Türkiye’de Covid-19 ile ilgili birçok akademik çalışma yapılmıştır. Aşağıda yapılan bu çalışmalardan bazıları gösterilmiştir. Çakmaklı (vd., 2020)’de başta KOBİ’ler olmak üzere pandemi nedeniyle oluşan gelir kayıplarını ve işçi ücretlerinin telafi edilmesine yönelik doğrudan gelir desteği verilmesini ve varlık alımlarının yapılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bunun yanında Susceptible, Infected, Recovered (SIR) Modeli ile yaptıkları tahminde tam karantinanın olmaması durumunda salgının kontrolünün güçleşeceğini, karantinanın GSYH’de %4,5 ila %19,2 arasında bir kayba neden olacağını, 40 günlük uygulanacak tam karantinanın kısmi karantinaya göre daha az maliyetli olacağını ifade etmişlerdir.
Aydoğuş ise Covid-19 Krizi’nin doğurduğu finansman ihtiyacının IMF’den karşılanması konusuna değinmiştir. IMF’den borç alınmasının gündemde tartışılmasına rağmen Türkiye’nin tasarruf yetersizliğinde dış kaynak kullanmak zorunda olduğunun bir gerçek olduğunu, IMF ile yapılacak bir anlaşmanın belirli şartları sağlaması halinde daha uygun maliyetli olacağını ifade etmiştir. Aynı zamanda IMF ile yapılacak bir anlaşmanın yabancı sermayeyi çekme potansiyelini de içinde barındırmakta olduğunu ifade etmiştir. Buna rağmen yazar, IMF ile masaya oturmanın belirli olumsuz sonuçları olacağı konusunda da uyarmıştır (Aydoğuş, 2020a: 4-8). Aydoğuş’un bir diğer çalışmasında Türkiye’de açıklanan politika tedbirleri: “plansız, programsız ve bütünsellikten uzak” şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca Türkiye’de doğrudan gelir destekleri gibi krize karşın bir politika aracı kullanılmamıştır. Yazara göre bunun iki nedeni vardır. Emek yerine sermaye sınıfının korunması ile halihazırda yüksek seyreden bütçe açığıdır (Aydoğuş, 2020b: 242-244).
Günçavdı ise 7244 Sayılı Kanun ile beraber getirilen mali tedbirlerin gelir desteğinden yoksun olduğunu, tedbirlerin işsizlik sigortasından yararlanma imkanlarının arttırılması, işçi çıkarımının yasaklanması ve kısa çalışma ödeneği gibi alanlara yöneldiğini ve bunların da yetersiz olduğunu ve birçok işsiz vatandaşı kapsamadığını ifade etmiştir (Günçavdı, 2020: 268-270). Günçavdı aynı zamanda kriz döneminde kamu bankalarının kredi politikalarının, maliye politikalarını tamamlayan bir araç olarak kullanıldığını ifade etmiştir. Uygulanan maliye politikalarının miktar ve kapsam bakımından yetersizdir. Mevcut bütçe açıkları göz önüne alındığında ek tedbirler almak da bir hayli zordur (Günçavdı, 2020: 273,274). Susam ise yaşanan gelişmelerden hareketle, 2020 yılındaki yaşanan krizin 2008 Krizi’ne göre bütçe üzerinde daha olumsuz etkileri olacağını ifade etmiştir (Susam, 2020: 61). Attar ise Covid-19 Krizi’nin Türkiye’de “yaşanacak gelir ve istihdam kayıplarının eşitsiz bir şekilde” gerçekleşeceğini ifade etmiştir (Attar, 2020: 32).
Serdar Sayan ise salgın sürecinde bireylerin gelir kayıplarını telafi edici desteklerin eksik kaldığı görüşündedir. Bu noktada 18 Mart 2020’de açıklanan birinci pakette alınan tedbirlerin (vergi indirimleri, vergi teşvikleri, asgari ücret destekleri vs.) klasik olarak uygulanan kriz tedbirleri olduğunu, fakat muhteviyatı itibariyle Covid-19 Krizi’nin geleneksel politikalarla çözülemeyeceğini ifade etmiştir (Sayan, 2020: 12). Sayan’a göre Covid-19 Krizi hem arz hem de talebi etkileyen bir kriz olması nedeniyle özellikle turizm ve havayolu sektörleri gibi alanlarda yapılan destekler ve vergi indirimlerinin talebi canlandırması mümkün değildir. Bu noktada yazar, asgari ücret desteği ve kısa çalışma ödeneğine yönelik desteklerin yapılmasını olumlu ama yetersiz adımlar olarak nitelendirir. Yaklaşık 8 milyon kayıtdışı işçinin olduğu tahmin edilen bir ekonomide kayıtdışı ekonominin maliye paketlerinde yer almamasını, çalışanların büyük kısmının kısa çalışma ödeneği gibi desteklerin kapsamının dışında bırakılmasını ve kısa çalışma ödeneğinin uygulamasındaki eksiklikleri dile getirmektedir (Sayan, 2020: 12,13). Uysal (2020) da benzer şekilde paketin, kayıtdışı istihdamı ve 7,6 milyonu bulan kırılgan istihdamı (kendi işinde çalışan kişiler ve aile şirketlerinde ücretsiz çalışan kişileri) kapsamaması nedeniyle eleştirmektedir. Ayrıca bireylere yapılan doğrudan gelir desteklerinin dağıtım kıstaslarının şeffaf olmaması nedeniyle bu yardımlara ihtiyaç duyan grupların etkin şekilde bu programlardan yararlanamadığını ifade etmiştir (Uysal, 2020: 5-7).
