Akrabalık ve komşuluk gibi bağların kuvvetli olduğu modern öncesi dönemden başta neoliberal politikalar olmak üzere modern hayatının bileşenlerinin yol açtığı bireyselleşmenin arttığı günümüz dünyasına ulaşırken birçok dönüşüm yaşanmıştır. Özellikle kapitalist piyasa sisteminin toplumu kendi prensipleri ekseninde şekillendirmesi neticesinde ortaya çıkan toprak, para ve insanın metalaşması yaşadığımız dünyanın temellerini atan büyük dönüşümlerin başında gelmektedir. Bir meta olarak yaratılmadığı halde piyasa sisteminin devam edebilmesi için sürekli hazır bulunması gereken ve bu sebeple metalaşan toprak, para ve insanın yanı sıra süreç içinde doğa başta olmak üzere birçok ilişki ve nesne kapitalist sistemin kurumsal mantıkları tarafından şekillenmiş ve metalaşmaya devam etmiştir. Bu dönüşüm neticesinde -din ve aile başta olmak üzere- modern öncesi toplumu şekillendiren kurumsal mantıklarla uyumlu olarak faaliyet gösteren birçok iktisadi eylem ve ilişki, modern dönemde kapitalist piyasa sistemi tarafından şekillenmiş kurum ve ilişkiler aracılığıyla yerine getirilmeye başlamış ve modern dönemde vekil gömülülük (proxy-embeddedness) olarak ifade edebileceğimiz farklı bir gömülülük türü ortaya çıkmıştır. Bu gömülülük türünde modern Müslüman bireyler toplumu oluşturan diğer bireylerle olan ilişkilerini kurumsallaşmış yapıdaki vekalet sistemini kullanarak sürdürebilmektedirler.
Zekât vermek ve kurban kesmek gibi ibadetleri ve anne-babaya bakmak gibi dini sorumlulukları da yerine getirebilme imkânı sağlayan bu yeni gömülülük türü modern öncesi dönemde kullanımı istisna olan vekalet sisteminin norm haline gelmesiyle, yani istisnanın norm haline gelmesi sayesinde İslam hukuku ile uyumlu hale getirilmiş; vekaletin de yetersiz kaldığı durumlarda ise dini meşruiyetini maslahat kavramına başvurarak elde etmiştir. Bireyin içine gömülü bir şekilde varlığını sürdürdüğü topluluk yapısını yıkan kapitalist piyasa sistemi, ortaya çıkan problemlere de yine aynı sistem içinden çözümler üretmeye devam etmektedir. Ancak üretilen bu çözümler bireyselleşmenin doğurduğu problemleri ortadan kaldırıyor gibi gözükse de bireyin kendisiyle, çevresiyle ve toplumla olan ilişkisinin doğasını değiştirmektedir.
Müslümanların ibadetlerini ve dini sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için oluşturulan zekât toplama ve kurban etlerini bağışlama gibi yardım faaliyetleri yapan kurumlara dair yapılan akademik çalışmalar daha ziyade bu kurumların yoksulluğun azaltılmasındaki rolleri, maliyetlerinin düşürülmesi ve verimliliklerinin arttırılması ve teknolojiyle entegre edilmeleri gibi alanlara yoğunlaşmaktadır. Literatürdeki bu tarz araştırmaların aksine, bu çalışmanın amacı, toplum içinde birey olarak var olmanın yaygın olduğu günümüz toplumlarında Müslüman bireylerin zekat vermek gibi vazifelerini gerçekleştirirken vekil gömülülük üzerinden toplumsal ilişkilerini kurmalarının sonuçlarını ve vekalet sisteminin norm haline gelmesiyle İslam’ın gerçekleştirmeyi hedeflediği gayelerden nelerin ortadan kalktığını araştırmak ve ortaya çıkan dönüşümlerin toplumsal sonuçlarını İslam ekonomisi açısından incelemektir.
- Toplumsal İlişkilerin Kurumlar Üzerinden Gerçekleşmesi
Bu bölümde modern bireyin toplumla kurduğu ilişki şekilleri incelenecektir. Bu incelemeyi yaparken Müslümanların inançlarının bir parçası olarak yerine getirdikleri zekât vermek ve kurban kesmek gibi toplumsal boyutları olan ibadetlerin günümüzde nasıl yerine getirildiği üzerinden hareket edilecektir. Bu bağlamda, zekât ve kurban gibi ibadetleri iki ayrı boyutta ele alabiliriz: İlki, ibadetin yerine getirilmesi için gereken formel veya şeklî diyebileceğimiz kurallara uyulması; ikincisi ise bu ibadetler ile toplumsal bağlamda hedeflenen amaçların gerçekleştirilmesi. Kapitalist prensipler üzerine şekillenmiş modern toplumlarda, bu ibadetlerin şeklî boyutunun yerine getirilmesi için verimlilik ve düşük maliyet esaslarına dayalı kurumlar oluşturulmuş, özellikle şehir yaşamının yoğunluğu ve iş hayatının koşturmacası içinde boğulan modern Müslümanların ibadetleri şeklen yerine getirerek Müslüman kimliklerini korumalarına imkân verilmiştir. Verimlilik ve düşük işlem maliyeti elde etmenin karşılığı ise ibadetlerin amaçlarının bir kısmının ihmal edilmesi ve yerine getirilen ibadetlerin kapitalist kalıplara girerken içeriklerinin bir kısmının kırpılıp atılmasıdır.
