Anasayfa Makale İktisadi Açıdan Bilgi Kavramı Ve Bilgi Kavramına Yaklaşımlar Üzerine Bir İnceleme

İktisadi Açıdan Bilgi Kavramı Ve Bilgi Kavramına Yaklaşımlar Üzerine Bir İnceleme

by

BİLGİ KAVRAMI

 Gündelik hayatımızda çok sık kullandığımız bilgi kavramı, tanımlanması ve anlaşılması oldukça zor bir kavramdır. Ayrıca disiplinler arası bir kavram olması sebebiyle, farklı şekillerde tanımlanmaktadır. Uçak’a (2010) göre sadece disiplinlere göre değil, bilginin tanımı zamana göre de değişmektedir (s. 1). Günümüze kadar gelen süreçte, bilgi kavramı üzerine net bir uzlaşının olmaması, bilgi kavramının disiplinler arası farklı tanımlarının yapılmasından ve zamana göre farklılıklar gösteren dinamik bir yapıya sahip olmasından kaynaklanmaktadır.

Bilgi konusunda yapılan ilk yoğun çalışmalar felsefe alanında görülmektedir. Sosyolojinin bir dalı olan Epistemolojide çeşitli tanımlarının yapılmasına karşın genel olarak bilgi, bilen ile bilinen arasındaki ilişki olarak tanımlanmaktadır (Öner, 2005, s. 9). Bilgi, filozoflar tarafından yoğun bir biçimde araştırılmasına karşın, bilgi kavramı üzerine uzlaşılan uygun bir tanım yoktur (Önal, 1993, s. 331). Ayrıca bilginin ne olduğu sorusuna verilebilecek net bir cevap olmadığını da belirtmek gerekir (Uçak, 2010, ss. 1-2). Latince “informo” kökeninden gelen bilgi kavramı üzerine sistemli yapılan ilk çalışmalar Platon ile başlar. Rasyonalizm savunucuları olan Platon, Sokrates, Aristoteles, Farabi, Descartes ve Hegel, bilginin kaynağının akıl olduğunu kabul ederler (Öner, 2005, s. 10). Rasyonalizm görüşüne göre, bilgi edinmede akıl ve doğuştan gelen bilgiler önemli bir yer tutar ve doğru bilgiye ulaşmak için mantığın kullanılması yeterlidir.

Locke, bilgiye yalnız deney ile ulaşılabileceğini savunan ampirizm görüşünün kurucusudur. Rasyonalistlerin tersine ünlü “tabula rasa” benzetmesi ile ampirizm, insan zihninin doğuştan bilgiye sahip olmadığını ve boş bir levha gibi olduğunu savunur. İnsanın bilgiye sahip olması ise bu levha üzerine atılan çiziklerdir. Ampiriklerin diğer temsilcisi olan Hume ise bilgiyi, insan zihninde, duyulardan gelen verilerle oluşan genel fikirler olarak tanımlar (UNDESA, 2005, s.21).

O halde bilgi akılcılıkta savunulan sağduyuya mı, yoksa ampirizmde savunulan gözleme mi dayanmalıdır? Akılcılık ve deneycilik arasındaki bu çatışmayı, her iki görüşü sentezleyerek son veren Kant ise insanın doğuştan bilgiye sahip olduğunu ve aynı zamanda deneyle de bilgiye sahip olabileceğini savunur. Günümüz bilgi felsefesinin temel yapısını şekillendiren Kant, deney ya da gözleme dayanmayan bilgiyi apriori, deney ve gözleme dayanan bilgiyi de aposteriori olarak tanımlamıştır. Apriori bilgiler mantıksal düşüncelerle, aposteriori bilgiler ise deney ve gözlemlerle gerekçelendirilirler. Bu sebeple bilgi, gerekçelendirilmiş ve/veya mantıksallaştırılmış inançlar olarak tanımlanmaktadır (Audi, 2003, s. 3).