Taymaz’a göre Covid-19’da uygulanacak doğrudan gelir destekleri kişilerin harcanabilir gelirlerini arttıracaktır. Bunun neticesinde bireylerin tüketim alışkanlıklarına devam edecek ve diğer sektörlerdeki olası zararlar ve istihdam kayıpları azalacaktır. Uygulanan modele göre 54 milyar dolarlık doğrudan gelir/ücret desteklerinin ekonomiyi canlandırması sayesinde vergi gelirleri artacaktır. Böylelikle kamu maliyesine 20 milyar dolarlık ek gelir tahsis edilecek ve gelir desteğinin maliyeti 34 milyar dolara inecektir (Taymaz, 2020). Taymaz’ın çalışmasını tamamlayıcı olarak Voyvoda ve Yeldan Genel Denge Modeli kullanarak yeni bir çalışma yayımlamıştır. Buna göre, kamu bütçesinden işsiz kalmış kesime %50’lik bir “Emek Gelir Desteği”, küçük işletmelere sermaye gelirlerinin 1/3’ü kadar uygulanacak yardımlar ve kamu tüketim harcamalarının %20 arttırılması durumunda, talep uyarılacak bu sayede hanehalkı gelirlerinin %68,9 telafi edilecektir. Bunun yanında uygulanacak olası Emek Gelir Desteği programı ile tüketim çarpan mekanizması yardımıyla canlanacağı için bütçe dengesinde meydana gelmesi beklenen 274 milyar TL açığın, 57,3 milyar TL için bütçeye yeniden gelir olarak yazılacaktır. Bu kamu gelir telafisi özellikle KDV ve ÖTV artışından kaynaklıdır (Voyvoda ve Yeldan, 2020b: 15-17).
Krizi en derinden yaşayan meslek grupları işçiler, işverenler ve serbest meslek gruplarıdır. Kriz dönemi boyunca çeşitli yardımlar yapılmıştır. Aşağıdaki tabloda yapılan işlemler özetlenebilir.
Krizden en çok etkilenen kesimlerden biri işgücü piyasasıdır. Bu noktada onların işgücü kaybına yönelik bir dizi önlem de alınmıştır. Bu noktada verilen destekler maliye politikalarının en önemli alt dallarından biridir. Bunun yanında işçi çıkarma yasaklarından dolayı istihdam piyasasının krizden nasıl etkilendiğini tam olarak ölçmek zordur.
Bunun haricinde reel ekonomiye yönelik, vergi indirimleri, vergi ertelemeleri, vergi muafiyet ve istisnaları ve kamu bankaları kredileri de mevcuttur. Tablo 7 bu uygulamaları ortaya koymaktadır.
Bu noktada çok sayıda vergi indirimi politikasına gidildiği görülmektedir. Esasında vergi indirimi birçok krizde ilk uygulanan politikaların başında gelmektedir. Özellikle ekonominin canlandırılması için tercih edilmektedir. Yine kamu bankaları aracılığıyla uygun maliyetli krediler verilmesi, klasik anlamda maliye politikası konusunun dışında gibi gözükse de esasında bu kredilerin kamu bankalarınca verilmesi maliye politikasının konusuna sokmaktadır. Kamu kurum ve kuruluşlarınca bu kredilerin piyasa ortalamasının altında bir maliyetle verilmesi, “gelir kaybı” olarak sınıflandırılmasına yol açmaktadır. Bu durum da bütçeye yansıyacağı için dolaylı olarak kamu politikalarını etkilemektedir.
Covid-19 sonrası Türkiye’de maliye politikalarının bir kısmı da daraltıcı ekonomik etkileri olan politikalardır. Bu politikaların ekonomik büyümeye ihtiyaç duyulan bir dönemde yapılması bütçe açığının artması nedeniyle yeni finansman arayışından kaynaklanmaktadır.
