliriz. Allahu A’lem.
Kaynak: SILO.TIPS