Anasayfa Makale İslam Ekonomisinde Vergi

İslam Ekonomisinde Vergi

by

İslam’ın temel kaynağı olan Kuran-ı Kerim’de vergi ile ilgili zekât, cizye, fey, haraç gibi kavramlar yer almaktayken bütüncül bir kavram bulunmamaktadır (TDV, 2013: 52). Diğer bir ifadeyle mali yükümlülüklere ilişkin çeşitli hükümler söz konusu olmakla birlikte, vergilemeye dair uygulamalara Peygamber (SAV) ve sonrasında dört halife dönemindeki uygulamalar temel teşkil etmektedir. Vergi, mükellefin (Müslüman-Gayri Müslim vb.) ve verginin üzerinden alındığı malların çeşidine göre farklı kavramlar ile anılmakta olup, Peygamber (SAV) ve Hz. Ebu Bekir döneminde zekât, ganimet ve cizye gibi kavramlarla daha sonrasında ise bunlara ek olarak haraç ve öşür kavramlarıyla yer edinmiştir (Eskicioğlu, 2007: 13). Müslüman olan bireylerin Hz. Peygamber (SAV) ve Halifeler döneminde karşı karşıya kaldığı tek vergi uygulaması zekâttır. Bu bağlamda vergi, Müslüman bireylerin mallarından ihtiyaç sahiplerine aktarılacak bir hak olarak görülmektedir (Falay, 2000: 30).

Uygulamada zekât kapsamında olmadığı halde farklı vergilerin de zekât kavramı ile anıldığı görülmekte olup, geniş anlamda zekâtın deniz ürünleri, madenler, zirai ürünler dâhil Müslümanlara ait ticarete konu olabilen veya nema kabiliyetine sahip servetten alınan vergileri de içerdiği ifade edilmektedir (TDV, 2013: 52). Bu bağlamda zekât hem önemli bir ibadet hem de devlet için önemli bir gelir kaynağıdır. Hicretten sonra sekizinci yılda zekât zorunlu bir devlet vergisi haline gelmiş ve merkezi idare tarafından görevlendirilen ve “amir” adı verilen memurlar tarafından tahakkuk ve tahsil edilerek merkeze gönderilmiştir (Tuğ, 1984: 187).

İslam inancının adalete verdiği önem kendisini vergileme alanında da göstermiştir. Bu bağlamda vergilemede adaletin önemli bir göstergesi olarak günümüzde de uygulanan artan oranlı vergi tarifesinin Hz. Ömer döneminde de uygulandığı görülmektedir. İslam topraklarının genişlemesi, sosyal ve iktisadi şartlar ile zenginlik anlayışının değişmesi, artan oranlı bir vergi yapısına geçilmesine yol açmıştır. Hz. Ömer döneminde kişiler; zengin, orta ve düşük gelirli (fakir) olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Zengin bireylerden 4 dinar (veya 48 dirhem), orta gelirli bireylerden 2 dinar (veya 24 dirhem), düşük gelirli bireylerden ise 1 dinar (12 dirhem) olarak vergi tahsil edilmiştir (Kocaoğlu, 2016: 158). Bu vergi, aynı bu miktarlara denk gelecek şekilde ayni olarak da tahsil edilerek alternatif bir ödeme yöntemi de geliştirilmiştir (Yeşilyurt, 2015: 107).

Vergilemede adaletin Müslümanlar kadar Müslüman olmayanlar açısından da sağlanmaya çalışıldığı görülmektedir. İslam hukukunda vergi uygulamaları incelendiğinde, Müslümanların ve gayrimüslimlerin ayrı şekilde vergilemeye tabi tutulduğu görülmektedir. Fakat her iki gruba da vergi yüklenirken bireylerin gelir düzeyleri dikkate alınmaktadır. Müslümanlardan alınan zekât vergisinin ilk diliminin vergi dışı bırakılması, gayrimüslimlerden alınan cizye vergisinden gelir düzeyi düşük olan bireylerin muaf tutulması vergilemede gelir düzeylerinin dikkate alındığının bir göstergesidir. Böylelikle İslam vergi hukukunun hem vergilemede adaleti hem de vergi sonrasında adaleti sağlamayı amaçladığı söylenebilir.

