Adaletin İslami dünya görüşündeki kritik öneminden dolayı onun Müslüman toplumlarda yaygınlaştırılmasını temin etmek için her türlü çaba gösterilmelidir, eğer içtimai barış ve uyum ile sürdürülebilir bir kalkınma arzu ediliyorsa. Dolayısıyla bunun gerçekleşmesi yolunda katkıda bulunmak, Müslüman bir cemiyetin hükümeti, toplumu ve ekonomisinin tüm sektörlerinin üzerine düşen ahlaki yükümlülüktür.
Bankaların özellikle adaleti sağlamada ciddi bir rolleri vardır. Onlar geniş bir halk kitlesinden gelen kaynakları hareket geçirmektedirler ve adaletin talep ettiği ise bu kaynakların faydasının tüm topluma yayılacak bir şekilde istihdam edilmesidir. Lakin onlar henüz bu talebe tam bir karşılık verememişlerdir. Hatta istemsiz olarak kaynakları geniş bir toplum tabanından alıp sadece yüksek servete sahip bir azınlığın hizmetine vermek suretiyle eşitsizliği daha da kötüleştirmişlerdir. Bu ifadeyle bankaların krediyi mutlaka mudilerin sayısı kadar geniş bir tabana yayması gereklidir demek istemiyoruz. Zaten böyle bir şey çok riskli olmasının yanısıra pek uygulanabilir de değildir. Ancak onlardan beklenen bu kaynakları, toplumun geniş bir tabanının doğrudan veya dolaylı olarak aşağıdaki yollar vasıtasıyla istifade edebileceği şekilde borç vererek ve yatırımlar yaparak kullanmalarıdır:
- İstihdam ve serbest çalışma imkânlarının temin edilmesi
- Orta ve küçük ölçekli işletmelerin mümkün olduğunca desteklenmesi
- İhtiyaçları karşılayan malların üretimi ile yatırım malları ve hizmetlerinin genişletilmesi
- Yoksul ve zenginin gelirleri arasındaki uçurumun azaltması
- Enflasyon baskılarının, kredinin spekülatif amaçlar yerine verimli alanlarda kullanılmak üzere verilmesi ve kullanması yoluyla asgariye düşürülmesi
Buna karşın dünyadaki genel kanı -yukarıda da belirtildiği üzere- bankalar tarafından geniş bir kitleden alınarak harekete geçirilen kaynakların, adalet ve iş fırsatlarını genişletecek ve gelir dağılımını düzeltmenin yanısıra temel ihtiyaçları giderecek adaletli bir kalkınmaya yapacağı etki hesaba katılmadan yüksek servete sahip bir azınlığa doğru aktığıdır. Her ne kadar banka kredisi iyi ve yapıcı çok şeyin meydana gelmesini sağladıysa da aynı zamanda gösterişçi tüketime, imkânlarının ötesinde yaşamaya ve neredeyse her ülkede gelir ve servet eşitsizliklerinin daha da kötüleşmesine neden oldu. İşte bu, müterakki vergilendirme ve birçok hükümetin refah politikası izlemesine rağmen gelir dağılımının çoğu ülkede gelişememesi ve tüm insanların ihtiyaçlarının yeterince giderilememesinin en önemli nedenlerinden birisidir.
ABD’de toplam kredinin büyük bir bölümü finansal olmayan, hem eyalet hem de ülke çapında ciddi bir siyasi güce sahip büyük şirketlere gitmektedir.(10) 1960’ların sonunda ve 1970lerin başlarında yayınlanan Patnam Raporu ve Sermaye Piyasası Kurumu (SEC) Raporu da aynı sonuçlara varmıştı.(11) Her ne kadar finansal kurumlar, sermaye sağladıkları finansal olmayan kurumların üzerindeki ciddi nüfuzlarını genelde kabul etmese de, Kotz’un gözlemine katılmamak elde değildir: “Tarihi tecrübe gösteriyor ki bu tip iddiaları göründüğü gibi kabul etmek mümkün değildir.”(12) Ve birisinin bu durumun değiştiğine inanması için herhangi bir işaret de bulunmamaktadır henüz.
Bu durum, büyük ihtimalle birçok Müslüman ve diğer kalkınmakta olan ülkelerde, zayıf demokratik kurumlar, daha fazla siyasi yozlaşma ve yolsuzluk, bankaların ekonomideki rollerine dair vizyonsuzluk ve bankalar için etkisiz bir düzenleyici ve denetleyici bir yapıdan dolayı çok daha vahimdir. Mesela, 2002’de Pakistan’da banka kredilerinin yüzde 77.6’sı toplam kredi kullananların yüzde 1’den daha azına gitti, hâlbuki büyük mudilerin toplam mevduatlardaki payı sadece 24.8’tü. Yani küçük kredi müşterileri küçük mudilerin bankaya yatırdıkları miktara göre çok daha az miktarda borç alabildiler. Bu durum millileştirilen bankalarda çok daha kötüdür zira burada siyasi bağlantıları olan ve nüfuzlu kredi müş terilerinin borçları bile silinebilmektedir.(13) Böylesine bir adaletsizlik dünyada neredeyse her ülkede yaygınlaşma eğilimindedir – özellikle finansal kurumlar için düzenleyici ve denetleyici yapının yeterli olmadığı ve siyasi sistemin kayırmacılığı teşvik ettiği ülkelerde daha da fazladır.
Kredi dağıtımındaki bu denli bir eşitsizliğin sonucunda gelecekte gelir eşitsizliğinin düşmesi değil devam etmesi beklenir elbet. Ve bu sonuç tüm toplumların ve özellikle de İslam’ın sosyo-ekonomik hedefleri ile ciddi bir şekilde uyuşmazlık içindedir. Her ne kadar Basel Bankacılık Denetim Komitesi, dünyadaki bankaların denetim kalitesinin geliştirilmesi üzerine değerli tavsiyelerde bulunmakta ve bunlar finansal sistemi güçlendirdiyse de finansal sistemde daha fazla adaletin sağlanması buyrukları arasında yer almadı. Dolayısıyla finansal sistemi güçlendirme çabasının yanısıra, evrensel kabul görmüş olan daha fazla adalet sağlanması hedefi ile uyumlu olarak kredilerin dağıtımı üzerine de etkili bir strateji geliştirmek zorunludur.