Bu bölümde, kırpılıp atılan dört temel noktaya değineceğiz: (1) Müslümanların akraba ve komşularıyla olan ilişkilerinin zayıflaması; (2) farklı amaçlara matuf ibadetlerin ortak paydada eşitlenmesi ve farklılıkların ortadan kalkması; (3) ibadeti bizzat yerine getirme tecrübesinden mahrum kalma sebebiyle toplumsal farkındalığın oluşamaması ve (4) kapitalist sistem tarafından öncelenen üretken olma kapasitesine sahip kişilerin, üretken olmayan kişilere göre yardım alma konusunda avantajlı duruma gelmesi. Çalışmanın bundan sonraki kısmında bu dört madde detaylı olarak açıklanmaya çalışılacaktır.
- Farkındalık
Piyasa sistemi toplumda bireyselleşmeyi arttırırken aynı zamanda bireysel olarak kişinin ihtiyaç duyacağı kurumları da sağlamaktadır. Normalde akrabalık-komşuluk ilişkileri üzerinden herhangi bir maddi karşılık beklenmeden yerine getirilen birçok dayanışma unsuru, insanların belli bir ücret karşılığında kimseye muhtaç olmadan yaşamalarını sağlamak için piyasa sistemi sayesinde satın aldıkları veya ulus-devlet tarafından ücretsiz sağlanan hizmetlere dönüşmektedir. Online olarak evlere her türlü market ürününün getirilmesi, internet sitelerinde bulacağınız ustalar aracılığı ile her türlü tamiri yaptırabileceğiniz ve her türlü sorunuza cevap verebilecek uzmanların görüşlerine ulaşabileceğiniz platformlar sayesinde artık başkalarından yardım istemeye ihtiyaç kalmadı. Özellikle Korona virüsü sebebiyle evde hayatın ön plana çıkması ve toplumsal ilişkilerin asgari seviyeye indirilmesi tecrübesinden sonra muhtemelen bu servisler daha fazla talep görecek ve hizmet kalitelerini arttıracaklardır. Ancak modern kapitalist toplumun sağladığı bu hizmetlerden yararlanabilmek için hizmet bedelini ödeme gücü temel ihtiyaç olacaktır. Bu sebeple kişinin maddi refahı paralelinde bireyselleşme imkânı da artacaktır.
Bireyselleşmenin artmasıyla beraber zayıflayan, ancak İslam’ın temel kaynaklarında önemi ve korunması vurgulanan akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin kuvvetlendirilmesinde zekât ve kurban gibi ibadetler önemli bir rol üstlenmektedir. Zekât ve kurban etlerinin dağıtımına en yakından başlayarak akraba ve komşuların ihtiyaçlarını gözetip onlara yardım etmenin daha faziletli olması, akrabaların ve yakın muhitlerde yaşayan insanların maddi ihtiyaçlarına dair farkındalık imkânı sağlamaktadır. Bu vesileyle özellikle ihtiyaç sahibi akraba ve komşularla olan ilişkiler daha kuvvetli olacağı, onların içinde bulundukları duruma karşı da gereken farkındalığın oluşacağı iddia edilebilir.
İslam’ın özünü oluşturan ahlaki prensiplerin bir yansıması olarak sorumluğumuz altında yaşayan ve yakınlarımızda bulunan kişilere karşı farkındalık gerekliliği, modern toplumu şekillendiren kapitalizmin özünde bulunan verimlilik ve düşük işlem maliyeti gibi prensiplerle zaman zaman çelişmektedir; çünkü üretici bir faktör olan işçi, vaktini ve gücünü kapitalist sistem açısından üretime destek olmayan uğraşlara harcamış olmaktadır. Bunun neticesinde modern toplumların bir çözümü olarak bir yandan zekât verme ve kurban kesme süreçlerini verimli bir şekilde gerçekleştiren ve toplam işlem maliyetini düşüren bir yandan da şeklen dahi olsa gerekli ibadeti yerine getiren ancak farkındalık oluşturma gibi bir gayeyi kapitalist prensipler uğruna feda etmek zorunda kalan zekât ve kurban toplama/dağıtma kurumlarımız ortaya çıkmaktadır.
İstisnai bir durum olması gereken vekaletin norm haline dönüştürülmesiyle ibadetlerin kurallara şeklen uygun olarak yerine getirilmesini sağlayan bu modern kurum yapısı, zekâtını ve kurbanını öncelikli olarak kendi yakın çevresine dağıtması, bunun için de çevresiyle organik bir bağ içinde olması gereken insanları bu ilişkiden kurtarmaktadır. Bu kurumlar, Müslümanların çevreleri ile olan ilişkilerini gözetmeleri ve sürdürmeleri yerine zekât ve kurban dağıtımı için harcanması gereken zaman ve para maliyetini düşürerek ibadetin daha verimli şekilde yerine getirilmesini mümkün kılmaktadır.