İktisatçılar genellikle bilginin tanımı üzerine değil, ekonomik teoriler içerisinde aldığı rol üzerinde durmuşlardır. Bilgi ile ilgili ilk iktisadi görüşler, bilginin bir mal olduğu yönündedir. Bu görüşe göre, bilgi transfer edilebilme, kullanılabilme ve katma değer eklenebilme özelliklerine sahip olduğu için iktisadi bir mal olarak kabul edilir (Bates, 1985; Machlup, 1962). Bilgiyi ilk defa bir mal olarak tanımlayan düşünür Cicero’dur (Özcan, 2007, s. 20). Arrow (1963) ise bilginin mal olduğu görüşünü kabul etmekle birlikte, belirsizlik altında bunun mümkün olacağını ileri sürer (s. 946). Emek ve sermayenin yanı sıra, bilginin üretim faktörlerinden biri olarak kabul edildiği diğer görüşte, bilginin somutlaşmış hali olan teknoloji, analizlerde kullanılmaktadır. Teknolojik yenilik, nitelikli iş gücü ve büyüme çerçevesinde ele alınan bilgi, insan emeğinin zihinsel ürünü olarak kabul edilir. Bilgi, yenilik ve teknoloji, büyüme modellerinin temel unsuru olmuş, Solow, Lucas ve Romer gibi iktisatçılar, büyüme literatürünü bilgi çerçevesinde ele almışlardır (Gürak, 2006, ss. 1-8). Bilginin milli geliri arttırdığı genel kabul görmüş bir kural haline gelmiştir. Bilginin içsel büyüme modellerinde en önemli faktör olduğunu belirten iktisatçılara göre, sınırsız büyüme bilgiyle artık mümkün hale gelmektedir (Romer, 1989, s. 259).

2.İKTİSAT LİTERATÜRÜNDE BİLGİ KAVRAMI

“…İktisatçılar elbette iktisadi süreçler içinde bilginin oynadığı gittikçe artan baskın rolün farkındadırlar, ancak çoğunluğu bilgi kavramını ele alınamayacak kadar kaygan bulur…” (Penrose, 1995, s. 68)

İktisatçıların bilgi kavramından uzak durma sebebini belirtirken Penrose’un kullandığı “kaygan” tespiti oldukça yerindedir. Bilgi kavramının oldukça kaygan yapıda olması, zor anlaşılmasına, iktisatçıların bu kavramdan uzak durmalarına ve analizlerde yer vermemelerine sebep olmaktadır. İktisat literatüründe bilgi çerçevesinde yapılan çalışmalar incelendiğinde üç farklı süreç dikkat çekmektedir.

2.1 Tam Bilgi:Konforlu Dünya

Tam bilgi varsayımının kurucuları ve ödünsüz savunucuları Ricardo, Mill ve Bentham’ın klasik iktisada kazandırdıkları soyutlamacı analiz geleneği, Neo-klasiklerde de devam ederek iktisadi modellerin çoğunu etkilemiştir. Menger, Jevons ve Walras 1870’li yıllarda, marjinal değer teorisi çerçevesinde tüketim, talep ve fayda konularına yoğunlaşarak Neo-klasik okulunun temellerini oluşturmuşlardır (Savaş, 2007, s. 583). Klasik okulun yeniden yorumlanması ve düzenlenmesi şeklinde tarif edilebilecek olan Neoklasik kuramın en çok eleştirilen meşhur üç ilkesi; ekonomik insan (homo economicus), tam rekabet koşulları ve diğer şartların sabit alınması (ceterus paribus) varsayımlarıdır (Atik, 2009, s. 4). Hayek’in (1948) “utanç veren sırrımız” (s. 46) olarak ifade ettiği ekonomik insan varsayımı, Ricardo’dan itibaren hem klasik hem de Neo-klasik kuram içerisinde yer alır. Bu varsayıma göre kişiler fayda, firmalar da kar maksimizasyonu peşindedirler. Taraflar, ekonomik konulardaki her türlü bilgiye sahiptir ve rasyoneldirler.

Bilginin kusursuz olduğu varsayımı altında modellerin oluşturulduğu Neoklasik dönemde, kişilerin tam bilgiye sahip oldukları kabul edilmiştir. Bu şekilde bilgi her türlü analizden dışlanmış dolayısıyla bilgiden kaynaklanan tüm problemler ortadan kaldırılmıştır. İktisadi analizlerin kolay yapılabilmesi için bilgi kavramının dışlanarak oluşturulduğu bu ortam “konforlu dünya” olarak ifade edilmektedir (Foray, 2004, s. 6).