Vergi adaleti bakımından verginin konusu da oldukça önem taşımaktadır. İslami vergi sisteminde vergi, üretim üzerinden alınmaktadır. Başka bir ifadeyle tüketim vergi dışı bırakılmıştır. Müslüman iş ahlakı literatürü, Müslümanların satış vergileri, katma değer vergileri veya tarifeler gibi fiyatların artmasıyla sonuçlanan vergileri ödeme yükümlülüğünün bulunmadığına inanmaktadır (Benk vd., 2015: 207). Tüketim üzerinden alınan vergilerin günümüzde vergi adaletini önemli ölçüde bozduğu bilinmektedir. Bu doğrultuda İslam vergi hukukunun tüketimi vergi dışı bırakması suretiyle vergi sonrası adaleti sağlamaya önem verdiği görülmektedir.

Her ne kadar vergilemede adalet konusu oldukça önemli görülse de bazı uygulamalar bu noktada sorunlara yol açmıştır. Bu bağlamda zekât ile ilgili önemli bir değişimin zekâtın miktarının belirlenmesi hususunda ortaya çıktığı görülmektedir. Halife Hz. Osman döneminde üzerinden zekât alınacak olan refah göstergesi mallar zahiri (görünür, örneğin; hayvan, arazi vb.) ve batini (görünmez, örneğin; altın, gümüş, tasarruflar vb.) olmak üzere iki grupta değerlendirilmiş ve devletin görünmeyen malları izleme ve tespit edebilme olanağı olmadığı için bunların zekâtının verilmesi bireylere bırakılmıştır. Böyle bir kararın alınmasında, zekât toplamakla görevli memurların bireylerin görünmeyen mallarına ilişkin ölçümlerinde aşırıya kaçması ve dolayısıyla vergilemede adaletsizliklerin meydana gelmesi temel gerekçe olarak gösterilmektedir (Samad ve Glenn, 2010: 311).

Vergilerin tahsilinde uygulanan iltizam usulünde de vergi adaletini olumsuz yönde etkileyen sonuçlar söz konusu olmuştur. Bilindiği üzere iltizam usulü, vergi toplama yetkisinin bir bedel karşılığında kişilere (mültezimlere) devredilmesidir. Hanefi İslam hukukunun önemli temsilcilerinden olan Yaqub ibn İbrahim el-Ansari (Ebu Yusuf), iltizam usulünün etkin olmadığını savunmaktadır. Çünkü, Ebu Yusuf’a göre mültezimler her zaman kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmektedirler (Yeşilyurt, 2015: 109). Dolayısıyla, iltizam usulüyle vergi toplanması sakıncalıdır. İltizam usulüne göre toplanan vergiler kaynak israfına yol açmaktadır. Dolayısıyla, bu usule göre toplanan vergilerden iktisadi ve mali anlamda zarar edilmektedir7 . Ayrıca vergilemede artan oranlılık da bozulabilmektedir. Dolayısıyla, bu usule göre vergi toplanması sakıncalı olmaktadır.