Yukarıda yer alan eleştiriler, zekât verme ve kurban kesme ibadetlerini bu kurumlar üzerinden gerçekleştirirken bu ibadetleri zaman ve para açısından mümkün olacak en verimli ve en düşük maliyetle (şeklî olarak) yerine getirip hayatın akışına devam etmeyi hedefleyen Müslümanlar için geçerlidir. Bilinçli veya bilinçsiz olarak gündelik hayatımızda bilişsel yapımızı şekillendiren kapitalist prensipler Müslümanların Allah’ın rızasına ulaşmak için seçtikleri yolları da çoğu zaman belirlemektedir. Üstelik yukarıda ifade edilen talebe karşılık olarak bu tür kurumlar çok işlevsel olarak faaliyet göstermekte ve bir ihtiyaca cevap vermektedirler. Ancak bu ihtiyaç ve bu talebi ortaya çıkartan sebepler, bizzat kapitalist piyasa sisteminin şekillendirdiği toplumsal ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, Müslümanlar kısır bir döngünün içinde sıkışıp kalmaktadır. Müslümanlar, geçimlerini sağlamak için kapitalist işletmelerde çalışmak zorunda kaldıklarından dolayı, toplumsal yönü olan ibadetleri de bu hayatla uyumlu olacak şekilde kapitalist prensiplerin belirlediği kurumlar üzerinden yerine getirmek durumunda kalmaktadırlar.
Bu noktada gelebilecek bir itiraz şu olabilir: Bu gibi zekât ve kurban toplama kurumları sayesinde zor durumda olduğundan kimsenin haberi olmayan yardıma muhtaç kişilere ulaşılmaktadır. Üstelik bu kurumlar yurtdışındaki Müslümanlara -bireysel çabalarla gerçekleştirilmesi çok zor olacak- yardımları götürebilmektedir. Bu düşünce ve kurumlar neden ve nasıl kapitalist olabilirler?
Böyle bir itiraza iki açıdan cevap verilebilir. İlk olarak, çevremizle bağımızın kesilmesi ve farkındalığın ortadan kalkması problemin özünü oluşturmaktadır. Bu bakımdan, soruda ifade edilen durumların söz konusu kurumların inşa edilmesi için meşru bir dayanak olarak kullanılması çok anlamlı değildir. Yardım kurumlarının, ibadetlerini yerine getirmek isteyen kişilerin sorumluluklarını üzerlerinden almak yerine bu farkındalığı tesis edecek ve bu sorumluluğu bizzat mükellefin kendisinin yerine getirmesi noktasında destek olacak bir yapıda inşa edilmeleri mümkündür.
İkinci açı ise ulaşılması zor olan kişilere yardımların temin edilmesi noktasında bu kurumların oynadığı önemli rol ile alakalıdır. Özellikle doğal afetler veya iç savaşlar gibi sistemli ve hızlı organizasyon gerektiren yardım faaliyetlerinde veya uzak mesafelerdeki Müslümanlara yardım eli uzatma noktasında bu kurumların rolü göz ardı edilemez. Fakat bu yukarıda yapılan eleştiri ile doğrudan alakalı sayılmaz; çünkü yardıma muhtaç olan kişilere el uzatmanın birçok yolu vardır ve bu yollar sadaka başlığı altında toplanabilir. Bir sonraki alt başlıkta ele alacağımız üzere kurumlar vasıtasıyla toplanan paralarla zekât ve kurban gibi ibadetlerin yerine getirilmesi bu ibadetlerin bir yönden sadaka gibi görülmesine yol açmaktadır.
- İbadetlerin Eşitlenmesi
İbadetlerin eşitlenmesi; özellikle akraba ve yakın çevrede farkındalık oluşturmaya yönelik belli faydaları yerine getiren zekât ve kurban gibi spesifik ibadetlerin ortak bir maddi paydaya indirgenmesi ve böylece farklılıkların ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Kurban kesmek için nakdi ücret ödeyen ve vekalet yöntemi ile kestirdiği kurbanı sayesinde hayır yapmayı amaçlayan kişiyle zekâtını kurumlar aracılığı ile veren kişi arasında ibadetin yerine getiriliş şekli itibariyle bir fark kalmamaktadır. Özellikle bu işlemlerin internet üzerinden para transferi ile yapıldığı düşünüldüğünde, iki ibadeti yerine getiren kişi için aradaki fark para havalesi sırasında açıklama kısmına düşülen bir nottan ibaret hale gelmektedir. Bu açıdan zekât, kurban ve sadaka ibadetleri vergi ödemek gibi maddi bir ödemeden ibaret olmaktadır. Bu imkânı sağlayan yapı ise başka birisine vekalet verme yetkisidir.
Hayatın akışı içinde külfet olarak gördüğümüz veya yapmak için vakit bulamadığımız işleri başkalarına havale etmeye çalışırız. Onlar bizim vekilimiz olarak bu işleri yerine getirirler. Örneğin birçok müşteriniz olduğu için her biriyle muhatap olacak vaktiniz olmadığından bazı işleri yerine getirmesi için bir çalışanınızı vekil tayin edebilirsiniz. Benzer şekilde muhasebeci veya avukat tutmanız gerektiğinde onlara işlerinizi yapması için vekalet verirsiniz. Üçüncü bir örnek olarak da evinizi satmak veya kiraya vermek istiyor; fakat her potansiyel alıcı ile muhatap olarak vakit harcamak istemiyorsanız sizin adınıza müşterilerle muhatap olması için bir emlak bürosu ile anlaşıp vekil tayin edebilirsiniz.