Diğer taraftan Ricardo’nun emek değer teorisi çerçevesinde, ekonomik insan ve tam bilgi varsayımı zorunluluktur. Emek değer teorisinde fiyat oluşumunun sadece emek gibi somut bir insani olguya bağlanması, bu somut kavramı etkileyen tüm olguların soyutlanmasını gerektirmektedir. Her şeyin değer ölçütü olan emeğin değer ölçütünün değişmemesi gerekir. Bu sebeple Ricardo, bilgi gibi emeğe değer katacak veya değerini azaltacak her şeyi göz ardı etmiştir. Tam bilgi varsayımı çerçevesinde herkes her şeyi bildiğinden dolayı iktisatta bilgi bir avantaj unsuru değildir.

2.2 Tam Bilgiye İlk Karşı Duruşlar: Belirsizlik

Birinci Dünya Savaşı’nın tüm dünyada oluşturduğu ekonomik durgunluk ve Neo-klasik görüşlerin, ekonomik sorunları çözmede yetersiz kalması sonucunda, iktisatçılar yeni arayışlara girmişlerdir. 1929 yılında başlayan büyük bunalıma çözüm bulamayan iktisat teorisyenleri, problemin sebeplerini açıklayabilmek için yoğun şekilde araştırma yapmaya başlamışlardır (Ünsal, 2007, s. 32). Yaklaşık bir asırdır uygulanan Neo-klasik sistemde bir şeylerin ciddi anlamda yanlış olduğu görülüyordu (Stiglitz, 2001, s. 476).

Belirsizlik kavramının iktisat bilimine girmesi Richard Cantillon ile başlar (Spengler, 1954, s. 286). Cantillon, bireylerin sınıflar açısından değerlendirilmesini yapan ilk iktisatçıdır. Toprak sahipleri, işçiler ve girişimciler olmak üzere üç sınıf tanımlayan Cantillon, girişimci sınıfından olanların belirsizlik içerisinde yaşadıklarını belirtmiştir (Hebert, 1985, s. 273). Diğer taraftan Adam Smith’ in çok fazla bilinmeyen “Astronomi Tarihi” isimli eserinde yer alan “kişinin zihin karmaşası” ifadesi ile belirsizlik ortamı tasvir edilmektedir (Alada, 2000, s. 17). Bu açıdan belirsizlik tam bilgi esnasında yaşanan bir süreç değildir. Aksine tam bilginin olmadığı durumları ifade etmektedir. Başka bir deyişle tam bilgi söz konusu olduğunda yaşanan süreçlere belirlilik, tam bilgi olmadığında ise yaşanan süreçlere belirsizlik hakimdir.

Tam bilgi varsayımına karşı yapılan bu ilk kıpırdanışların ardından Avusturya okulundan olan marjinalist Karl Menger, tam bilgi varsayımının analizlere kısıtlama getirdiğini savunarak, belirsizlik kavramına ilk olarak analizlerde yer veren iktisatçı olmuştur. 1871 yılında yayınlanan “Principles of Economics” adlı eserinde belirsizlik merkezi bir rol oynamaktadır. Bir üretim sürecinin sonunda çıktıların, kalite ve miktar olmak üzere iki belirsizliğe sahip olduğunu ileri süren Menger’e göre kalite ve miktar belirsizliklerinin, kişinin iktisadi belirsizliği içerisinde en önemli faktörler arasındadır. Belirsizlik kavramını sadece mikro düzeyde ele alan Menger, teknoloji ve medeniyetin ilerlemesi halinde bile kalite ve miktar belirsizliğinin söz konusu olacağını ileri sürmüştür (Menger, 2004, s. 71).

Keynes’de belirsizlik kavramına ilk olarak, 1921 yılında yayınlamış olduğu “Olasılık Üzerine İnceleme” adlı eserinde rastlanmaktadır (Rosser, 2001, s.548). Geleceğin belirsiz olduğundan hareketle, yatırımcıların, yatırımların gelecekteki değerlerini tahmin edemeyeceklerini ve yatırımlarına beklentiler çerçevesinde yön vereceklerini belirten Keynes, yatırım talebi, likidite tercihi gibi temel fonksiyonlara beklentileri eklemiştir. Belirsizlik, Keynes’in iktisadi görüşlerinde merkezi temadır (Fontana ve Gerrard, 2004, s. 621).