İslam’da zekât dışındaki vergilerin konulmasında “gereklilik” önem taşımaktadır. Diğer bir deyişle, vergilerin gerekli olduğuna dair bireylerin ikna olmuş olması vergiyi meşru kılmaktadır. İslam ekonomisinde vergilerin alınış gerekçeleri arasında geleneksel anlamda; İslamiyet’in yayılması, devlet yönetimi, refahın yeniden dağılımı, güvenlik, toprak kullanım bedeli ve ticari faaliyetlerin yürütülmesi ve kontrolü gibi amaçlar yer alırken günümüz modern anlamında ise bunların yanı sıra zararlı ve haram durumların caydırılması ya da tüketiminin kısılması, kaynakların yeniden tahsisi, küçük ve orta ölçekli endüstrilerin desteklenmesi, fiyat istikrarı ve makroekonomik istikrarın sağlanması, gelir eşitsizliğinin azaltılması ve ekonomide rekabet ve ticaret dengesinin sağlanması gibi amaçlar bulunmaktadır (Olokooba, 2019: 135-136). Buradan hareketle günümüzde İslam ekonomisinde de vergilerin sadece fiskal gerekçeler ile değil ekstra fiskal gerekçeler ile de kullanıldığı ifade edilebilir.

İslam ekonomisinde zekâtın dini bir yükümlülük olmasının dışında diğer vergilerin alınmasındaki temel gerekçenin ticari faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesinde önem arz eden mülkiyet hakkının ve güvenliğin devlet tarafından sağlanması olduğu söylenebilir (Eskicioğlu, 2007: 12). Diğer bir anlatımla iktisadi hayatın sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi bakımından gerekli olan hukuki ve fiziki altyapının devlet tarafından sağlanması İslam ekonomisinde verginin alınmasını olanaklı kılmaktadır.

Günümüzde vergi konusunda İslam alimlerinin farklı düşüncelerinin bulunduğu görülmektedir. Bazılarına göre vergi, zekât ile ilişkilendirildiğinde günümüz modern vergi uygulamaları dini açıdan sakıncalı bulunmaktadır. Buna karşın bazıları ise devletin faaliyetlerini sürdürebilmesi için vergiyi meşru karşılamaktadır. Kuran ve Hadisler İslam inancı içerisinde helal ve haram olan hususları açıklamaktadır. Ancak daha güncel konulara -örneğin vergi ile ilgili ise onun helal veya haram olup olmamasına- ilişkin direkt açık bir metin bulunmamaktadır. Bunun nedeni olarak Peygamber döneminde vergilerin günümüz anlamındaki haliyle bulunmaması gösterilmektedir (Al-Ttaffi ve Abdul-Jabbar, 2015: 348). Diğer bir deyişle, çağdaş Müslümanların karşı karşıya olduğu, İslam’ın ilk yıllarında uygulanabilir olmayan ve bu nedenle orijinal kaynaklarda herhangi bir doğrudan referansı olmayan durumlar söz konusudur (Jalili, 2011: 171). Bu durum, İslam alimlerinin vergiye bakışında ortaya çıkan farklılıkların sebebi olarak gösterilmektedir.

Diğer yandan ülkeler de vergi konusunda farklı uygulamalara sahiptir. Örneğin Suudi Arabistan’da yabancılar dışında Suudi vatandaşlardan kişisel gelir vergisi alınmamaktayken şirketlerden ise hem zekât hem de vergi alınmaktadır. Bireyler üzerine vergi salınması yasak iken, şirketlerden zekât dışında verginin alınma gerekçesi olarak devletin ticari faaliyetlerin gerektirdiği altyapı hizmetlerini sağlaması gösterilmektedir (Al-Ttaffi ve Abdul-Jabbar, 2015: 348). Bütün bu farklılıklara karşın günümüzde İslami perspektiften vergi şeri, hukuki, yargısal ve mecburi bir hak olarak görülmekte olup, bu durum vergiyi bireylerin dini, ahlaki, vicdani ve ihtiyari şekilde yapmış oldukları hayır ve sadakadan ayırmaktadır (Eskicioğlu, 2007: 17). Dışsal kurallara karşın vergi ödemede dini ve ahlaki motivasyonların etkili olduğu kaçınılmaz bir sonuç olarak değerlendirilebilir. Diğer bir ifadeyle vergi ödememe hem ahlak dışı hem de günah olarak düşünülebilir.