Görüldüğü üzere aslında vekalet kurumuna birinci ve ikinci örneklerde olduğu gibi ihtiyaç veya zaruretten başvurulabileceği gibi, üçüncü örnekte olduğu üzere ekstra vakit veya emek harcamak istenmeyen bir işi başkasına yaptırmak için de başvurulabilir. Tam da bu aşamada her biri diğerinden farklı olan ibadetlerin farklılıklarını ortadan kaldırarak yapmak veya vakit ayırmak istenmeyen işler vekalet aracılığıyla maddi seviyede eşitlenmektedir.
- Yaşayarak Tecrübe Etme
İbadetin hazırlık aşaması kişide belli bir farkındalık oluştururken (zekâtın ve kurban hisselerinin verileceği kişileri tespit etme aşaması) ibadeti yerine getirme aşamasında hissedilen tecrübe de kişiye farklı pencereler açabilmektedir. Örneğin içinde bulunduğu insani ilişkileri derinleştirme ve sürdürme, etrafındaki muhtaç insanların farkında olma gibi kazanımlar sağlayan zekât ve kurban ibadetlerini para ödeme seviyesinde eşitlemediğimiz; yani ibadetleri bizzat yerine getirdiğimiz durumda, ibadeti yaşamanın tecrübesinden mahrum kalmamış oluruz. Bu yalnız zekât ve kurban ile sınırlı olmayıp sadece şekli seviyede kalmadığı sürece bütün ibadetler için geçerlidir. Bu bağlamda umreye gitmek yerine bu ibadetin masraf tutarını sadaka olarak dağıtma fikri de önceki başlıkta işlediğimiz üzere ibadetlerin maddi zeminde eşitlenme girişiminin bir sonucu olup ibadeti tam olarak yerine getiren insanın tecrübe edebileceği dönüşümleri göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Bu gibi durumlarda kişi yaşadığı maneviyatın da etkisiyle dünya hayatının geçiciliğinin farkındalığına erişebilirken zekât ve kurban gibi akraba ve komşuluk ilişkilerini kuvvetlendiren ibadetlerde ise içinde bulunduğu sosyal ortama dair farkındalığını arttırmış olur.
Özellikle zekât ve kurban gibi ibadetler kişinin ilme’l yakîn seviyesinden ayne’l yakîn seviyesine çıkmasını sağlamaktadır. Çünkü ilmin üç seviyesi vardır: ilme’l yakîn, ayne’l yakîn ve hakka’l yakîn. Zekât veya kurban dağıtımı öncesinde meydana gelen farkındalık ilme’l yakîn seviyesinde bir bilgi oluştururken (akraba ve muhitinde yardıma muhtaç insanların olduğu bilgisi) bu ibadetlerin yerine getirilmesi sırasında edinilen tecrübe sayesinde ayne’l yakîn seviyede bir bilgi meydana gelir; çünkü bu sayede kişi bizzat etrafındaki insanların durumuna şahit olma imkânı elde etmektedir. Üçüncü seviye olan hakka’l yakîn için ise kişinin bizzat o muhtaçlık ve ihtiyaç halinde olma durumunu yaşamış olması gerekir ki bu durumda bu ibadetleri yerine getirme yükümlülüğü olmadığı için alıcı tarafında yer almaktadır.
Bu tür tecrübeler, muhtaç birine yardım veya komşuları ziyaret etme gibi ibadetin kısa dönemde görülebilecek etkilerinin yanı sıra ayne’l yakîn seviyesine ulaşmanın getirdiği farkındalık sayesinde uzun süreli dönüşümleri de tetikleyebilir. Bu dönüşüm her durumda ve herkes için vuku bulacak diye bir şart olmasa da böyle bir neticenin ihtimali dahi tecrübenin kıymetini ortaya koymaktadır. Örneğin insanlar bazen yaşadıkları tikel tecrübeler neticesinde hayatlarını değiştirebilmekte ve farklı şekilde hayatlarına devam edebilmektedirler. Ancak vekalet vererek kurumlar üzerinden bu ibadetleri yerine getirdiğimiz takdirde bu ihtimal azalmaktadır.
- Üretken Kişilerin Öncelenmesi
Son başlığımız özellikle zekât fonu olarak inşa edilen piyasa kurumları ile alakalıdır. Yukarıda bulunan üç maddede zikredildiği üzere; Müslümanın yükümlü olduğu ibadetleri kendisinin ifa etmesi yerine, verimlilik ve düşük işlem maliyeti sebebiyle vekalet yoluyla kurumlar üzerinden yerine getirmesi ibadetlerin bireysel olarak edası durumunda elde edilecek üç faydayı ortadan kaldırmaktadır. Fakat şu ana kadar ki varsayım, kurumlara aktarılan zekâtların Kuran’da belirtilen gruplara ayrım yapılmaksızın dağıtıldığı üzerineydi. Hâlbuki kapitalist prensipler tarafından şekillenen bu kurumlardan bazıları bir adım daha öteye giderek zekât alacak kişilerin belirlenmesinde de bu prensiplere göre hareket etmekte, bu sebeple zekât dağıtımında kapitalist sistem için faydalı olan üretken olma kapasitesine sahip kişileri üretken olmayan kişilere tercih etmektedir.