Keynes için belirsizlik, olasılıkların sayısal olarak tespit edilemediği durumu ifade etmektedir (Lawson, 1988, s. 48). Bir başka deyişle, Keynes’e göre belirsizliğin sayısal olarak ifadesi mümkün değildir. Keynes ile aynı dönemde belirsizlik üzerine çalışmalar yapan Frank Knight, belirsizlik kavramını Keynes’ten farklı ele almıştır. Belirsizliğin sayısal olarak ölçülemeyeceğinin yanı sıra, apriori ve istatistiksel olarak ölçülebilecek belirsizliğin varlığını savunmuştur. Bu bağlamda, Keynes’ten farklı olarak, risk ve belirsizliği birbirinden ayırmış, riskin ölçülebileceğini ileri sürmüştür (Akalın ve Dilek, 2007; Knight, 1921; Lawson, 1988). Risk kavramını, belirsizlik kavramından türeten Knight, riski ölçülebilen belirsizlik olarak tanımlamıştır (Leroy ve Singell, 1987, s. 397).

Yirminci yüzyılın en önde gelen iktisatçılarından olan Hayek, her iktisadi teoride bilgiye yer verilmesinin önemli olduğunu ilk defa ortaya koyan teorisyendir (Boland, 1998, s. 1). Hayek 1937 yılında yayınladığı “Economics and Knowledge” isimli makalede kişilerin tam bilgiye sahip olmadıklarını, bunun imkansız olduğunu, bilginin toplumun geneline yayılmış ve kişilerin bilginin sadece bir kısmına sahip olduklarını belirtmektedir (Hayek, 1948, ss. 34-35). Kişilerin tam bilgiye sahip olamayacaklarını, süreçlerin eksik bilgi ile belirsizlik içerisinde şekillendiğini ileri sürerek, tam bilgi kuramına karşı çıkmıştır.

Tam rekabetin, kaynakların optimal dağılımına ne ölçüde imkan verebileceğini sorgulayan Arrow (1959) ise sınırlı bilgiyi ve belirsizliği, tam rekabette piyasa başarısızlıklarının sebeplerinden biri (s. 2) olarak göstermektedir. Yenilik ve teknik gelişmeler, bilginin üretimine bağlıdır ve ekonomik gelişme içerisinde, teknik değişimin rolü hiçbir iktisatçı tarafından reddedilmemektedir (Arrow, 1963, s. 155).

Bazı Keynesyen iktisatçılar, Keynesyen fikirlerden hareketle, rasyonel beklentileri analizlerinde kullanmışlar, Keynes’ten farklı olarak belirsizliği ölçülebilir olarak ele almışlardır (Paya, 2007, s. 388; Yavuz ve Tokucu, 2006, s. 148). Yeni Keynesyen olarak adlandırılan bu iktisatçılar belirsizliğin varlığını kabul etmişler, ancak klasik görüşe yakın olan görüşleri ile belirsizliği büyük bir sorun olarak düşünmemişlerdir.

Belirsizlik üzerine kapsamlı analizler, Paul Davidson, Joan Rabinson ve George L. S. Shackle isimli iktisatçıların başı çektiği Post-keynesyenler tarafından yapılmıştır (Fontana ve Gerrard, 2004, s. 620). Kişisel karar verme ve belirsizlik üzerine olan görüşleri ile Neo-klasik analize tamamen zıt bir duruş ortaya koyan Post-keynesyenler, Neo-klasiklerden farklı olarak kişisel seçimlerin ve kararların kesinlik değil, belirsizlik altında yapıldığını ileri sürmüşlerdir. Makroekonomik gerçeklerin kişisel seçimlerle şekillendiği varsayımında bulunan ve bu görüşün dayanak noktası olarak rasyonel beklentileri gören Neo-klasiklere karşı olarak Post-keysenyenler, makroekonomik gerçeklerin, belirsizlikler ile beraber ele alınması gerektiğini, belirsizlikler ve makroekonominin birbiriyle ilişkili düşünülmesi gerektiğini savunurlar (Jespersen, 2009, s. 111).