İslami vergilendirme sistemi, en azından kısmen gönüllü bir sistemdir, ancak İslami literatür bir hükümetin, zekâtla toplanan meblağın hükümetin tüm meşru masraflarını karşılamaya yetmemesi halinde, insanları vergi ödemeye zorlamanın haklı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, bireyin kişisel mülkiyetine bu müdahale hakkı, toplumun genel refahının gerektirdiği ölçüdedir (McGee, 2004: 67). Ayrıca, bu durum Müslümanların hükümetin talep ettiği her türlü vergiyi ödemek gibi ahlaki bir yükümlülüğü olduğu ve her türlü vergilendirmenin meşru olduğu anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bu noktada İslami perspektifte vergi ile ilgili meşruluk özelliği önem kazanmaktadır. Zira İslam alimlerinin bakış açısı altında da zekât üzerine odaklanılırken günümüz mahiyetindeki bir vergi konusu kıyas ile meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Naqvi (1981), Kuran ayetlerinden ve bazı Müslüman hukukçuların toplumun refahı için gerektiğinde vergi artışına müsaade etmesinden yola çıkarak İslam’ın etik öğretileri çerçevesinde ekonomi bilimini; dayanışma, denge, özgür irade ve sorumluluk aksiyomlarına dayalı olarak açıklamakta ve bu perspektifte zekâtın yanı sıra ek vergilerin uygulanabileceğini ve vergi politikalarının kilit unsurunun sosyal adaleti de gözeterek vergi tabanının tüm topluma yaygınlaştırılması olduğunu savunmaktadır.

İslam’da, Kuran ve hadisler dışında ulu’l-emrin de vergileme konusunda önemli yetkilere sahip olduğu ifade edilmektedir. Bu noktada, Nisa Suresi’nin elli dokuzuncu ayetine atıfta bulunulmaktadır. Söz konusu ayette, “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre de (…)” hükmüne yer verilmektedir. Ayetten anlaşıldığı üzere, Müslümanlar tarafından Allah’a, Peygamber’e (SAV) ve ulu’l-emre itaat edilmesi gerektiği Kuran’da açıkça emredilmektedir8 . Bu açıdan ulu’l-emr, İslam’da Allah ve Peygamber’den sonra üçüncü bir yetki kaynağı olarak kabul edilmektedir (Rizvi, 2006: 43). Ancak bu noktada kim ya da kimlerin ulu’l-emr olarak kabul edileceği sorusu gündeme gelmektedir. Nitekim Kuran’da bu konuya ilişkin kesin bir hüküm yer almamaktadır. Ancak çeşitli hadislerde, ulu’l-emrin ağırlıklı olarak siyasi otorite sahibi kimseler üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir9 (Afsaruddin, 2006). Bu açıdan İslam toplumlarında halkın yönetimi konusunda söz sahibi olan ve emir verme yetkisi taşıyan kimseler ulu’l-emr olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, bu kimseler tarafından konulan vergiler de dini bir hüviyet kazanmaktadır (Maçin, 2014: 217). Bu bağlamda uygulamada meks, bac, avarız, tekalif ve naibe gibi adlarla ortaya çıkan vergi uygulamaları bu konuda örnek teşkil etmektedir (TDV, 2013: 52).

İSLAM EKONOMİSİNDE VERGİLEME İLKELERİ

İslam devletinin düzenli işlevlerini finanse etmenin yanı sıra, İslami vergi sisteminin temel hedefleri yoksulluğun hafifletilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve adil bir toplumun oluşturulması ve sürdürülmesidir (Jalili, 2011: 178). Söz konusu amaçları sağlamak üzere devletin vergilemede dikkat etmesi gereken bazı önemli ilkeler bulunmaktadır. İslam vergileme ilkeleri aşağıdaki gibi açıklanabilir;

  • Mülkiyet

Kişinin vergiyi ödeyeceği malın üstündeki hakkını ifade eder. İslam hukukuna göre birey, vergiye tabi olacak malı istediği zaman ve istediği gibi kullanabilme hakkına sahipse o malın mülkiyetine sahip demektir ve o mal üzerinden devlete vergi ödemekle yükümlüdür. Dolayısıyla İslam hukukunda vergilemenin ilk prensibi, bir varlığa sahip olunmasıdır. Buradaki varlık kavramı bir toprak olabileceği gibi altın, gümüş vb. değerli madenler ve hayvanlar da olabilir (Eskicioğlu, 2007: 65).