Aslında bu durumun arkasında yatan sebep son derece rasyonel görünmektedir: Eğer verilen zekât parası, kişinin tüketmesi yerine hem kısa dönem ihtiyacını karşılayacak hem de üretim için kullanarak kendisini zekât alır durumdan kurtaracak hatta ileride zekât verir hale gelebilecek kişilere verilirse sürdürülebilir bir zekât fonu oluşturulmuş olur. Bu sayede zekâta ihtiyaç duyan kişi sayısı azalır ve diğerlerine daha fazla verme imkânı bulunabilir. Bu argüman damlama etkisi (trickle-down effect) sebebiyle dar gelirli insanların refaha ulaşması için daha fazla sermaye birikimi olması gerektiği, diğer bir ifadeyle zengin insanların daha zengin olması veya -2008 finansal krizinde olduğu gibi- ekonomik krizlerde ilk olarak büyük şirketlerin kurtarılması gerektiği ve onların servetinin toplumun geri kalanına damlayarak ulaşacağı iddiasına benzemektedir. Benzer şekilde, zekât fonlarının üretken kapasitesi olan kişilere aktarılmasıyla da zekâtı hak ettiği halde üretken kapasitesi olmayan (yaşlı, özürlü vb.) kesimlere hak ettikleri zekât paylarının damlayarak ulaşması beklenmektedir. Halbuki Müslüman toplumların tarihi tecrübelerine bakıldığında fakir ve miskinler arasında üretici kapasiteleri göz önüne alınarak bir ayrımın ve öncelemenin yapıldığına dair bir örnek göremeyiz zaten görmek de mümkün değildir. Çünkü insanların üretici bir faktör olmalarını bir üstünlük ve imtiyaz sebebi olarak görmek ancak kapitalist sistemin ortaya çıkmasıyla gerçekleşmiştir.
Modern dönemde kurulan İslami kurumların yukarıda zikredilen dönüşümleri sadece zekât fonları veya benzer kurumlarla kısıtlı değildir. Müslüman toplumların tarihi seyir içinde kendi toplumsal ihtiyaçlarına cevaben ortaya çıkan ve Şeriat’ın özünde yer alan ahlaki prensipler üzerine inşa edilen kurumların günümüzde İslami kimliği vurgulamak için orijinal Arapça ismi korunmakla beraber içinde bulundukları kapitalist sistemin prensiplerine uygun olarak yeniden tasarlandığına şahit olmaktayız. Örneğin modern öncesi dönemde siyasi otoriteden bağımsız olarak sivil bir dayanışma gayesiyle tesis edilen vakıflar modern kapitalist sistem içinde İslami mikrofinans ve İslami sigortacılık gibi kurumların sermaye toplama ihtiyacını karşılamak için kullanılır hale gelmiştir. Bu dönüşümler yaşanırken yapılan değişikliklerin çağın ihtiyaçlarına cevap vermenin ötesinde kapitalist sistemin hegemonyası altına girmek anlamına gelmektedir.
Kapitalist piyasa sisteminin hegemonyası sadece yeni kurumlar ortaya çıkarmamakta, aynı zamanda insanlar arasındaki ilişkileri de değiştirmektedir. Bir meta haline gelmemesi gereken akrabalık ilişkileri ve daha özelde çocuk-ebeveyn ilişkisi bir hizmet satışı haline getirilebilmekte, çocukların vazifesi olan ebeveyne bakma görevi bir akdin konusu edilerek metalaşabilmektedir. Bir sonraki bölümde bu konu incelenecektir.
- Akrabalık İlişkilerinin Metalaşması
Yaşlılara gösterilmesi gereken hürmet ve daha da özelde yaşlanmış ebeveynin çocukları üzerlerindeki hakları, alimlerin ortaya koymuş olduğu ve Müslüman toplumlarda genel kabul gören İslam ahlak prensiplerinin başında gelmektedir. Bu prensip doğrultusunda Müslümanlar yaşlı ebeveynlerinin bakımıyla yükümlüdürler. Bu yüzden, ticari amaçla kurulmuş olan huzurevlerinin bir kurum olarak Müslüman bir toplumda ortaya çıkmaması beklenmektedir. Burada amaç hukuki bir değerlendirme yapmak değildir; bu kurumların ortaya çıkmasında ve hizmet vermesinde bazı İslam Hukukçuları hukuki açıdan bir beis görmeyebilir. Ancak bu durum huzurevlerinin İslam ahlak esasları çerçevesinden bakıldığında problemsiz kurumlar olduğu anlamına gelmez.