Her ne kadar kriz sonrasında maliye politikalarının toparlanma için önemli bir role sahip olduğu bilinse bile, bu kapsamda yapılan vergi indirimleri ve kamu harcamaları bütçe üzerinde ek yük oluşturmaktadır. Bu açıdan Türkiye örneğinde de yapılan kamu açıklarının finansmanı için, daraltıcı nitelikte maliye politikalarının da uygulandığı ifade edilebilir. Bu kapsamda alınan önlemler genellikle ithal mallarda uygulanan gümrük vergisi vb. gelir önlemlerinin arttırılması yoluyla olmuştur. Bu uygulamaların çoğu AB Gümrük Birliği Antlaşmasından dolayı AB üye ülkelerine uygulanamamıştır. Uygulamalar sonucunda birçok ürünün fiyatı artmıştır. Özellikle döviz kurunun da yükselmesi enflasyonu arttırmıştır. Tablo 8’de uygulanan daraltıcı özellikteki maliye politikaları incelenmiştir.
Uygulanan maliye politikalarını tamamlayıcı nitelikte bir başka uygulama da “tasarruf tedbirleri” olarak bilinen kararların 30 Haziran 2021 tarihinde 31527 sayılı Resmî Gazetede yayınlanmasıdır. Ayrıca 30 Mart 2021’de ise “Biz Bize Yeteriz Kampanyası” ile ulusal bir bağış kampanyası düzenlenmiştir. Bu kapsamda toplanan bağışlar bir süre sonra Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından kullanılmaya başlanmıştır.
Sonuç
Covid-19 Krizi küresel düzeyde 1929 Büyük Depresyonundan bu yana görülen en büyük ekonomik krizlerden bir tanesidir. Covid-19 hem arz hem de talep şoku barındırması nedeniyle ekonomileri çok derinden etkilemiştir. Kriz sonrası yaşanan gelişmeler neticesinde birçok ülkenin sağlık alanında zorluk yaşadığı, birçok kişinin işini kaybettiği, ekonomik güven endekslerinin çöktüğü, enflasyonun arttığı, toplumsal paniklerin yaşandığı bir dönem başlamıştır. Bu noktada 1980’lerden bu yana ikinci plana atılan maliye politikalarının; 2008 Küresel Finansal Krizinde artan prestijinin 2020 Covid-19 Krizi ile beraber tekrardan eski düzeyine geldiği ifade edilebilir. Ülkeler hızlı bir şekilde maliye politikaları uygulamıştır. Bu noktada maliye politikalarının büyüklüğü, yöneldiği gruplar, yeni uygulama araçları önem arz etmektedir. Birçok ülke genişletici özellikte maliye politikası uygulamıştır. İncelemeler sonucunda gelişmiş ülkelerin uyguladığı para ve maliye politikası tedbirlerinin, diğer ülkelere göre daha büyük tutarlarda ve kapsamlı olduğu görülmüştür. Kimi ülkelerin kriz döneminde devlet garantileri vermek gibi tamamlayıcı politikalar uygulamıştır. Uygulanan politikalar neticesinde ülkelerin hem bütçe açıklarının hem de kamu borçlarının milli gelirlerine oranları önemli ölçüde arttığı görülmektedir.
Türkiye’de de krizin ilk aşamasında para politikası ve maliye politikasında genişletici özellikte politikalar uygulanmıştır. Türkiye özelinde 18 Mart 2020’den bu yana vergi indirimleri, kısa çalışma ödenekleri, ücretsiz izin destekleri, kamu bankalarının uygun koşullu kredileri gibi bir dizi önlem ortaya konulmuştur. Türkiye’de uygulanan politikalar incelendiğinde genişletici maliye ve para politikalarında daha çok vergi indirimleri, vergi ertelemeleri ya da kredi kolaylıkları gibi politikalara yönelimin olduğu, hanehalklarına gelir desteklerinin ise sınırlı olduğu görülmüştür. Fakat bu uygulamalar bütçe üzerinde yük oluşturmuş ve yeni finansman ihtiyaçlarını da ortaya çıkarmıştır. Mart ayının sonunda Milli Bağış Kampanyasına adım atılmış, Nisan 2020’den itibaren gümrük vergileri, ÖTV artışları, BSMV ve kambiyo vergisi artışları gibi gelir getirici çeşitli önlemler alınmıştır. Uygulanan politikaları tamamlayıcı şekilde kamu kurumlarında tasarruf tedbirleri uygulanmıştır.
Genişletici politikalar sonucunda bütçe üzerinde oluşan ekonomik yükler, makroekonomik verilerin bozulmasına yol açmıştır. Kamu bankaları aracılığıyla uygulanan düşük kredi politikaları, özellikle konut ve taşıt fiyatlarında ve dolayısıyla enflasyonda artışa yol açmıştır. Özellikle Aralık 2021’den bu yana yükselen döviz kurları, Rusya-Ukrayna Savaşı, küresel iklim ve gıda krizi, tedarik zincirlerindeki bozulmalar, enerji fiyatlarındaki artış, kur korumalı mevduat hesapları vs. maliye politikasının manevra alanını daraltmıştır.
Şükrü Çağrı Çelik
(Bu metin makaleden alınmıştır. Makalenin tamamı için kaynaktaki bağlantıyı tıklayınız.)
Kaynak: Maruf İktisat