  • Nema Üretim

İslam ekonomisinde bir malın vergiye tabi olması için üreyen, çoğalan, gelişen ve gelir getiren bir özelliğe sahip olması gerekmektedir. Dolayısıyla İslam ekonomisinde vergi üretim üzerine konulmuştur ve tüketimden vergi alınmamaktadır. Bunun nedeni ise üretimin ekonomide yarattığı değerdir. Üretim veya çoğalma (hayvanların çoğalması gibi) ekonomi üzerinde ek bir değer yaratır. Yaratılan bu değer, bu malın mülkiyetine sahip olan kişilere ekonomik bir katkı sağlar. Tüketimde ise bu malı alan kişi, ek bir gelir elde etmediği gibi bir maliyete katlanmaktadır (Eskicioğlu, 2007: 68-69). Bu konu hadis-i şerifte “kişilerin köle ve atına zekât düşmez” şeklinde ifade edilmektedir (Duman, 2018: 64). Bu hadise göre bireylerin kendi ihtiyaçlarını karşılamak için kullanmış olduğu mallar zekât (vergi) dışı bırakılmıştır.

  • Nisab

Nisab, bir kişinin vergi mükellefi olabilmesi için sahip olması gerektiği minimum mal miktarını ifade etmektedir. Kuran-ı Kerim’de zekât (vergi) ile ilgili birçok ayet olmasına rağmen, nisab ile ilgili bir ayet bulunmamaktadır. Örneğin Bakara Suresi’nin 219. Ayetinde “Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki ihtiyaçtan artakalanı” denilmekte fakat bu ihtiyaçlar için bir taban miktar belirlenmemiştir. Nisab ile ilgili hükümlere hadislerde rastlanmaktadır. Zekât için belirlenen ölçüler o dönemin sosyal ve ekonomik yapısı düşünülerek belirlenmiştir. Örneğin gümüş 200 dirheme, altın 20 dirheme, deve 5 adete ve koyun 40 adete ulaşıncaya kadar vergi alınmamaktadır. Burada dikkat edilecek iki husus bulunmaktadır. Bunlardan ilki, belirtilen miktarlara kadar kimseden vergi alınmamaktadır. Başka bir ifadeyle asgari geçim indirimi uygulaması söz konusudur. İkinci husus ise ekonomik değer anlamında 20 altının; 200 dirheme, 5 deveye ve 40 koyuna eş değer olmasıdır. Servet şekli farklı olmasına rağmen ödenecek vergi miktarı aynıdır. Bu miktar malın kırkta biridir (Sargın, 2014: 157-158).

  • Vergilendirilecek Malın Asli İhtiyaçlardan Fazla Olması

İslam’ın vergilendirme konusunda koymuş olduğu prensiplerden birisi de vergilendirilecek malın bireyin kendisinin ve ailesinin asli ihtiyaçlarından fazla olmasıdır. Bakara suresinin 219. Ayetinde konu şu şekilde ele alınmaktadır.