2.3 Bilgi Asimetrisi

İktisatta bilgi kavramı üzerine yapılan çalışmalarda yer alan en önemli konulardan diğeri ise taraflar arasındaki eksik bilgi söz konusu olduğu durumu ifade eden asimetrik bilgidir. İktisadi süreçlere tam bilgi yerine eksik bilginin hakim olmasının piyasa üzerindeki etkilerinin araştırıldığı ve analiz sonucunda ortaya koyulduğu ilk çalışma Akerlof tarafından yapılmıştır. Sınırlı rasyonelliğin dikkate alınmasının daha rasyonel bir tutum olacağını ileri süren Akerlof, bilgi kavramının incelenmesi noktasında yeni bir sayfa açmıştır (Rosser, 2003, s. 5). Piyasanın etkin bir biçimde çalışmasını engelleyen asimetrik bilgi problemi yaşantımızın her anında yer almaktadır. Bilginin toplumda homojen olmayan bir şekilde yayılmış olmasından dolayı kişilerin bilgi düzeyleri her konuda birbirinden farklıdır. Başka bir görüşe göre farklı insanların farklı bilgilere sahip olmaları, bilgi asimetrisinin temel kaynağıdır (Stiglitz, 2001, s. 488). Bilgi düzeylerindeki bu farklılık, tarafların etkin karar vermesinin önünde engel oluşturmaktadır. Taraflardan birisinin diğerine nazaran daha fazla bilgiye sahip olması, ticari işlemlerde daha fazla bilgiye sahip olan tarafa avantaj sağlayacaktır. Hayek’in eşsiz bilginin avantajı olarak tanımladığı bu durum piyasa başarısızlığının sebeplerindendir.

Ürün kalitesi hakkında satıcıların, alıcılardan daha fazla bilgiye sahip olduğu ikinci el otomobil piyasasını örnek olarak seçen Akerlof, asimetrik bilgi çerçevesinde temel eser niteliğinde olan çalışmasında, asimetrik bilgi problemine piyasanın nasıl yanıt verdiğini sistematik bir biçimde incelemiştir (Boettke, 2002, s. 270). Asimetrik bilgiden kaynaklanan ters seçimin, piyasada Gresham yasası olarak bilinen etkiyi ortaya çıkaracağını ve piyasanın tamamen limonların1 hakim olduğu bir piyasa olacağını ön görmüştür (Akerlof, 1970, ss. 489-490). Böylece piyasa, etkin olmayan ve sadece kalitesiz malların satıldığı bir piyasa olacaktır.

Michael Spence asimetrik bilgi üzerine çalışmalar yapan bir diğer Nobel ödüllü iktisatçıdır. Akerlof’ un limon piyasası analizine benzer şekilde, emek piyasasındaki asimetrik bilgiden kaynaklanan ters seçim sonucu piyasaya yetkin olmayan işçilerin hakim olacağını ileri sürmüştür. Asimetrik bilgi ortamında taraflar, durumları ile ilgili olarak karşı tarafa bazı bilgiler verirler. İşverenlerin çalıştırmak istedikleri işçilerin verimliliğinden emin olmadıklarını belirten Spence (1973), Akerlof’un analizini ileri götürerek, ters seçim probleminin çözümü için sinyal (signalling) modelini geliştirmiştir. Emek piyasası için eğitimi sinyal aracı olarak kullanan Spence bu yolla verimliliği düşük olan işçilerin tespit edilebileceğini savunmuştur (Spence, 1973, s. 358). Bu bağlamda firmalar işçi alırken, verimliliği daha yüksek işçi için eğitim seviyelerini dikkate aldıkları söylenebilir. Diğer taraftan firmalar, çalışan işçilerin verimliliklerini arttırmak için onları eğitime tabi tutarak, kalifiye olanları tespit edebilirler.

Asimetrik bilgi literatüründeki bir diğer önemli çalışma Joseph E. Stiglitz tarafından geliştirilen ve asimetrik bilgi ortamında kalite bilgisi elde etmek için kullanılan ayırt etme (screening) modelidir. Asimetrik bilgi alanında yapmış olduğu katkılardan dolayı Akerlof ve Spence ile birlikte 2001 yılı Nobel Ekonomi ödülünü almaya hak kazanan Stiglitz (1975) bilgiye sahip olan tarafın her zaman sinyal verme eğiliminde olmayacağından hareket ederek, bilgisiz tarafın karşı tarafı teşvik ederek bilgiyi elde edebileceğini ve kalite ayırımını yapabileceğini belirtmektedir. Rothschild ve Stiglitz’in 1976 yılında sigorta piyasası üzerine yaptıkları “Equilibrium in Competitive Insurance Markets: An Essay on the Economics of Imperfect Information” isimli çalışmaları, tarafların gözlemlenememesi durumunda piyasanın vereceği yanıtın tespit edilmesi üzerine yapılan iktisat literatüründeki ilk çalışmadır (Colell, Whinston ve Green, 1995, s. 460).

İşlem sonrası görülen ahlaki tehlike problemi, asimetrik bilgiden kaynaklanan bir diğer problemdir. Ticari işlem sonrası veya sözleşme sonrası taraflardan birinin önceki davranışlarının aksine davranması olarak bilinen ahlaki tehlike ilk olarak sigorta piyasası örneği ile literatüre girmiştir (Varian, 1993, s. 700). Ahlaki tehlike probleminin temelinde, sigorta yaptırmadan önce hırsızlığa karşı daha dikkatli olan bir müşterinin, sigorta yaptırdıktan sonra eskisi kadar dikkatli olmayacağı düşüncesi vardır. Hırsızlara karşı bisikletini her zaman kilitleyen kişi, bisikletini hırsızlığa karşı sigortalattıktan sonra, bisikletinin güvenliğiyle ilgili eskisi gibi tedbir almazsa veya sağlık sigortası yaptırmadan önce sağlıklı yaşamaya gayret eden birisi sağlık sigortasından sonra eskisi gibi sağlığına dikkat etmezse, piyasa işleyiş açısından problemli hale gelir.

3.DEĞERLENDİRME

Bu çalışmada tüm bilim dalları açısından önemli olan bilgi kavramına iktisat biliminin bakış açıları ele alınmıştır. Tam bilgi varsayımı ile iktisadi analizlerden dışlanan bilginin, incelenmesi ve analizlere dâhil edilmesi, iktisadi süreçlerin değerlendirilmesi açısından önem arz etmektedir. Bu açıdan konforlu dünyanın, gerçek dünyayı yansıtmadığının farkında olan iktisatçıların bilgi kavramı üzerine yaklaşımlarının incelenmesi önemlidir.

Bilgi, iktisat literatürünün kara kutusudur (David ve Foray, 2002, s. 4).Varlığının, öneminin ve etkilerinin farkında olmalarına rağmen iktisatçılar, tam bilgi varsayımı ile kutunun üzerini örtmüşler ve analizlere yapacağı katkıları görmezden gelmişlerdir. Bilginin önemini ve etkilerini ortaya koymaya çalışan Menger, Keynes, Knight, Hayek, Arrow, Akerlof, Spence ve Stiglitz gibi iktisatçılar, tam bilgi varsayımına karşı duruşun temsilcileri olarak öne çıkmaktadırlar. Tarafların aynı bilgiye ve bilginin tamamına sahip olması halinde, taraflar arasında belirsizlikten söz edilemez. Taraflar arasında bilgi farklılıklarının olduğunun düşünülmesi ile birlikte ortama eksik bilgi hâkim olacaktır. Eksik bilginin olduğu her durumda ise belirsizlik ve asimetrik bilgi söz konusudur. Asimetrik bilgi ise piyasa başarısızlığı olarak yazına geçmiş bilgi tabanlı bir piyasa başarısızlığıdır.

Bu çalışma ulusal ve uluslararası yazında bilgi kavramı detaylı olarak incelenmiştir. Ayrıca bilgi kavramının iktisadi yaklaşımlarla değerlendirilmesi yapılarak, yaklaşımlar üç grup altında toplanmıştır. Bilgi üzerine yapılan çalışmaların tam bilgi, belirsizlik ve asimetrik bilgi yaklaşımları biçiminde toplanması, bilgi kavramının anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Ayrıca çalışmada bilgi, belirsizlik, risk ve asimetrik bilgi arasındaki ilişkisel süreçler ortaya konulmuştur. Bilgi kavramının iktisadi açıdan incelenme süreçlerinin birbiriyle ilişkili olduğu tespiti ilgili yazına katkı sağlaması açısından bu çalışmanın gelecekte yapılacak çalışmalara yön göstermesi beklenmektedir.

Kaynak: Dergipark

Benzer Yazılar

Görüşlerinizi Paylaşabilirsiniz

    Mail Bültenimize Abone Olun