Kapitalist sistem içinde beşerî sermaye olarak yer alan insanlar şirketler için bir meta ve üretim girdisi olarak kendilerine yer bulmaktadırlar. Üretim sürecinin büyüyerek devam edebilmesi için bu beşerî sermayenin vaktini kendisini geliştirmek, yeni eğitimler almak ve daha fazla tecrübe edinmek için geçirmesi tercih edilir. Dahası, mesai saatleri içinde çalışarak iş gücünü tüketen kişinin, eve gidince dinlenmesi ve uyuyarak yeniden gücünü toplaması gerekmektedir. Bu sebeple, bir işçinin evinde çekirdek ailesinin yanı sıra yaşlı veya yardıma muhtaç akrabalarına bakması şirketlerin bu beklentisine tam olarak uymamaktadır. Dahası, bu aile bireyinin varlığı ona bakmak için bir kişinin evde kalmasını da gerektirebilmektedir (komşular arasındaki bağın kopuk olduğu ve birbirlerine destek olmadıklarını düşünmek bireyselleşmiş modern toplumda normal bir şeydir). Huzurevleri bu problemler için oldukça verimli bir çözümdür. Modern kapitalist piyasa sistemi kurumların ve bireylerin verimli (efficient) ve düşük maliyetli çalışmasını aynı zamanda da sürekli ilerlemesini bekler (beşerî sermayenin, kâr oranlarının, vb. sürekli artması gerektiği gibi). Huzurevi kurumuna baktığımızda da benzer prensiplerin uygulandığını görürüz. Herkesin evinde yaşlılara bakması yerine, bütün yaşlıları bir eve toplamak ve her bir yaşlı için bir kişinin meşgul olması yerine 5- 10 yaşlı için bir hemşirenin bulunması bu problemi yüksek verimin yanında düşük maliyetle çözmektedir. Bu sayede kapitalist sistem içinde işçi olarak istihdam edilecek kişi sayısı da artmış olur. Akrabalarına bakmakla yükümlü olan kişiler de vekalet kurumundan istifade ederek bu sorumluluklarını belli bir ücret karşılığında bu kurumlara devretmiş olur.
Burada çizilen portre ailesine veya yakın akrabalarına bakabilecek durumda olduğu halde kapitalist prensipler sebebiyle huzurevi seçeneğini değerlendiren kişilere yöneliktir. Özellikle ticari bir yapı olarak özel huzurevleri varlıklarını kapitalist piyasa sistemine borçludur. Bu sistem, sunduğu kolaylığın yanında, insanlara akrabalarını en rahat ve gerekirse en pahalı huzurevlerine yatırarak aynı zamanda vicdan rahatlığı da sağlayabilmektedir. Elbette, hiçbir akrabası olmaması yahut evde bakılamayacak derece rahatsızlıkları olması gibi sebepler insanların darülaceze gibi kurumlarda devlet bakımı altında kalmalarını gerektirebilir.
İnsanların yardıma muhtaç akrabalarını huzurevlerine göndermemeleri için atılacak birçok adım olabilir ancak Türkiye devletinin bu konuda attığı adımları incelemek ilişkilerin metalaşmasını analiz etmek açısından faydalı olacaktır. Devlet, yardıma muhtaç yaşlı kişilerin ailelerinin yanında en iyi yardımı alması ve huzurevi yükünü hafifletmek amacıyla bu kişilere evde bakanlara maddi yardımda bulunma kararı almıştı. Bu şekilde bir destek maddi imkânları yeterli olmayan ve bu sebeple ailesini huzurevine yatırmak zorunda kalacakken devlet desteği sayesinde evde bakma imkânına kavuşan kişiler için güzel bir destek olarak görülebilir. Halbuki olayın bir de olumsuz tarafı vardır: Yukarıda bahsedilen aile ilişkileri İslam ahlak esasları üzerine kurulu olmalıyken, devlet desteği sebebiyle meta olmayan bu ilişkiler metalaştırılmış oluyor. Yani (Müslüman) bir kişinin sorumlu olduğu aile bireyine bakması zaten görevidir. Bu kişi normalde kapitalist piyasa sistemi prensiplerinden veya başka sebeplerden dolayı bakmakla yükümlü olduğu kişilerle ilgilenmeyeceği halde para karşılığı bakımlarını üstleniyorsa, burada ilişkinin metalaştığından söz edebiliriz. Bu durum aynı zamanda ödenek kesildiği takdirde bu bakımın devam etmeyeceği anlamına da gelebilir. Bunun yanı sıra, maddi yardım almadan ailesindeki yaşlı akrabalarına bakan kişiler de artık metalaşmış olan bu ilişki türü sebebiyle İslami açıdan sorumlulukları olan bu görevi ücretsiz yapıyor olmanın rahatsızlığını duymaya başlayabilirler. Kapitalist piyasa sistemi yüzünden kırılmış olan bu aile ilişkisi devletin onarıcı düzenlemesi ile her ne kadar onarılmış gibi olsa da eskisinden daha farklı ve her an tekrar parçalanmaya müsait bir halde bir arada tutulmaya çalışılmaktadır.
Sistemin sadece bir parçasını onarmak yeterli olmayacaktır. Çalışma hayatından başlayıp inşa edilen evlerin büyüklük ve planlarına kadar her şey birbiriyle entegre olarak bir bütünün parçası gibi çalışmaktadır. Bugün bu parçaların kurumsal mantıklarının kapitalist piyasa sistemi tarafından şekillendirildiğini görüyoruz. Bu sebeple aile kurumu ile ilgili yapılacak her ıslah çabası aslında ilgili olan diğer parçaların da hesaba katılarak hareket edilmesini gerektirmektedir.