“…Ve Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “Afv” (Yani; Senin, ailenin ve zaruri hizmet giderlerinin dışında) İhtiyaçtan artakalanı (hayır ve hizmet yolunda harcayabilirsiniz veya insanların kusurlarını bağışlayıp hakkınızdan vazgeçebilirsiniz)” Burada geçen asli ihtiyaç kelimesi ile modern vergi hukuklarında kullanılan zorunlu ihtiyaç kelimeleri birbirinden farklıdır. Örneğin bir bireyin bir ayakkabısının veya elbisesinin olması zorunlu iken, yazlık ve kışlık elbise ve ayakkabılarının ayrı ayrı olması zorunlu değildir. Fakat asli bir ihtiyaçtır. Günümüzde bireylerin evlerinde buzdolabı, yemek masası ve kitaplık gibi eşyaları bulundurması zorunlu değildir. İnsanlar bunlar olmadan da yemeklerini, koruyabilir, yiyebilir veya kitaplarını muhafaza edebilir. Fakat bu eşyalar insanların gündelik hayatlarını kolaylaştıran eşyalardır. Bu sebeple bu eşyalar aslidir. Dolayısıyla İslam ekonomisinde bireyin sosyal ortama entegrasyonunu sağlayabileceği kadar gelir vergi dışı bırakılmaktadır (Eskicioğlu, 2007: 82-83).

  • Malın Üzerinden Bir Yıl Geçmesi

İslam ekonomisinde verginin toplanması konusunda idarecilerin keyfi uygulamalarına sebep olunmaması için malın elde edildiği tarihten itibaren bir yıl geçmesi şartı getirilmiştir. Örneğin 2 Şubat 2020 tarihinde elde edilen bir malın vergisi en erken 3 Şubat 2021 tarihinde toplanabilir (Eskicioğlu, 2007: 88).

İSLAM EKONOMİSİNDE VERGİYLE İLGİLİ BAZI UYGULAMALAR

Vergi uygulamalarında vergi oranı ve sınırları oldukça önem taşımaktadır. İslam’da vergi ile ilgili uygulamalara ilişkin Kuran-ı Kerim’de direkt bir ayet söz konusu değilken; uygulamada mükellef, istisna, muafiyet ve oran gibi vergileme tekniklerine ilişkin bilgilere Peygamber ve Halifeler dönemine ait uygulamalardan ulaşılmaktadır.

Vergi ile ilgili en önemli uygulama Zekât uygulamasıdır. İslam’ın şartları arasında bulunan zekât, TDV (2013: 197) İslam ansiklopedisine göre; “artma, arıtma; övgü ve bereket” anlamlarını taşımakta ve Kuran’da belirtilen sınıflara kullanılmak üzere dinen zengin sayılan Müslümanların mallarından alınan belli bir payı ifade etmektedir. Kuran-ı Kerim’de zekâta ilişkin ayetlerin sayısının 30 olduğu görülmektedir. Söz konusu ayetler zekâtın kimlere verileceğini açıklarken konusu ve oranına ilişkin bilgi vermemektedir. Bunlara ilişkin bilgi ise hadislerden elde edilmektedir. Her ne kadar zekât dini bir vecibe olarak bilinse de uygulamada farklı alanlardan elde edilen vergiler de zekât adı ile anılmıştır. Buna göre uygulamada zekâtın geniş anlamda deniz ürünleri, madenler, zirai ürünler dâhil Müslümanlara ait ticarete konu olabilen veya nema kabiliyetine sahip servetten alınan vergileri de içerdiği görülmektedir. Zekâtın üzerinden alınacağı konular; ticari mallar, altın, gümüş, para, hayvanlar, arazi ürünleri, madenler ve defineler olarak ifade edilmektedir. Zekâtın uygulamadaki oranı ticaret mallarında, altın, gümüş ve parada %2,5 olarak belirlenmiştir. Sahip olunan hayvanlarda ise miktar üzerinden vergilendirilme yapılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, hayvan sayısına göre zekât edilecek miktar değişmektedir. Örneğin, 5 devede 1 koyun, 25 devede 1 dişi deve zekât vergisi olarak alınmaktadır.