İslam Hukuku açısından baktığımız zaman bu minvalde huzurevi ile yapılan sözleşmelerin ve ebeveyne bakma karşısında ücret almanın hepsi meşru olabilir. Çünkü burada iki tarafın da razı olduğu, şartları belirlenmiş ve ücret karşılığında sunulması kararlaştırılmış bir hizmet söz konusudur. Hatta sözleşmeye konu huzurevi kadın konuklar için kadın hemşirelerin, erkek konuklar için erkek hemşirelerin yardımcı olduğu; içki servisinin olmadığı bir müessese olabilir. Bu tarz bir müessesenin kurulumu için bir katılım bankasından finansman talebinde bulunulduğunda, fetva komitesinin olumsuz bir cevap verme ihtimali oldukça düşüktür. Fetva komitesi tarafından olumsuz bir cevap verilmesi, yapılan değerlendirmenin özellikle İslami finans kurumları tarafından fıkhın araçsal olarak kullanıldığı şekliyle meselenin form temelli ve tikel olarak ele alınması yerine, fıkıh anlayışının olması gerektiği üzere verilen fetvanın toplumda meydana getireceği dönüşümleri de hesaba katan ve sonuçlarını öngören bir tavırla içtihat etmesi anlamına gelmektedir. Tabii bu fetvayı verebilmek için aynı zamanda ticari bir kurum olan katılım bankasının üst yönetiminden kâr maksimizasyonu gereğince gelebilecek muhtemel baskıları da göğüsleyecek bir pazarlık gücüne sahip olunması gerekebilir.
Sonuç ve Değerlendirme
Bu çalışmada kapitalist piyasa sisteminin prensipleri doğrultusunda ortaya çıkan yeni kurumlar üzerinden -ibadetlerimizi ve sorumluluklarımızı yerine getirirken- toplum ve akrabalarımızla kurduğumuz ilişkilerimizde gerçekleşen dönüşümleri ve bu dönüşümlerin yol açabileceği sonuçları İslam ekonomisi açısından analiz ederek ele aldık. Yaptığımız analiz göstermektedir ki zekât vermek ve kurban kesmek gibi toplumsal tarafı olan ibadetlerimiz ve akrabalarımıza karşı olan sorumluluklarımız vesilesiyle kurduğumuz ilişkiler, verimlilik ve düşük maliyet esasına göre şekillenmiş kurumlar tarafından vekalet sistemi sayesinde yerine getirilerek dönüşüme uğramaktadır. Bu kurumlar ibadetleri yerine getirmeyi kolaylaştırırken ve ailemize karşı olan sorumlulukları yerine getirirken, şahıs olarak yerine getirmemiz gereken yükümlülükleri vekalet sistemi sayesinde ücreti mukabilinde başkalarına aktararak şekil itibariyle İslam hukukuna uygun ama İslam ahlak prensipleri açısından problemli ilişki türleri ortaya çıkarmaktadır. Zekât vermek ve kurban kesmek gibi ibadetleri aracı kurumlar üzerinden yerine getirerek her ne kadar İslam hukukunun şekli uygunluğu sağlanabilse de modern dönemde dört temel açıdan bu ibadetlerin yerine getirilişinde dönüşüm gerçekleşmiştir.
Kapitalist prensipler bağlamında ibadetleri yerine getirme şeklimizde ortaya çıkan bu dönüşümler aynı zamanda aile ilişkilerimizi de belirleyebilmekte, beşeri sermaye olarak kapitalist sistem içinde yer alan bireylerin vakitlerini daha verimli geçirmeleri için bazı sorumluluklarını özel kurumlara transfer edebilmelerine olanak tanımaktadır. Bunun iyi örneklerinden biri olan huzurevleri -anne ve baba başta olmak üzere- akrabalarımıza karşı olan sorumluluklarımızı ücreti mukabilinde bir kuruma vekalet vererek yerine getirmemiz için bir çözümdür. Ancak bu aile bağlarının zayıflaması ve toplumun daha çok bireyselleşmesi gibi sonuçlara yol açmaktadır.
Meselelere İslam’ın ahlaki yapısını temel alarak yaklaşan ve toplumsal kurumları ve ilişkileri bu bağlamda değerlendirerek fetva veren İslam hukukçuları olsa da bugün sürdürülen fetva verme süreci İslam hukukçularının önlerine sunulan vakaların İslam Hukuku’na uygunluğuna dair bir hüküm vermesi şeklinde işleyen reaktif bir süreçtir. Halbuki İslam ekonomisi çerçevesinde inşa edilmesi ve değerlendirilmesi hedeflenen kurumlar ve ilişkiler bunun yanı sıra dönüşüm odaklı olan proaktif bir süreci de gerektirmektedir. Bu yüzden çalışmanın konu edindiği kurumlar ele alınırken onların toplumsal olarak nasıl dönüşümlere yol açabileceği de hesaba katılmalıdır. Peki, İslam’ın özünü oluşturan ahlak yapısı nasıl kurumlar inşa edilmesini gerektirmektedir?
İlk olarak belirtmek gerekir ki bu soruyu cevaplamanın yolu İslam’ın iki temel kaynağı olan Kuran ve Sünnet’e doğrudan giderek belli bir konuda hüküm veya beyanların araştırılması değildir. Bunun sebebi temel kaynaklar yorumlanırken modern zamanın ekonomik modelleri ve kavramları asıl kabul edilmekte ve verili olarak alınan bilgiler İslam’ın temel kaynaklarında aranmaktadır.Bunun yerine, takip edilecek yöntem bu iki temel kaynağa gidilirken tarihi bağlamı dikkate almak suretiyle alimlerin yorumlarından istifade edilerek tarihi birikimden faydalanmak ve cevap arama sürecinde akıl ve hevâmızı mümkün olduğunca kayıtlamak olmalıdır. Modern dünyada doğan ve kapitalist piyasa sisteminin eğitim anlayışına göre şekillenmiş olan insanlar ile Kuran ve Sünnet’e başvurulduğunda çoğunlukla Allah’ın muradını aramaktan ziyade modern zamanın ruhuna uygun yorumlar benimsenmiştir. Öte yandan Ramazan el-Buti’nin Dawabit al-Maslaha kitabında yapmaya çalıştığı gibi sübjektif yorumların önüne geçmek için belli sabiteler koyma çabasında olan çalışmalar da bulunmaktadır.
Günümüz kapitalist piyasa sisteminde İslam’ın sahip olduğu ahlaki özün yerine kapitalist prensipler geçtiğinden ortaya konulan kurumlar ve ilişki türleri şekil temelli bir anlayışla fetva sürecinden geçirilerek kapitalist piyasa sisteminin prensipleri meşrulaştırılmaktadır. Bu açıdan bahsettiğimiz fetvalar ve kurumlar aslında aynı temeli paylaştıklarından yakın bir ilişki içindedirler. Bu noktada en önemli fark, fetva reaktif bir şekilde tikel bir vaka üzerine verilirken kurumlar ve ilişkilerin oluşturulması ile ilgili teorik çerçeve tümel ve proaktif bir perspektiften ele alınmakta ve bu toplumda dönüştürücü bir amaç gütmektedir.
Burada karşımıza tümel olan ve İslam’ın ana kaynaklarından çıkartılmış din, can, akıl, mal ve nesil gibi değerlerin korunmasını hedefleyen bir kavram olarak Şeriat’ın Gayeleri (The Objectives of the Shari’a) ve bu gayelerin korunması anlamına gelen Maslahat kavramları çıkmaktadır.46 Modern dönemde özellikle popülerlik kazanan bu kavram popülerliğini farklı ideolojilerin çeşitli anlamlar yükleyerek istedikleri gibi kullanabilecekleri bir dini kavram olarak kullanılmasına borçludur. Zira, bunu yaparken tarihi tecrübeyi bir kenara bırakıp bu temel kavramlar üzerinden modern ve kapitalist prensiplere dayalı kurumlar ve ilişkiler inşa edilebiliyor. Örneğin, esasında kapitalist bir söylem üzerinden yola çıkıldığı halde malın korunması kaidesince özel mülkiyete aşırı önem atfedilip, aklın korunmasını beşerî sermayenin arttırılması ile ilişkilendirilebiliyor. Öte yandan hümanist bir ideolojinin penceresinden bakanlar, dini korumak prensibiyle inanç özgürlüğünü anlayarak fıkhın temel kaynaklarında bulunan birçok hükmü yok sayabiliyor ve klasik fıkıh metinlerini göz ardı edebiliyorlar.
Fıkhî hükümlerin tikelliği ve Şeriat’ın gayelerinin tümelliği arasındaki bir seviyede İslam’ın ahlaki özüne dair prensipler tespit edebildiğimiz takdirde, belki kurumların ve insanlar arasındaki ilişkilerin temelini göreceli olarak objektif bir şekilde oluşturmamız mümkün olabilecektir. Bu prensipler aynı zamanda tikel olarak verilmiş olan fıkhî hükümlerin de temelini oluşturduğu için istifade edebileceğimiz kaynaklardan bir tanesi fıkhî hükümler verilirken fakihler tarafından ortaya konan prensipler olabilir.
Prensiplerin bir kaynak olarak kullanılması bize Kuran ve Sünnet’in yüzyıllar boyunca nasıl yorumlandığı ve süreç içinde hangi ahlaki prensipler üzerinden fıkhın ve toplumdaki diğer kurumların şekillendiğini gösterecektir. Örneğin akitlerde -belli bir konuya dair- cehaletin olması, akdin fasit olması için yeterli bir sebeptir. Bunun arka planında yatan gerekçeye baktığımızda ise bu tür belirsizliklerin Müslümanlar arasında nizâya sebep olması ihtimalinden dolayı olduğunu görürüz. Buradan yola çıkarak, Müslümanların arasının açılmasına sebebiyet verecek kurumlar açmamak, tam aksine, Müslümanların birliğini ve beraberliğini teşvik edecek kurumlar inşa etmek gerektiği sonucuna varabiliriz. Yüzyıllar süren bu ilmi gelenek sayesinde zaman ve mekân gözetmeksizin hangi temel prensiplerin alimler tarafından gözetildiği ve farklı zaman ve mekanlarda hangi kurumlar ve ilişkiler vesilesiyle uygulamaya geçirildiği görülebilir ve içinde yaşanılan modern zamanda kurulması gereken kurum ve ilişkilerin teorik zemini bu miras sayesinde oluşturulabilir.
Harun Şencal
Kaynak: researchgate.net