Arazi ürünlerinde ise sulama tekniğine göre oranın belirlendiği görülmektedir. Toprak üzerinden alınan bir öşür vergisine ilişkin bir hadiste; “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde “uşr” yani onda bir, kovayla sulanan toprak mahsullerinde “nısf uşr” yani yirmide bir zekât vardır.” şeklinde belirtilmektedir. Buna göre tarım ürünlerinden alınacak olan bir vergi uygulamasında verginin ne kadar olacağına ilişkin kararda sulama tekniği önem taşımaktadır (Topal ve Kişmir, 2019: 38). Böyle bir uygulama İslam’ın her alanda gözettiği adaletin vergi uygulamalarına olan yansıması olarak gösterilebilir. Buna göre daha fazla emek harcanarak üretilen tarımsal ürünlerden daha az, daha az emek harcanarak üretilen tarımsal ürünlerden ise daha yüksek vergi tahsilatı söz konusudur. Nihayetinde öşür uygulaması İslam’da tarım ürünlerinin bir zekâtı olarak kabul edilmektedir.

Hulefâ-yi Râşidîn’in beşincisi sayılan Ömer Bin Abdülaziz, bir vergi memuruna yazmış olduğu mektupta öşür vergisi uygulamasına ilişkin ilke ve esasları şu şekilde ifade etmektedir (Yeşilyurt, 2015: 107): “Araziye bak, onu imar etmeye çalış, imar edilmiş araziye onun harap olmasına sebep olacak vergi koyma. İmar edilmemiş arazilere bak, ne miktar vergiye tahammülü varsa o kadar vergi al. İmar edilinceye kadar o arazinin imar edilmesine yardımcı ol. Hiç ekin ekilmeyen araziden bir şey alma. İmar edilmiş mümbit arazi mükelleflerinden vergi aldığın zaman onlara yumuşak davran ve sakin ol.” Söz konusu mektuba göre vergilemenin muayyen bir oranda olması gerektiği anlaşılmaktadır. Buna göre özellikle üretimi teşvik edici ve üretim arttıkça vergi alan bir sistemin varlığı ifade edilebilir. Ayrıca vergi tahsilinde vergi mükelleflerine kibar bir davranış biçiminin sergilenmesi gerektiği de ortaya çıkan bir diğer önemli sonuç olarak gösterilebilir. İslam hukukunda toprak üzerinden alınan vergilere ilişkin bir diğer uygulama ise Müslüman olmayanlara ilişkin haraç uygulamasıdır. Bu uygulamada Müslüman olmayan ve toprak sahibi olan bireylerden topraklarının yüz ölçümüne göre %10 ila %50 arasında bir vergi alınmaktadır (Aydınbaş, 2016: 101).

Müslüman olmayanlardan alınan bir diğer vergi olan cizye ise İslam hukukunda maktu vergi uygulamalarına iyi bir örnektir. Birçok vergi örneğinde olduğu gibi Cizye vergisinin sosyal hayata nasıl uygulanacağı hadislerden öğrenilmektedir.

Hz. Peygamber, yetişkin erkeklerden on günlük gelirlerine denk gelen 10 dirhem vergi tahsil etmiştir (Aydınbaş, 2016: 93). Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve geçim kaynağı olmayan yoksullar vergiden muaf tutulmuşlardır (Shemesh, 1958: 9; Nanji, 1985: 165). Bunların dışında yine rahipler, kendilerine ait bir emlak ya da gelirleri yoksa vergiden muaf tutulmuştur (Yeşilyurt, 2015: 107).

İslam’da oran olarak uygulanan bir diğer vergi türü Rikaz (define ve maden) vergisidir. Rikaz vergisi, öşür ve haraç arazilerinde bulunan define ve madenler üzerinden alınan bir vergidir (Yurtseven, 2014: 154). Rikazın oranı konusunda bir ayet veya hadis bulunmamaktadır. Fakat Ebu Hanife ve Hanifi mezhebinin âlimleri, Rikaz’ı bir ganimet olarak görmekte ve Enfal Surresinin 41. Ayetinde yer alan ganimet paylaşım usulüne atıf yaparak, verginin oranın ganimetin beşte biri olduğunu kabul etmektedirler (TDV, 1994: 87).

Kaynak: Dergipark

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun